Mehdi gelecek mi?

 

Şahsı Manevi Kuvveti

  1.    DECCAL VE MEHDİ AYNI ZAMANDA YAŞAYACAKTIR
  2.    HZ. MEHDİ’NİN ÜÇ DEVRESİ
  3.    FESADIN ORTADAN KALDIRILMASI
  4.    KÜÇÜK DECCAL SÜFYAN VE BÜYÜK DECCAL KAVRAMLARI
  5.    İKİ DECCAL’DE AYNI ZAMANDA ZUHUR EDER
  6.    MEHDİ MESELESİNDEN BİR NÜKTE

 

Risale-i Nurların Mehdiyetle bağlarını kesmeye çalışmak, onun zuhur zamanında hem zaman olan dehşetli şer cereyanı olan “Süfyanî Deccali” de anlamamak demektir. Bu durum Süfyaniyetin mahiyetinin anlaşılmamasına hizmet eder. Yeni mehdiler ihdas edenler acaba bunu düşünüyorlar mı?

 

Giriş

Ahirzaman devresinde, yani içinde bulunduğumuz zamanda meydana gelen dehşetli dinsizliğin hem maddi hakimiyeti ve hem de son zamanlarda eğlence ve sefahet olarak ortaya çıkan içtimai hayattaki tezahürüne karşı ne yapılacak?

Bu dinsizlik cereyanının dindeki adı “Deccaliyet”tir. İki büyük dinsizlik hareketinden İslam dünyasını tesiri altına alana “Süfyanî Deccal” denildiği gibi, “İslam Deccalı” da denmektedir. Dünyanın her tarafına yayılan dinsizliğe de “Büyük Deccal” denilir.

 

“Süfyanî Deccal”ın tesir sahasının, nisbeten daha dar olmasına rağmen -özellikleri itibariyle- diğer “Büyük Deccal”den daha büyüktür. Bu durumu Bediüzzaman Hazretleri:

 

“Hem Rus gibi olanlar, mensuh ve tahrif edilmiş bir dini terk etmekle, hak ve ebedî ve kabil-i nesh olmayan bir dine ihanet etmek derecesinde gayretullaha dokunmadığından, zemin şimdilik onları bırakıp, bunlara hiddet ediyor.” (S:172)

 

diyerek hak ve ebedi olan İslam dinine yapılan ihanetin daha büyük olduğunu ifade ediyor.

Yani başka dış yerlerde olan-biten hadiseleri şiddetli takip edip ızdıraplar duymak ve İslâm merkezinde olanlara ülfet veya gaflet neticesi aldırış etmemek hakiki hamiyet-i diniyeye muvafık değildir.

Hem Nur Talebeleri ve ehl-i imandan çoklarının Risale-i Nur’u “bir nevi Mehdi telakki” etmelerini kırmak, dolayısiyle nazarları Risale-i Nurlardan başka yerlere nazar-ı dikkat çekmek bilerek veya bilmeyerek Risale-i Nura darbe vurmaya çalışmaktır.

 

Risale-i Nurların Mehdiyetle bağlarını kesmeye çalışmak, onun zuhur zamanında hemzaman olan dehşetli şer cereyanı olan “Süfyanî Deccali” de anlamamak demektir. Bu durum Süfyaniyetin mahiyetinin anlaşılmamasına hizmet eder. Yeni mehdiler ihdas edenler acaba bunu düşünüyorlar mı?

Münafıkane dinsizlik cereyanı mensupları ehl-i imana hücum ederken bir şahıs veya müessese olarak değil, daha geniş çapta “şahs-ı manevî” denilen bir cemaatten meydana gelen kuvvetlerle darbe vurmaya çalışmaktadırlar. Hz. Üstadın bu mevzudaki tesbiti şöyledir:

 

“Ehl-i imana hücum eden ehl-i dalalet, -bu asır cemaat zamanı olduğu cihetiyle- cemiyet ve komitecilik mayesiyle bir şahs-ı manevi ve bir ruh-u habis olmuş, Müslüman âlemindeki vicdan-ı umumi ve kalb-i külliyi bozuyor. Ve avamın taklidî olan itikadlarını himaye eden İslâmî perde-i ulviyeyi yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan, an’ane ile gelen hissiyat-ı mütevariseyi yandırıyor.” (K.L. 55)

