Ehl-i Sünnet mezhebi Ehl-i necattır

1. Hadis sırf Ehl-i Sünnet mezhebi Ehl-i                  necattır diyor

2. Mezhebsizlik kabul edilemez!

3. Ehl-i Sünnetin istikametine dair Örnekler

4. Şia ve Ehl-i Sünneti eşitlemek hatadır

5. NETİCE: Mehdi-i Azam olan Bediüzzaman Hazretleri mezhebleri birleştirmiştir


giriş

Hakkın müdafaası, hariçteki mütecaviz din düşmanlarına karşı yapıldığı gibi bazan da dahilde yapılır. Dahildeki bu müdafaa, müsbet hareket etmek yani hakkı tebliğ, göstermek ve neşirdir.

İslam Zirvesi Açılış konuşmasında (14.4.2016) Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan Mezhebçiligi FİTNE olarak vasıflandırması ehl-i imanın itikadına zarar verebileceği için mes’elenin hakikatını, asıl kaynak olarak kitaptan göstermek gerekir. (VİDEO)

 

"Müslümanlar olarak üstesinden gelmemiz gereken sorunların başında mezhepçilik fitnesi geliyor, ırkçılık fitnesi geliyor. Her zaman ifade ettiğim gibi benim dinim Sünnilik de değildir Şiilik de değildir, benim dinim İslâm'dır. Ben tıpkı 1 milyar 700 milyon kardeşim gibi sadece ve sadece bir Müslümanım. Diğer tüm farklılıklar bu inancımın, bu sıfatımın gerisindedir." (R.T. Erdoğan)

 

Sünnilik (Ehl-i Sünnet) kavramını kaldırmakla, veya mezhebleri yok saymakla, mezhebler BİRLENMEZ. Mezheblerin birlenmesi: KİTAB ve SÜNNET çerçevesinde gösterilen HAKİKATIN tenkid olunmaması, her meslek ve mezheb ve meşreb ehline hoş gelmesi ve mülhidlerin dil uzatamayıp ebkem kalmaları ile tahakkuk eder ve BU Risale-i Nurda tahakkuk etmiştir.

(bkz. yazının son maddesi)




Bütün müslümanlar bilirler ki, dinî hükümlerde temel iki kaynak vardır: Kitab ve Sünnet. Yani Kur’ân-ı Kerim ve Peygamberimizin (asm) sünnetleri.

Sonra bu iki kaynaktan sıhhatlı anlama derecesine sahib olan müctehidlerin re’y ekseriyetine dayanan ve ic­tihad ve kıyas usulü ile ortaya çıkarılmış olan hükümler esas alınır.

 

Ehl-i Sünnet mezhebine bağlılık cumhur-u Ülemaya göre FİTNE midir?

 

Hakikatın tesbiti için bu gelen kaideler, bütün müslümanları bağlayan zarurî düsturlardır:

 

1-“Şeriattan işitiyoruz ki; re'y-i cumhur budur, fetva bunun üzerinedir.” Münazarat:79

2-“Bir fikre davet, cumhur-u ülemanın kabulüne vâbestedir. Yoksa davet bid'attır, reddedilir.” Mektubat:470

3-“İcma' ile cumhurdur, sikke-i şer'i görür. Bir fikre davet etmek; zann-ı kabul-ü cumhur, şart-ı evvel oluyor.” Sözler:705

 

İşte bu hükümler, ittifakın yegâne nokta-i telâkisidir. Bu nokta-i telâkileri nazara almamak, ittifaka muhalefet sayılır ve büyük mesuliyeti vardır. İttifakı sadece sözle söyleyip mezkür şartlarına fiilen gayret göstermemek ve bu düsturları müdafaa etmemek, aldanma ve aldatmaktan başka bir netice vermez.

 

BÜYÜK İSLÂM İLMİHALİ adlı kitabın 'Mukaddime' kısmında eski İstanbul Müftüsü ve Diyanet İşleri Başkanı dersiamdan Ömer Nasuhi Bilmen Hocaefendi şöyle yazıyor:

'Velhasıl, bu dört müctehidin (Ebû Hanife, Malik, Şâfiî, Ahmed b. Hanbel'i kasd ediyor) büyüklüğünde, onlara mensup dört mezhebin hakkıyetinde  cumhur-i müslimînin  ittifakı vardır. Bu dört mezhepten başkasına uyulmaması hakkında yine âmmê-i müslimînin adeta bir ittifakı mün'akit olmuştur.' (1957 baskısı, s. 57)

TIKLAYINIZ

TIKLAYINIZ

TIKLAYINIZ

TIKLAYINIZ

TIKLAYINIZ



Hadis sırf Ehl-i Sünnet mezhebi Ehl-i necattır diyor

 

EHL-İ SÜNNET:

Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (A.S.M.) söz ve hareketlerine şüphesiz, kat’i ve sağlam delillerle uyan. Sahabe ve on­lara tabi’ olanların mezhebi ve o mezhebte olan. Bunların muhaliflerine “ehl-i bid’a” veya “fırak-ı dalle” denir. 