 

Ehl-i imanın geçici de olsa mağlubiyetinin sebebi de şöyle açıklanır:

“Senin şimdilik mağlubiyetinin bir sebebi, bir cemaata ve bir şahs-ı maneviyeye karşı bir neferi göndermenizdir. Çalış ki, herbir neferin, istinad noktaları olan dairelerinden manen istifade ettiği kuvvetli kuvve-i maneviye ile bir şahs-ı manevî ve bir cemiyet hükmüne geçsin” dedi ve tam kanaat verdi.” (K.L. 55)

 

Şahs-ı maneviye değilde şahıslara nazarı dikkati celbetmek, devamlı cemaat halinde hareket eden şer cereyanına mağlup olmak demektir.

 

 

DECCAL VE MEHDİ AYNI ZAMANDA YAŞAYACAKTIR


Yani Süfyanî Deccal şahs-ı manevisiyle cereyanını devam ettirmektedir. Evet Deccal varsa, Mehdi de olacaktır. İslâm Deccalı’nın en dehşetli tarafı, onun fitnekâr cereyanı olduğu için, Mehdi’nin de ona karşı olan cereyanı vardır.

Rivayetlerde Mehdi, yeryüzü cevr ü zulüm ile dolu olduğu, ihtilafların, içtimaî sarsıntıların (ihtilallerin) şiddetlendiği zamanda zuhur edeceği kaydedilir.

Âhirzamanın en son ve en büyük Süfyanî fitnesine karşı en büyük müceddid ve onun cereyanı vazifedar olur.

Aynı zaman içinde bulunan mütekabil bu iki cereyan, İslâm cemiyetlerinde muhtelif zaman ve mekânda, devre devre zuhur eder. Âhirzaman devresindeki ise, bunların en şiddetlisidir.

Bir hadiste şöyle buyurulur:

 

يَكُونُفِى اُمِّتِى رَجُلاَنِ اَحَدُ هُمَاوَهَبُ يَهِبُ اللَّهُ لَهُ الْحِكْمَةَ
وَاْلآخَرُ غَيْلاَنُ فِتْنَتُهُ عَلَى هَذِهِ اْلاُمَّةِ اَشَدُّ مِنْ فِتْنَةِ الشَّيْطَانِ
(Ramuz-ül Ehadis s:518)

 

Bu hadis-i şerif, ümmet-i Muhammediyenin hayatı nokta-i nazarında çok şamil bir te’siri haiz iki şahsı haber vermektedir. Bunlardan biri, mahz-ı mevhibe-i İlahiye olacak ve kendisine hikmet-i İlahiye ve hikmet-i Kur’aniye ihsan edilecek. Diğeri de, fitnesi bu ümmet-i Muhammed’e şeytandan daha te’sirli olan bir şerir zalim olacaktır.” (Elyazma Maidet-ül Kur’an)

 

Bu şerir şahsın tahribatına karşı, tamirci ve manen vazifedar şahsın ilmi, mezkûr hadiste de geçtiği üzere, vehbîdir.

 

“Hazret-i Mehdi’nin cem’iyet-i nuraniyesi, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid’akâranesini tamir edecek, Sünnet-i Seniyeyi ihya edecek; yani âlem-i İslâmiyette Risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr niyetiyle Şeriat-ı Ahmediyeyi (A.S.M.) tahribe çalışan Süfyan komitesi, Hazret-i Mehdi cem’iyetinin mu’cizekâr manevi kılıncıyla öldürülecek ve dağıtılacak.” (M.44l)

 

“Âl-i Beyt, elbette âhirzamanda şeriat-ı Muhammediyeyi ve hakikat-ı Furkaniyeyi ve Sünnet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) ihya ile, ilan ile, icra ile, başkumandanları olan “Büyük Mehdi”nin kemal-i adaletini ve hakkaniyetini dünyaya göstermeleri gayet makul olmakla beraber… gayet lâzım ve zaruri ve hayat-ı içtimaiye-i insaniyedeki düsturların muktezasıdır.” (Ş. 590)

 

 

HZ. MEHDİ’NİN ÜÇ DEVRESİ

Mehdi mes’elesinde, daha çok avam tabakası Mehdi’nin bir ferdi olarak hâkimiyetini düşünür. Halbuki zaman cemaat zamanı olduğundan, bu zamanda şahsî dehâlar değil, şahs-ı manevînin hükmettiği ve iman, hayat ve şeriat tabir edilen üç vazifenin bir şahısta veya muayyen bir cemaatte cem’ olup yüklenemeyeceği hükmü, Risale-i Nur’un muhtelif yerlerinde tasrih edilmiştir. Yani birden fazla mehdiler beklemek yerine Risale-i Nuru iyi anlayıp Mehdinin üç vazifesini ve o üç vazifenin devrelerini ve vazifedarlarını bilmek lazım.

Ezcümle, Bediüzzaman bir eserinde şöyle demektedir.

 

“Bu zamanda öyle fevkalâda hâkim cereyanlar var ki, herşeyi kendi hesabanı aldığı için, faraza hakiki beklenilen o zat dahi bu zamanda gelse, herakâtını o cereyanlara kaptırmamak için siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum.

Hem üç mes’ele var: Biri hayat, biri şeriat, biri imandır. Hakikat noktasında en mühimmi ve en a’zamı, iman mes’elesidir. Fakat şimdiki umumun nazarında ve hal-i âlem ilcaatında en mühim mes’ele, hayat ve şeriat göründüğünden o zat şimdi olsa da, üç mes’eleyi birden umum ruy-i zeminde vaziyetlerini değiştirmek nev’-i beşerdeki cari olan âdetullaha muvafık gelmediğinden, her halde en azam mes’eleyi esas yapıp, öteki mes’eleleri esas yapmayacak. Ta ki iman hizmeti safvetini umumun nazarında bozmasın ve avamın çabuk iğfal olunabilen akıllarında, o hizmet başka maksadlara âlet olmadığı tahakkuk etsin.” (K.L.90)

 

Bazı çevreler ve bir kısım avam-ı mü’minîn, Mehdi’nin siyasî hâkimiyete sahib bir lider olduğunu tasavvur ederler. Hakikat nazarında ise asıl mehdi, hakaik-i imaniyeyi vehbî ilmi ile keşf ü izhar ve neşretmekle, asrın küfür ve dalaleti karşısında imanı kurtarmak hareketinin müessis ve mümessilidir ve onun hizmet cemaatı vardır. Asıl vazifesi imanda tecdiddir.

Ezcümle, aşağıdaki sualin cevabı dikkatle okunması halinde mezkûr hususlar açıkça anlaşılır.

Bediüzzaman Hazlerlerine Mehdi-i Âl-i Resul hakkında sorulan bir suale verilen cevap.

 

“Mehdi-i Âl-i Resulün temsil ettiği kudsi cemaatinin şahs-ı manevisinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cem’iyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlahiyeden bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazifesi olacak:

 

Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyyun ve tabiiyyun taunu, beşer içine intişar etmesiyle, her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır. Ehl-i imanı dalaletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem herşey’i bırakmakla, çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdi’nin o vazifesini bizzat kendisi görmeğe vakit ve hal müsaade edemez. Çünki hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) cihetindeki saltanatı, onun ile iştigale vakit bırakmıyor.
Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek. O zat, o taifenin uzun tedkikatı ile yazdıkları eseri kendine hazır bir proğram yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak. Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve manevi ordusu, yalnız ihlas ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahib olan bir kısım şakirdlerdir. Ne kadar da az da olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.

İkinci Vazifesi: Hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ünvanı ile şeair-i İslâmiyeyi ihya etmektir. Âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddi ve manevi tehlikelerden ve gadap-ı İlahîden kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hâdimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lâzımdır..

Üçüncü Vazifesi: İnkılabat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur’aniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) kanunları bir derece ta’tile uğramasıyla o zat, bütün ehl-i imanın manevi yardımlarıyla ve ittihad-ı İslâmın muavenetiyle ve bütün ülema ve evliyanın ve bilhassa Âl-i Beyt’in neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmayı yapmağa çalışır.
Şimdi hakikat-ı hal böyle olduğu halde, en birinci vazifesi ve en yüksek mesleği olan imanı kurtarmak ve imanı tahkikî bir surette umuma ders vermek, hatta avamın da imanını tahkikî yapmak vazifesi ise, manen ve hakikaten hidayet edici, irşad edici manasının tam sarahatını ifade ettiği için, Nur şakirdleri bu vazifeyi tamamıyla Risale-i Nur’da gördüklerinden, ikinci ve üçüncü vazifeler buna nisbeten ikinci ve üçüncü derecededir diye, Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini haklı olarak bir nevi Mehdi telakki ediyorlar.