 

Resulullah (A.S.M.) "Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bunların içinden bir fırkası ehl-i necat olacaktır."

buyurmuş. Ashab sormuşlar:

"Yâ Resûlâllah, o kurtulan fırka hangi fırka olacaktır?"

Şöyle cevap vermiş:

"Benim sünnetimden şaşmayanlar kurtulanlardan olacaktır! Yâni Ehl-i sünnet ve cemaat mensuplarıdır."

(Tirmizi, İman,18; İbnu Mace, Fiten, 17 İ.M. 36. kitab-ül fiten, 17. bab ve Ebu Davud sünen/1 ve Tirmizi iman/18 ve Darimî si­yer/74 ve Ahmed İbn-i Hanbel ci: 3 sh: 25 (İPA)

 

Hem -nakl-i sahih-i kat'î ile- ferman etmiş ki:

 

سَتَفْتَرِقُ اُمَّتِى ثَلاَثًا وَسَبْعِينَ فِرْقَةً اَلنَّاجِيَةُ وَاحِدَةٌ مِنْهَا. قِيلَ مَنْهُمْ؟ قَالَ مَا اَنَا عَلَيْهِ وَ اَصْحَابِى

 

deyip, ümmeti yetmişüç fırkaya inkısam edeceğini ve içinde fırka-i naciye-i kâmile, Ehl-i Sünnet ve Cemaat olduğunu haber veriyor.

                                                                                                                                                                                                                        Mektubat ( 106 )


Mezhebsizlik kabul edilemez!

Ehl-i Sünnete mensub İslâmın büyük müfessir, muhaddis, müçtehit, müceddit ve fukahaları asla FİTNEYE sebeb olmamış aksine FİTNE ATEŞLERİNİ söndürmüşlerdir. Akaid imamları nasıl inanacağımızı, mezhep imamları da nasıl ibadet edeceğimizi Kur’an ve sünnet ışığında, en ince ayrıntısına kadar bize sunmuşlar. Bizlere sadece o alimlere tabi olmak kalmış.

Yüzyıllardır Hanefi, Şafi, Hanbeli, Maliki mezhepleri hiçbir tefrika sebebi olmamıştır.

        Kur’an-ı Kerim ve Sahih hadislerden her insan hüküm çıkartacak, her insan buradan doğruyu anlayacak derecede midir?

Dün hariciler bu gün Işid ve FETÖ terör örgütü de Kur’an’a bakıyorlar ama kendi istediklerini anlıyorlar. Ve anladıkları şey İslam’a tam anlamıyla zıt. Yine bu gün “mezhepler dini parçalıyor”denilerek insanlar Kur’an ve sahih hadisten kendi fıkhını çıkartmaya yönlendiriliyor. İŞİD ve FETÖ örgütüne karşı mucadele ettiğini sık sık ilan eden Reis-i Cumhur bu cümlesini tashih etmesi gerekiyor. Aksi takdirde şer odakları bu sözlerini kullanıp asıl FİTNEYE sebeb olacaktır.

 

Hem -nakl-i sahih-i kat'î ile- ferman etmiş ki: اِنَّ الدِّينَ لَوْ كَانَ مَنُوطًا بِالثُّرَيَّا لَنَا لَهُ رِجَالٌ مِنْ اَبْنَاءِ فَارِسَ deyip, başta Ebu Hanife olarak İran'ın emsalsiz bir surette yetiştirdiği ülema ve evliyaya işaret ediyor, haber veriyor.

 

Hem ferman etmiş ki: عَالِمُ قُرَيْشٍ يَمْلَءُ طِبَاقَ اْلاَرْضِ عِلْمًا deyip, İmam-ı Şafiî'ye işaret edip haber veriyor.

 

Mektubat ( 105 - 106 )

 

 

Âlem-i İslâmda Ehl-i Sünnet ve Cemaat denilen ehl-i hak ve istikamet fırka-i azîmesi, hakaik-i Kur'aniyeyi ve imaniyeyi istikamet dairesinde hüve hüvesine Sünnet-i Seniyeye ittiba' ederek muhafaza etmişler. Ehl-i velayetin ekseriyet-i mutlakası, o daireden neş'et etmişler.

                                                                                            Mektubat ( 342 )

 

Ey ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat!

 

Lem'alar ( 26 )

 

İşte bu hakikat içindir ki; ehl-i hakikat, başta Eimme-i Erbaa ve Ehl-i Beyt'in Eimme-i İsna Aşer olarak Ehl-i Sünnet...

Emirdağ Lahikası-1 ( 205 )

 

İşte ey ehl-i hak ve ehl-i hidayet! Şeytan-ı ins ü cinnînin mezkûr desiselerinden kurtulmak çaresi: Ehl-i Sünnet ve Cemaat olan ehl-i hak mezhebini karargâh yap ve Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın muhkemat kal'asına gir ve Sünnet-i Seniyeyi rehber yap, selâmeti bul!..