O şahs-ı manevînin de bir mümessili, Nur şakirdlerinin tesanüdünden gelen bir şahs-ı manevîsi ve o şahs-ı manevîde bir nevi mümessili olan biçare tercümanını zannettiklerinden, bazan o ismi ona da veriyorlar. Gerçi bu bir iltibas ve bir sehivdir, fakat onlar onda mes’ul değiller. Çünki ziyade hüsn-ü zan, eskiden beri cereyan ediyor ve itiraz edilmez. Ben de o kardeşlerimin pek ziyade hüsn-ü zanlarını bir nevi dua ve bir temenni ve Nur talebelerinin kemal-i itikadlarının bir tereşşuhu gördüğümden onlara çok ilişmezdim.

Hatta eski evliyanın bir kısmı, keramet-i gaybiyelerinde Risale-i Nur’u aynı o âhirzamanın hidayet edicisi olduğu diye keşifleri, bu tahkikat ile te’vili anlaşılır.

Demek iki noktada bir iltibas var, te’vil lâzımdır.

Âhirdeki iki vazife, gerçi, hakikat noktasında birinci vazife derecesinde değiller, fakat hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ve ittihad-ı İslâm ordularıyla zemin yüzünde saltanat-ı İslâmiyeyi sürmek cihetinde herkeste, hususan avamda, hususan ehl-i siyasette, hususan bu asrın efkârında o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor; ve bu isim bir adama verildiği vakit, bu iki vazife hatıra geliyor; siyaset manasını ihsas eder, belki de bir hodfüruşluk manasını hatıra getirir, belki bir şan u şeref ve makamperestlik ve şöhretperestlik arzularını gösterir. Ve eskidenberi ve şimdi de çok safdil ve makamperest zatlar Mehdi olacağım diye dava ederler.

Gerçi her asırda hidayet edici bir nevi Mehdi ve müceddid geliyor ve gelmiş, fakat herbiri üç vazifelerden birisini bir cihette yapması itibariyle, âhirzamanın Büyük Mehdi ünvanını almamışlar.” (E.L.I. 265)

 

Mehdi hakkında gelen müteşabih rivayetlerin tercüme manalarıyla Mehdi’nin evsafı hakkında hükümler vermenin, belagat ve müteşabihat kaidelerine ve imtihan sırrının hikmetlerine uygun olmaz.

 

 

 

FESADIN ORTADAN KALDIRILMASI

“Millî Müdafaa Vekaletinde yirmibeş sene hizmet görmüş muhterem âlim bir zâtın, şimdi aramızda bulunan bir kısım arkadaşlarımızla, evvelki gün ziyaretine gittiğimiz vakit, Bediüzzaman Hazretleri hakkında demişti ki: Bediüzzaman’ın nasıl bir zât olduğunu anlayabilmek için, Risale-i Nur Külliyatını dikkatle, sebatla okumak kâfidir. Size bir misal olarak, yalnız dünyevî iktidarı bakımından derim ki: Bediüzzaman, Risale-i Nur’un şahs-ı maneviyesiyle yalnız bir devleti değil, dünya yüzündeki milletlerin idaresi ona verilse, onları selâmet ve saadet içinde idare edecek bir iktidar ve inayete mâliktir.” (S:758)

 

Demek Risale-i Nurun şahs-ı manevisine dayanan, dünya siyasetini de mükemmel yapabilir.

 

Bediüzzaman Hazretleri, âhirzamanda gelip fesadı izale edeceği rivayetlerde müjdelenen zatın kendisi olduğu yolundaki has şakirdlerinin kanaatlarının daima Risale-i Nur ve şahs-ı manevîsi hakkında doğru olduğunu beyan ederek, kendini nazara vermekten çekinmiştir. Ezcümle, mevzu ile alâkalı bir mektubunda şöyle diyor:

 

 

“Ümmetin beklediği, âhirzamanda gelecek zatın üç vazifesinden en mühimmi ve en büyüğü ve en kıymetdarı olan iman-ı tahkikîyi neşir ve ehl-i imanı dalaletten kurtarmak cihetiyle o en ehemmiyetli vazifeyi aynen bitemamiha Risale-i Nur’da görmüşler. İmam-ı Ali ve Gavs-ı Azam ve Osman-ı Halidî gibi zatlar bu nokta içindir ki, o gelecek zatın makamını Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsinde keşfen görmüşler gibi işaret etmişler. Bazan da o şahs-ı manevîyi bir hâdimine vermişler, o hâdime mültefitane bakmışlar. Bu hakikattan anlaşılıyor ki; sonra gelecek o mübarek zat, Risale-i Nur’u bir programı olarak neşir ve tatbik edecek.” (S.T: 9)

 

KÜÇÜK DECCAL SÜFYAN VE BÜYÜK DECCAL KAVRAMLARI

 

Âhirzaman hadiselerinden olan bu bahsin yanlış anlaşılmaması veya bazıların kendi meyillerine göre izah getirmemeleri için, kısaca açıklama yapmak mecburiyeti hasıl olmuştur. İlk defa Risale-i Nur’da yazılan ve duyulan bir meselenin izahının, mutlaka yine Risale-i Nurdan olması gerekir.
Bediüzzaman Hazretlerinin umuma neşretmediği bir risalesinin bir kısmı olan âhirzaman cereyanlarını ve devrelerini; çeşitli kimseler ve neşir organları değişik şekillerde ve kendi nokta-i nazarlarından yayınlamışlardır. Biz bütün külliyatı nazara alarak tahlil ediyoruz ki, gerçeği anlıyabilelim. Metindeki tabirlerin yanına konulan rakamlar, o kavramın altta izahını göstermektedir.
Bediüzzaman Hazretleri diyor:


“Mu’terizane ve tenkidkârane mühim bir sual bana varid oluyor. Diyorlar ki:
Nasıl bu cumhuriyet-i İslamiyenin bir kısım reislerine Küçük Deccal (1) namı veriyorsun. Halbuki: Diyanet riyasetindeki mühim ulemalar misillu çok ulemalar onlara tabidir. Onlara duacı sayılır.
Elcevap: Binüçyüzelli (1350) sene evvel Hazret-i Peygamber Aleyhissalatü Vesselam’ın bir şakirdi ve esrar-ı Kur’aniyenin dersini biz­zat Peygamber Aleyhissalatü Vesselam’dan alan Hazret-i Ali meşhur ve matbu’ kasidesinde demiş ki: (İşte bu kasidede Peygamber Aleyhissalatü Vesselam’dan aldığı derse binaen diyor ki:) Huruf-u Arabiye, Acemi yani Frengi hurufuna tebdil edildiği zaman deccali intizar ediniz. (Haşiye)
أَحْرُفُ عُجْمٍ سُطِّرَتْ تَسْطِيراً * بِتَّ بِهَا الأَمِيرُ وَالْفَقِيرَا
وَقُلْ بِأَنَّ الْوَقْتَ بَانَ وَاقْتَرَبْ * فَانْتَظِرُوا الدَّجَّالَ أَغْوَى مَنْ كَذِبَ
ثُمَّ اعْلَمُوا مَعَاشِرَ الإِخْوَانِ * أَنَّ غُوَاةَ آخِرِ الزَّمَانِ
هُمْ عُلَمَاءُ زُوَّقُوا أَفْوَاهَهُمْ * ثُمَّ انْثَنَوْا وَاتَّبَعُوا أَهْوَائَهُمْ