Lem'alar ( 78 )

 

Kur'an-ı Kerim'i tefsir eden bir allâmenin Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sünnetine ittiba' etmiş olması ve ehl-i sünnet ve cemaat mezhebi üzere ilmiyle âmil olması ve a'zamî bir zühd ve takva ve a'zamî ihlas ve dine hizmetinde a'zamî sebat, a'zamî sıdk ve sadakat ve fedakârlığa, a'zamî iktisad ve kanaata mâlik olması şarttır.

Sözler ( 751 )

Sonra vakta ki Âdem'i melaikeye tercih etmekle rüchan mes'elesinde ve hilafet istihkakında ilm-i esma ile mümtaz kıldı; makamın iktizası üzerine, eşyayı melaikeye arz ve onlardan muarazayı taleb etti; sonra melaike aczlerini hissetmekle Cenab-ı Hakk'ın hikmetini ikrar ettiler. Kur'an-ı Kerim buna işareten, ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلٰئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِئُونِى بِاَسْمَاءِ هؤُلاَءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ dedikten sonra,....

...

آدَمَ : Hilafeti irade edilen ve Âdem ismiyle tesmiye edilen Küre-i Arz'ın sahibi şahs-ı ma'huddur. İsminin tasrihi, teşrif ve teşhiri içindir.

اْلاَسْمَاءَ : İsim ve sıfat ve hâsiyet gibi eşyayı birbirinden ayırıp temyiz ve tayin eden alâmet ve nişanlardır; yahud insanlar arasında münkasım olan lügatlardır.

عَرَضَهُمْ : Arzedilen eşya olduğu halde zamirin esmaya rücuundan; ismin ayn-ı müsemma olduğuna kail olan Ehl-i Sünnet'in mezhebine işarettir.

İşarat-ül İ'caz ( 209-211 )

 

Evet, Kur'an bütün müçtehidlerin me'hazlerini, bütün âriflerin mezâklarını, bütün vâsılların meşreblerini, bütün kâmillerin mesleklerini, bütün muhakkiklerin mezheblerini; manasının hazinesinden ihsan etmekle beraber; daima onlara rehber ve terakkiyatlarında her vakit onlara mürşid olup, o tükenmez hazinesinden onların yollarına neşr-i envâr ettiği bütün onlarca musaddaktır ve müttefek-un aleyhtir.

Sözler ( 396 )

 

 

Ehl-i Sünnetin istikametine dair Örnekler


Bu gibi vesvese ehl-i İtizale lâyıktır. Çünki onlar derler: "Medar-ı teklif olan ef'al ve eşya, kendi zâtında, âhiret itibariyle ya hüsnü var; sonra o hüsne binaen emredilmiş veya kubhu var; sonra ona binaen nehyedilmiş. Demek eşyada, âhiret ve hakikat nokta-i nazarında olan hüsün ve kubh zâtîdir; emir ve nehy-i İlahî ona tâbi'dir." Bu mezhebe göre, insan her işlediği amelde şöyle bir vesvese gelir: "Acaba amelim nefs-ül emirdeki güzel surette yapılmış mıdır?" Amma mezheb-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat derler ki: Cenab-ı Hak bir şeye emreder, sonra hasen olur. Nehyeder, sonra kabih olur. Demek emir ile güzellik, nehy ile çirkinlik tahakkuk eder.

Sözler ( 276 )

 

 

İhtar: Bu kuvvetin şu üç mertebeye inkısamı gibi; füruatı da, o üç mertebeyi hâvidir. Meselâ: Halk-ı ef'al mes'elesinde Cebr Mezhebi ifrattır ki, bütün bütün insanı mahrum eder. İtizal Mezhebi de tefrittir ki, tesiri insana verir. Ehl-i Sünnet Mezhebi vasattır. Çünki bu mezheb beyne-beynedir ki; o fiillerin bidayetini irade-i cüz'iyeye, nihayetini irade-i külliyeye veriyor. Ve keza itikadda da ta'til ifrattır, teşbih tefrittir, tevhid vasattır.

İşarat-ül İ'caz ( 24 )

 

Ehl-i İtizal, Ehl-i Cebr, Ehl-i Sünnet ve-l Cemaat gibi Ehl-i Kelâm'ın şu âyet-i azîmenin altında yaptıkları muharebe-i ilmiyelerini dinleyelim. Zira bu gibi fikrî harbler, ehl-i nazarı dikkate davet eder. Binaenaleyh onların bu âyette takib ettikleri cihetleri kontrol lâzımdır. Evet Ehl-i Sünnet ve-l Cemaat'ın sırat-ı müstakim üzerine olduğunu, ötekilerin ya ifrata veya tefrite maruz kaldıklarını isbat için, bazı münasebetlerin zikri lâzımdır:

 

İşarat-ül İ'caz ( 72 )

 

Öyle ise Ehl-i Sünnet mezhebine göre, zahir-i şeriate muvafık olarak işlediğin ameline: "Acaba sahih olmuş mu?" deyip vesvese etme. Fakat, "Kabul olmuş mu?" de. Gururlanma, ucbe girme.