Evet o işi yapan ise; Küçük Deccallardır ki; (1) Büyük Deccalın (2) ileri ka­rakoludur. (3) Hem o zamanın en fenası ulemanın fenasıdır. Yani dalaletin en fenası ulema-i su’ namı altındaki bir kısım bedbaht ki: Ulemada dini dünyaya satmış adamlardan gelir.
Ben de bu noktaya binaen derim ki: Hangi ulema var ki: Ezan-ı Muhammediyeyi beğenmeyip, ezan yerinde bir şarkıyı kabul etsin. Öy­leler alim değil, belki
كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلِ اَسْفَاراً
altında oluyor.
شَانِئَكَ هُوَ اْﻻَبْتَرُ( إِنَّ
)
ile binyüzonsekiz (1118) (4) olmakla bu küçük deccallardan yüz sene sonra Büyük Deccala (5) işaret vardır. Nasıl ki; bu geçmiş yüzün (6) iki başında mason komitesinin ve onun bir mukaddi­mesi olan Yeniçeri içerisine giren fesad komitesi o yüzün iki başında­dır. (7) Allah ü A’lem..
Bu gelecek yüzün dahi bu başında bu küçük deccaller (8) komitesi, öteki başında Büyük Deccalın (9) komitesi bulunduğundan
إِنَّ شَانِئَكَ هُوَ ااْﻻَبْتَرُ işaret ediyor. Bunun kuvvetli delillerini daha bu­lamadım. Bu işaretle şimdilik iktifa ediyorum.
رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا
وَاحْفَظْنَا مِنْ شَرِّ النَّفْسِ وَالشَّيْطَانِ وَمِنْ شَرِّ اِلْحَادِى وَالطُّغْيَانِ
(Haşiye) Cayy-ı dikkattir ki: Frengi hurufatını öğrenmek için; Ramazan gecelerinde çoluk ve çocuğa, zengin ve fukaraya dersıne şenaatına işareten kasidede bir nüshada (
بَتَ ) بِتَّ بِهَا الأَمِيرُ وَالْفَقِيرَا
yani gece işlemek tabiriyle işaret ediyor.
(Bediüzzaman Said Nursi Rumuzat-ı Semaniyeden)
Burada yazılan ve bir derece kapalı olan bu meseleyi, Risale-i Nur Külliyatının muhtelif yerlerine serpiştirilen ve buradaki remizleri açan başka izahlarına bakıyoruz.


(1)- KÜÇÜK DECCAL: “Küçük Deccal” tabiri İslam merkezinde faaliyet gösterecek deccala bakar. Küçüklüğü, mahiyeti itibariyle değil, coğrafi tesir alanından kinayedir. Bu hakikati Bediüzzaman Hazretleri şöyle ifade eder:


“Hem Rus gibi olanlar, mensuh ve tahrif edilmiş bir dini terk etmekle, hak ve ebedî ve kabil-i nesh olmayan bir dine ihanet etmek derecesinde gayretullaha dokunmadığından, zemin şimdilik onları bırakıp, bunlara hiddet ediyor.” (S:172)


İslâm merkezindeki deccalın farklı olduğu da şöyle ifade edilir:


“İslâmların Deccal'ı ayrıdır. Hattâ bir kısım ehl-i tahkik İmam-ı Ali'nin (R.A.) dediği gibi demişler ki: Onların Deccal'ı Süfyan'dır.” (Ş:585)

 


(2)- BÜYÜK DECCAL: Risale-i Nur Külliyatında
,

 

“Kâfirlerin Büyük Deccal'ı ayrıdır.” (Ş:585)

 

şeklindeki ifadeye göre Büyük Deccal’in kafirlerin içinde çıkacağı ve tahrif edilmiş diğer semavi dinleri birinci derece hedef alacağı yazılıdır.
Büyük Deccalin nerede ve ne zaman zuhur edeceğini ve ettiğini Bediüzzaman Hazretleri gayet net olarak açıklamıştır. Şöyle ki:

 

“Büyük Deccal'ın kutb-u şimalî dairesinde ve şimal tarafında zuhur edeceğine kinaye ve işarettir.” (Ş:586)


“Büyük Deccal, şeytanın iğvası ve hükmü ile şeriat-ı İseviyenin ahkâmını kaldırıp Hristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini idare eden rabıtaları bozarak, anarşistliğe ve Ye'cüc ve Me'cüc'e zemin hazır eder.” (Ş:593)


“Lenin'den sonra Rus hükûmetinin başına geçirerek Rusya'nın başını patlatıp bin senelik mahsulâtını yaktırdılar. Büyük Deccal'ın komitesini ve bir kısım icraatını gösterdiler. Ve sair hükûmetlerde dahi ehemmiyetli sarsıntılar verip karıştırdılar.” (Ş:588)


Şualar kitabında izahı bulunan bu meselede “Büyük Deccal”ın kim olduğunu Hz. Üstad gayet net bir şekilde açıklamıştır.