Sözler ( 277 )

 

Ya Cebrî gibi sebebe ayrı, müsebbebe ayrı birer kader tasavvur etsen veyahut Mu'tezile gibi kaderi inkâr etsen, Ehl-i Sünnet ve Cemaati bırakıp fırka-i dâlleye girersin.

Sözler ( 467 )

 

Evet Muhyiddin, kendisi hâdî ve makbuldür. Fakat her kitabında mühdî ve mürşid olamıyor. Hakaikte çok zaman mizansız gittiğinden, kavaid-i Ehl-i Sünnete muhalefet ediyor. Ve bazı kelâmları, zahiri dalalet ifade ediyor fakat kendisi dalaletten müberrâdır. Bazan kelâm küfür görünür, fakat sahibi kâfir olamaz. Mustafa Sabri bu noktaları nazara almamış. Kavaid-i Ehl-i Sünnete taassub cihetiyle bazı noktalarda tefrit etmiş. Musa Bekuf ise, ziyade teceddüde taraftar ve asrîliğe mümaşatkâr efkârıyla çok yanlış gidiyor. Bazı hakaik-i İslâmiyeyi yanlış teviller ile tahrif ediyor. Ebu-l Alâ-i Maarrî gibi merdud bir adamı, muhakkikînlerin fevkinde tuttuğundan ve kendi efkârına uygun gelen Muhyiddin'in Ehl-i Sünnete muhalefet eden mes'elelerine ziyade tarafdarlığından, ziyade ifrat ediyor. قَالَ مُحْيِى الدِّينِ : تَحْرُمُ مُطَالَعَةُ كُتُبِنَا عَلَى مَنْ لَيْسَ مِنَّا yani: "Bizden olmayan ve makamımızı bilmeyen, kitablarımızı okumasın, zarar görür." Evet bu zamanda Muhyiddin'in kitabları, hususan vahdet-ül vücuda dair mes'elelerini okumak, zararlıdır.

Lem'alar ( 274 )

 

 

75. Ehl-i Sünnet'e göre, İmam-ı Mahfî ve İmam-ı Muntazır akidesi bâtıldır.

C: Mehdi hakkında Şîaların oniki imamdan birisi, hayatta iken gizlenmiş, âhirzamanda çıkacak demelerine mukabil Ehl-i Sünnet'in bir kısmı, İmam-ı Muntazır akidesi bâtıldır demişler. Az bir kısım Hanefî üleması da, لاَ مَهْدِى اِلاَّ عِيسَى demişler. Bunda hem Denizli'deki ehl-i vukufun bir kısmı, hem makam-ı iddia yanlış mana vermişler. Her asırda mehdi manasına ümmetin fıtrî bir ihtiyacına binaen beklemişler. Ve birkaç vecihte rivayetlerin delaletiyle birkaç mehdi, belki her asırda bir nevi mehdi sâdât-ı Ehl-i Beyt'ten geleceği ümmetçe kabul edilmiş. Buna hata diyen, birkaç cihette yanlış eder.

Şualar ( 420 )

 

İşte işaret-i Nebeviye ile, Hazret-i Ali hakkında ziyade muhabbetlerinden, Hazret-i Ebu Bekir-is Sıddık ile Hazret-i Ömer'den teberri ettiklerinden hasarete düşmüşler. Ve o menfî muhabbet, sebeb-i hasarettir.

Mektubat ( 107 )

 

Hubb-u Ehl-i Beyt'i meslek yapan Alevîler ne kadar ifrat da etse, Râfızî de olsa; zındıkaya, küfr-ü mutlaka girmez. Çünki muhabbet-i Âl-i Beyt ruhunda esas oldukça, Peygamber ve Âl-i Beyt'in adavetini tazammun eden küfr-ü mutlaka girmezler.                                                                                                                                                                                                                                            Emirdağ Lahikası-1 ( 242 )

 

 

Şiîlerin müfritleri ise; değil Peygamber (A.S.M.) aleyhinde, belki Âl-i Beyt'in muhabbetinden, ifratkârane muhabbet besliyorlar. Münafıkların tefritlerine mukabil, bunlar ifrat ediyorlar. Hadd-i Şeriattan çıktıkları vakit, münafık değil ehl-i bid'a oluyorlar, fâsık oluyorlar; zındıkaya girmiyorlar. Hazret-i Ali Radıyallahü Anh yirmi sene hürmet ettiği ve onlara şeyhülislâm mertebesinde onların hükmünü kabul ettiği Ebu Bekir, Ömer, Osman (Radıyallahü Anhüm)e İLİŞMESELER , Hazret-i Ali Radıyallahü Anh o üç halifeye HÜRMET ETTİĞİ GİBİ, ONLARDA HÜRMET ETSELER, farz namazını kılsalar yeter.

Emirdağ Lahikası-1 ( 79 )

 

 

S- Cehennem şimdi mevcud olduğu takdirde, yeri nerededir?

C- Biz Ehl-i Sünnet ve-l Cemaat el'an Cehennem'in vücuduna itikad ediyoruz, amma yerini tayin edemiyoruz.

İşarat-ül İ'caz ( 128 )

 

 

Dinde harec yoktur. لاَ حَرَجَ فِى الدِّينِ Madem dört mezheb haktır. Madem istiğfara müncer olan derk-i kusur ise, gurura müncer olan hüsn-ü amelin rü'yetine -böyle vesveseli adama- müreccahtır. Yani böyle vesveseli adam, amelini güzel görüp gurura düşmektense, amelini kusurlu görse, istiğfar etse, daha evlâdır. Madem böyledir, sen vesveseyi at. Şeytana de ki: Şu hal, bir harecdir. Hakikat-ı hale muttali olmak güçtür. Dindeki yüsre münafîdir. اَلدِّينُ يُسْرٌ لاَ حَرَجَ فِى الدِّينِ esasına muhaliftir. Elbette böyle amelim bir mezheb-i hakka muvafık gelir. O bana kâfidir. Hem lâakal ben aczimi itiraf ederek ibadeti lâyık-ı vechile eda edemediğimden istiğfar ve tazarru' ile merhamet-i İlahiyeye dehalet edip, kusurum affolunmak, kusurlu amelim kabul olunmak için mütezellilane bir niyaza vesiledir.

Sözler ( 277 )

 

Sonra sâbık işaretlerdeki hakikat inkişaf etti, karanlıklı çok noktaları aydınlattı. O nur ile lillahilhamd, hem Kur'an-ı Hakîm'in azîm tergibat ve teşvikatı tam yerinde olduğunu, hem ehl-i imanın desais-i şeytaniyeye kapılmaları, imansızlıktan ve imanın zaîfliğinden olmadığını, hem günah-ı kebairi işleyen küfre girmediğini, hem Mu'tezile mezhebi ve bir kısım Hariciye mezhebi "Günah-ı kebairi irtikâb eden kâfir olur veya iman ve küfür ortasında kalır." diye hükümlerinde hata ettiklerini, hem benim o bîçare arkadaşım da yüz ders-i hakikatı bir herifin iltifatına feda etmesi, düşündüğüm gibi çok sukut ve dehşetli alçaklık olmadığını anladım. Cenab-ı Hakk'a şükrettim, o vartadan kurtuldum. Çünki sâbıkan dediğimiz gibi, şeytan cüz'î bir emr-i ademî ile insanı mühim tehlikelere atar. Hem insandaki nefis ise, şeytanı her vakit dinler. Kuvve-i şeheviye ve gazabiye ise, şeytan desiselerine hem kâbile, hem nâkile iki cihaz hükmündedirler.

Lem'alar ( 74 )

 

Acaba Şeriatta oniki mezheb; hususan Hanefî, Mâlikî, Şafiî, Hanbelî Mezheblerinde ve yetmişe yakın ilm-i kelâm ve usûl-üd din dairesindeki allâmelerin fırkalarında ne kadar ayrı ayrı kanaatlar ve fikirler kitablara yazılmış bilirsiniz.

Şualar ( 403 )

 

Hem ferman etmiş ki: اَلْقَدَرِيَّةُ مَجُوسُ هذِهِ اْلاُمَّةِ deyip, çok şubelere inkısam eden ve kaderi inkâr eden Kaderiye taifesini haber vermiş. Hem çok şubelere inkısam eden Râfızîleri haber vermiş.

 

 

 

 

Ehl-i Sünneti ve şiayı eşitlemek hatadır


("Mes'ele-i İmamet" bir mes'ele-i fer'iye olduğu halde, ziyade ehemmiyet verildiğinden bir mesail-i IMANIYE SIRASINA GİRİP, İlm-i Kelâm'da ve usûl-üd dinde medar-ı nazar olduğu cihetle, Kur'ana ve imana ait hizmet-i esasiyemize münasebeti bulunduğundan cüz'î bahsedildi.)