 


(3)- İLERİ KARAKOL: Yani “Küçük Deccal” olan İslâm Deccalı Süfyan, dünya sulhünun medarı olan İslâmiyetin tahribine çalışmasıyla Büyük Deccalın istilasına zemin hazırlamıştır. Nitekim dinsizliğin dünyayı istilası daha çok İkinci Dünya Harbinden sonra olmuştur.

 


(4)- DECCAL KOMİTE REİSLERİN EBCED RAKAMI VE ARTI YÜZYIL: Yani ebced hesabiyledir. Hicri veya Rumi tarih değildir. Şöyleki 1017 ebced rakamiyle malum deccaliyetin dört rüknü olan şahıslardan üçüne delalet ediyor..

 


(5)- 28 ŞUBAT’A : 100 ilavesiyle 1997 lere bakar. “
وَالَّذِينَ كَفَرُوا أَوْلِيَاؤُهُمُ الطَّاغُوتُ bin dörtyüz onyedi (1417)” (Ş:270) 1417 hicri olarak 1997 miladi senesine tekabül eder, O zamanda Deccal komitesinin Kur’an aleyhine dehşetli bir devresine ve icraatına ve 28 Şubat kararlarına hem manasıyla hem tarihiyle işaret eder. Allah u A’lem..

 


(6)- GEÇMİŞ YÜZYIL: 1800’lü yılların başından itibaren vukûa gelen hadiselerden bir kaçı: “Nizam-ı Cedid, Sened-i İttifak, Tanzimat Fermanı, Islahat Hareketleri, 93 Rus Harbi meş’umesi, 1898 Yunan Osmanlı Harbi.”

 

(7)- GEÇMİŞ YÜZYILIN İKİ BAŞI: Her iki deccalin ortaya çıkmasına kadar, hem İslam merkezi olan Osmanlı içinde, hem de büyük Deccal’a zemin hazırlayan dünya devletleri içinde, geçmiş yüz senede İslâm aleyhine dehşetli hazırlıklar yapılmıştır.

Kısaca şöyledir:
Evvelen İslam’ın hakimiyetini sağlayan İslam Devletini ortadan kaldırmak için, o asrın bir başını tutan Mason Komitesi içten içe çalışmıştır. “Nizam-ı Cedid- Sebkan-ı Cedid” gibi yenilenme hareketleri, bütün bütün İslama zıt olduğu halde sanki kurtuluş reçetesi gibi takdim olunmuştur.
Osmanlı tarihi uzmanı olan değerli tarihçi Ziya Nur Aksun bu devreyi şöyle anlatır:

“1792 .. Askerî mağlubiyetlere uğramamız bir kısım rical arasında, kendi nizamımıza ve millî sistemimize karşı şüphe uyandırdı. Güya Devleti kuvvetlendirmek içi Nizam-ı Cedid (Yeni Düzen) ismi ile anılan bir kısım nizamlamalara girişildi. Bunu tatbik eden adamlar, fikren gayet nâkıs, ciddî bir nâmus telâkkisinden uzak, idealist olmaktan berî kimselerdi. Bunların şahsî ahvalini, ŞÂNİ-ZADE’de Âsımın gizli ve matbu tarihlerinde görmek mümkündür. Cedîd’ci ricalin çoğu şahsî menfaatlerini ve zevklerini düşünüyorlardı. Bunların tasarrufları, cemiyette maddî ve manevî huzursuzluk doğurdu… askeri mekteblerde Avrupadan getirilmiş zabitlere dersler verdittirilmişti.” (Gayr-ı Resmi Tarihimiz Ziya Nur Aksu sh: 158)


Yine bu devrede “bir İngiliz filosu bayram namazından istifade ederek Çanakkale Boğazını geçerek İstanbul önlerine kadar gelmiştir. Donanmanın gelişinde bazı dahili ricalin de parmağı bulunduğu söylenmektedir. Bu filo hiçbir şey yapamayıp İstanbul sahillerine üç gün içinde 1300 top tabiye etti. Amiral güç hal Çanakkaleyi terk etti ve birkaç gemisini de kaybetti. (a.g.e)
Bu dönemde padişah olan lll. Sultan Selim Han bu durumları düzeltmek için çok uğraşmasına rağmen içeriye girmiş olan komitelerin tesiriyle fazla bir şey yapamamış ve tahttan indirilmiş ve boğdurularak şehid edilmiştir. (R.H.)