Lemalar - 19

 

Üçüncü Nükte münasebetiyle Şîalarla Ehl-i Sünnet ve Cemaatin medar-ı nizaı, hattâ akaid-i imaniye kitablarına ve esasat-ı imaniye sırasına girecek derecede büyütülmüş bir mes'eleye kısaca bir işaret edeceğiz. Mes'ele şudur:

 

Ehl-i Sünnet Ve Cemaat der ki: "Hazret-i Ali (R.A.), Hulefa-i Erbaa'nın dördüncüsüdür. Hazret-i Sıddık (R.A.) daha efdaldir ve hilafete daha müstehak idi ki, en evvel o geçti." Şîalar derler ki: "Hak, Hazret-i Ali'nin (R.A.) idi. Ona haksızlık edildi. Umumundan en efdal Hazret-i Ali'dir. (R.A.)" Davalarına getirdikleri delillerin hülâsası: Derler ki: Hazret-i Ali (R.A.) hakkında vârid ehadîs-i Nebeviye ve Hazret-i Ali'nin (R.A.) "Şah-ı Velayet" ünvanıyla ekseriyet-i mutlaka ile evliyanın ve tarîklerin mercii ve ilim ve şecaat ve ibadette hârikulâde sıfatları ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm ona ve ondan teselsül eden Âl-i Beyte karşı şiddet-i alâkası gösteriyor ki; en efdal odur, daima hilafet onun hakkı idi, ondan gasbedildi.

Lem'alar ( 22 )

 

Elcevab: Hazret-i Ali (R.A.) mükerreren kendi ikrarı ve yirmi seneden ziyade o hulefa-i selâseye ittiba ederek onların şeyhülislâmlığı makamında bulunması, Şîaların bu davalarını cerhediyor. Hem hulefa-i selâsenin zaman-ı hilafetlerinde fütuhat-ı İslâmiye ve mücahede-i a'da hâdiseleri ve Hazret-i Ali'nin (R.A.) zamanındaki vakıalar, yine hilafet-i İslâmiye noktasında Şîaların davalarını cerhediyor. Demek Ehl-i Sünnet Ve Cemaatın davası, haktır.

Lem'alar ( 22 )

 

Yemen imamı olan Zeydîler Seyyidi hakkındaki sualiniz hakikaten ehemmiyetli ve yümünlüdür. Fakat meymenetsiz bir zamana rastgeldi. Hem zihnim kapalı, hem hal müsaid değil, hem ve hem... Yalnız bu kadar var ki, meşhur "İmam-ı Zeyd" sâdat-ı azîmeden ve eimme-i Âl-i Beyt'tendir. Ve müfrit Şîaları reddeden ve اِذْهَبُوا اَنْتُمُ الرَّوَافِضُ deyip Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer'den teberriyi kabul etmeyen ve o iki halife-i zîşanı hürmet edip kabul eden bir zâttır. Onun etba'ları, Şîaların en mu'tedili ve en sünnîsidir. Bunlar hem ehl-i insaf ve hem çabuk hakkı kabul eder bir taifedir. İnşâallah Vehhabîlerin tahribatını tamire sebeb oldukları gibi Ehl-i Sünnet ve Cemaat'tan Zeydîlerin inhirafları dahi istikamet kesbedip, Ehl-i Sünnet'e iltihak edip imtizaç edecekler. Bu âhirzaman çok çalkalanıyor, bu fitne-i âhirzaman acib şeyler doğuracağını ihsas ediyor.

Hazret-i Ali Radıyallahü Anh yirmi sene hürmet ettiği ve onlara şeyhülislâm mertebesinde onların hükmünü kabul ettiği Ebu Bekir, Ömer, Osman (Radıyallahü Anhüm)e ilişmeseler, Hazret-i Ali Radıyallahü Anh o üç halifeye hürmet ettiği gibi, onlar da hürmet etseler, farz namazını kılsalar yeter.                                                                                                                                                                                                          B: 338

 

Hem -nakl-i sahih-i kat'î ile- İmam-ı Ali'ye (R.A.) demiş: Sende Hazret-i İsa (A.S.) gibi iki kısım insan helâkete gider. Birisi, ifrat-ı muhabbet; diğeri, ifrat-ı adavetle. Hazret-i İsa'ya Nasrani muhabbetinden hadd-i meşru'dan tecavüz ile hâşâ "İbnullah" dediler. Yahudi, adavetinden çok tecavüz ettiler, nübüvvetini ve kemalini inkâr ettiler. Senin hakkında da bir kısım, hadd-i meşru'dan tecavüz edecek, muhabbetinden helâkete gidecektir. لَهُمْ نَبْزٌ يُقَالُ لَهُمُ الرَّافِضِيَّةُ demiş. Bir kısmı, senin adavetinden çok ileri gidecekler, onlar da Havariç'tir ve Emevîlerin müfrit bir kısım tarafdarlarıdır ki, onlara Nâsibe denilir.

 

Mektubat ( 106 )

 

Hadîsçe Hazret-i Ali'nin (R.A.) şîası hakkındaki sena-yı Nebevî, Ehl-i Sünnete aittir. Çünki istikametli muhabbetle Hazret-i Ali'nin (R.A.) şîaları, ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaattir.

Lem'alar ( 24 )

 

Hem ölmüş insanları zemmetmek, hiç lüzumu yok. Onlar dâr-ı âhirete, mahall-i cezaya gitmişler. Lüzumsuz, zararlı, onların kusurlarını beyan etmek, emrolunan muhabbet-i âl-i beytin muktezası değildir ve lâzım da değildir, diye Ehl-i Sünnet Velcemaat, sahabeler zamanındaki fitnelerden bahis açmayı men'etmişler. Çünki Vakıa-i Cemel'de Aşere-i Mübeşşere'den Zübeyr ve Talha ve Âişe-i Sıddıka (R.A.) bulunmasıyla Ehl-i Sünnet Velcemaat o harbi içtihad neticesi deyip; Hazret-i Ali (R.A.) haklı, öteki taraf haksız fakat içtihad neticesi olduğu cihetle afvedilir.

Emirdağ Lahikası-1 ( 204 )

 

İşte bu hakikat içindir ki; ehl-i hakikat, başta Eimme-i Erbaa ve Ehl-i Beyt'in Eimme-i İsna Aşer olarak Ehl-i Sünnet, mezkûr hakikata müstenid olan kanun-u kudsiyeyi kendilerine rehber edip, İslâmlar içinde o eski zaman fitnelerinden medar-ı bahs ve münakaşa etmeyi caiz görmemişler; menfaatsiz, zararı var demişler.

Emirdağ Lahikası-1 ( 205 )

 

hattâ İmam-ı Ali'nin (R.A.) kardeşi Ukayl ve "Habr-ül Ümme" ünvanını alan Abdullah İbn-i Abbas dahi bir vakit muhalif tarafında bulunduklarından, hakikî Ehl-i Sünnet Velcemaat, مِنْ مَحَاسِنِ الشَّرِيعَةِ سَدُّ اَبْوَابِ الْفِتَنِ bir düstur-u esasiye-i şer'iyeye binaen طَهَّرَ اللّٰهُ اَيْدِيَنَا فَنُطَهِّرُ اَلْسِنَتَنَا diyerek o fitnelerin kapısını açmak, bahsetmek caiz görmüyorlar. Çünki itiraza müstehak birkaç tane varsa, tarafgirlik damarıyla büyük sahabelere, hattâ muhalif tarafında bulunan Âl-i Beyt'in bir kısmına ve Talha ve Zübeyr (R.A.) gibi Aşere-i Mübeşşere'den büyük zâtlara itiraza başlar, zemm ve adavet meyli uyanır diye, Ehl-i Sünnet o kapıyı kapamak tarafdarıdır. Hattâ Ehl-i Sünnet'in ve İlm-i Kelâm'ın azîm imamlarından meşhur Sa'deddin-i Taftazanî, Yezid ve Velid hakkında tel'in ve tadlile cevaz vermesine mukabil, Seyyid Şerif-i Cürcanî gibi Ehl-i Sünnet Velcemaat'in allâmeleri demişler: "Gerçi Yezid ve Velid, zalim ve gaddar ve fâcirdirler; fakat sekeratta imansız gittikleri gaybîdir. Ve kat'î bir derecede bilinmediği için, o şahısların nass-ı kat'î ve delil-i kat'î bulunmadığı vakit, imanla gitmesi ihtimali ve tövbe etmek ihtimali olduğundan, öyle hususî şahsa lanet edilmez. Belki لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِمِينَ وَ الْمُنَافِقِينَ gibi umumî bir ünvan ile lanet caiz olabilir. Yoksa zararlı, lüzumsuzdur." diye Sa'deddin-i Taftazanî'ye mukabele etmişler.

Emirdağ Lahikası-1 ( 207 )

 

 

 


NETİCE: Mehdi-i Azam olan Bediüzzaman Hazretleri                 mezhebleri birleştirmiştir


Ülema-i İlm-i Kelâm'ın ve Usûl-üd Din allâmelerinin ve Ehl-i Sünnet Velcemaat'ın dâhî muhakkiklerinin İslâmî akidelere dair çok tedkik ve muhakematla ve âyât ve hadîsleri müvazene ile kabul ettikleri Usûl-üd Din düsturları, şimdiki Risale-i Nur'un meşrebini muhafazaya emrediyor, kuvvet veriyor. Hattâ hiçbir yerde, hattâ ehl-i bid'a kısmı da bu meşrebimize ilişemiyorlar. Hakikat-ı ihlas tam muhafaza edildiği için, her nevi ehl-i İslâm içine giriyor. Şîalıkta mutaassıb ve Vehhabîlikte de müfrit ve feylesofların en maddîsi ve mütefennini ve mutaassıb hocaların en enaniyetlisi, beraber Nur dairesine girmeğe başlamışlar ve kısmen şimdi de kardeşçe bulunuyorlar. Hattâ bazı misyonerler de, Din-i İsa'nın (A.S.) hakikî ruhanîsi de o daireye gireceklerine emareler var. Birbirine hücum değil; belki bir tesanüd, bir musalaha lüzumunu hissedip medar-ı münakaşa mes'eleleri ortaya atmıyorlar. Demek İmam-ı Ali'nin (R.A.) otuz-kırk işaretiyle sarahat derecesinde haber verdiği Risale-i Nur, bu zamanın müdhiş yaralarına tam bir ilâçtır. Onun için, o daire bize kâfi gelmiş, harice çıkmıyoruz.

Emirdağ Lahikası-1 ( 210 - 211 )

 

Şimdiye kadar tenkid olunmaması, her meslek ve mezheb ve meşreb ehline hoş gelmesi ve mülhidlerin dil uzatamayıp ebkem kalmaları, kanaatımızın sıhhatine delalet etmeğe kâfidirler. (Hulusi)

Barla Lahikası ( 26 )

 

Mektubunda İlm-i Kelâm dersini benden almak arzu etmişsiniz. Zâten o dersi alıyorsunuz. Yazdığınız umum Sözler, o nurlu ve hakikî İlm-i Kelâm'ın dersleridir. İmam-ı Rabbanî gibi bazı kudsî muhakkikler demişler ki: Âhirzamanda İlm-i Kelâmı, yani ehl-i hak mezhebi olan mesail-i imaniye-i kelâmiyeyi, birisi öyle bir surette beyan edecek ki; umum ehl-i keşf ü tarîkatın fevkinde, o nurların neşrine sebebiyet verecektir. Hattâ İmam-ı Rabbanî kendisini o şahıs gibi görmüştür.

Barla Lahikası ( 283 )

 

 

Hem madem bütün kuvvetiyle Nur talebeleri de iman ve İslâmiyete Ehl-i Sünnet dairesinde hizmet için hayatlarını dahi çekinmeden veriyor ve süflî menfaat peşinde değildirler. Ve madem yüz binlerce Nur talebeleri bütün tazyik ve tehdidlere rağmen bu hakikati fiilen isbat etmişler. Hem her talebe, bugün cereyan eden bâtıl felsefenin akidelerine hakikî, mantıkî cevablar vermek üzere yetişmişler ve yetişiyorlar. Hem her ihtiyacımıza Kur'an cevab veriyor, onda lâzım olan her hakikat sarih olarak vardır. Ve madem Kur'an en güzel şekilde ders veren Allah'ın hediyesi, bir nuru ve rahmetidir...

Asa-yı Musa ( 250 )

 

İşin asıl hayret veren noktası; (Risale-i Nur) birçok ülemanın tehlikeli yollara saptıkları en çetin mevzuları, gayet açık bir şekilde ve en kat'î bir surette hallettiği gibi; en girdablı derinliklerden, Ehl-i Sünnet ve Cemaat'in tuttuğu nurlu yolu takib ederek sahil-i selâmete çıkmış ve eserlerini okuyanları da öylece çıkarmıştır.

Asa-yı Musa ( 266 )

 

 

Sekizinci Nükte: Diyorsunuz ki: Amcası Ebu Talib'in imanı hakkında esahh nedir?

Elcevab: Ehl-i Teşeyyu', imanına kail; Ehl-i Sünnet'in ekserisi, imanına kail değiller. Fakat benim kalbime gelen budur ki: Ebu Talib, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın risaletini değil; şahsını, zâtını gayet ciddî severdi. Onun o gayet ciddî o şahsî şefkati ve muhabbeti, elbette zayie gitmeyecektir. Evet ciddî bir surette Cenab-ı Hakk'ın Habib-i Ekrem'ini sevmiş ve himaye etmiş ve tarafdarlık göstermiş olan Ebu Talib'in; inkâra ve inada değil, belki hicab ve asabiyet-i kavmiye gibi hissiyata binaen, makbul bir iman getirmemesi üzerine Cehennem'e gitse de; yine Cehennem içinde bir nevi hususî Cennet'i, onun hasenatına mükâfaten halkedebilir. Kışta bazı yerde baharı halkettiği ve zindanda -uyku vasıtasıyla- bazı adamlara zindanı saraya çevirdiği gibi, hususî Cehennem'i, hususî bir nevi Cennet'e çevirebilir...

وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِ ٭ لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّٰهُ

Mektubat ( 387 )

TIKLAYINIZ

TIKLAYINIZ

TIKLAYINIZ


 

Risale-i Nurların Mehdiyetle bağlarını kesmeye çalışmak, onun zuhur zamanında hem zaman olan dehşetli şer cereyanı olan “Süfyanî Deccali” de anlamamak demektir. Bu durum Süfyaniyetin mahiyetinin anlaşılmamasına hizmet eder. Yeni mehdiler ihdas edenler acaba bunu düşünüyorlar mı?

 

Herkes kendi âleminde bir kumandan olduğundan, âlem-i asgarında cihad-ı ekber ile mükelleftir. Ve ahlâk-ı Ahmediye ile tahalluk ve Sünnet-i Nebeviyeyi ihya ile muvazzaftır.

Ey evliya-i umûr! Tevfik isterseniz, kavanin-i âdetullah'a tevfik-i hareket ediniz. Yoksa tevfiksizlik ile cevab-ı red alacaksınız

Divan-ı Harb-i Örfi ( 55 )