Şair de olan Padişah içinde bulunduğu durumu şu mısralarla dile getirmiştir:
“Millet ve devlete layık mı bu vaz-ı nâ- sâz
Bunun encamını tedvîre Selim mecburuz.”

Risale-i Nur Külliyatında bu tarih ile alakalı olarak İbrahim suresi 3. ayetin bir kelimesinin işarî manasını Bediüzzaman Hazretleri şöyle tefsir etmiştir:


وَيَبْغُونَهَا عِوَجاً nin makamı, tenvin "nun" olmak cihetiyle bin ikiyüz dokuz (miladi 1794) ederek şeriat-ı İslâmiyeye sû'-i kasd olarak ecnebi kanunlarını adliyeye sokmak fikri ve teşebbüsü tarihine tam tamına tevafukla bakar.” (Ş:725)


Devletin içinde 1807-1808’de Cedidci-Muhafazkâr çekişmeleri olmuş. Mason ve İfsad Komitesinin tesirindeki Cedid’ciler ve daha bazı komiteler, fesad kazanı kaynatıp devletin güçsüz kalmasına sebep olmuşlardır.


“Yeni yâran ve âyan hareketlerinin başında bulunan Alemdar, bu zümrenin menfaat ve hukukunu taht-ı emniyete alabilmek için Kâğıthâne’de bir toplantı yaptırdı. Böylece “Sened-i İttifak” denilen vesika doğdu. Âyan hareketinin bir neticesi olan bu “hâcâlet vesikası” maalesef bazı esasîye kitaplarında “Türk Magna Cartası” gibi, gayet yanlış tabirlerle değerlendirilmektedir. Bundan sonra “Sebkân-ı Cedid” ismi altında yeni bir ocak kuruldu.” (age. 166)
Bu kargaşalarda mühim rol oynayan ve sadrazam yapılan Alemdar Mustafa Paşa hakkında şöyle şu bilgiler vardır:
“Gayet cahil bir adam olan Alemdar’ın; “Ben buraya kendi arzumla değil, Avrupa hükümdarlarının arzusuyla geldim” dediği mervidir.” (a.g.e. 161)
İşte İslam deccalinin zuhurundan yüz sene evvel meydana gelen hadiselerden birkaç örnek ki, bunlar hep İslam ve Hilafet düşmanı devletler, bilhassa İngiliz, Fransız ve Rus’ların tahrikleriyle ve tertipleriyle olmuştur.


VAKA-İ HAYRİYE YALANI

Yine geçmiş asrın diğer başını tutan ve Risale-i Nur’da çokca bahsedilen “Fesad Komitesi”, yani İslam Birliği ve hilafet düşmanı İngiliz menşe’li bu komite, bir asır sonraki Deccala zemin hazırlamak için İslamın korunmasında çok ehemmiyetli yeri olan Yeniçeri Ocağınının kaldırılması uğraşıyordu. Maalesef bu ocağı kaldırmışlar ve bu menhus işe milleti aldatmak için “Vakıa-i Hayriye” adını takmışlardır.
Değerli tarihçi Ziya Aksun 1826 senesindeki bu hadiseyi yorumlarken şöyle der:
“Sonradan vukûa gelen fecî neticeleriyle Ocağın ilgâsına “Vak’a-i Hayriye” demek mümkün değildir. Esasen ilgâ edilen bütün bir Osmanlı Ordusu’dur.” (age. sh: 167)
İşte bu hadiseyi Hazret-i Üstad “Sırr-ı İnna A’tayna”da şöyle izah eder:
“Şimdiki

in manasını göste­ren komitenin selefleri hükmünde olan Yeniçeri’nin değil, belki Yeni­çeri’lerin içine karışan fesad komitesi Hilafete karşı isyanlarının başlan­gıcı olan binikiyüzyirmiiki ve yirmidört (miladi 1806-1808) … binikiyüzkırkiki (miladi 1826) olup, binikiyüzkırkbirden (miladi 1825) kırkikiye kadar vuku’ bulan feci’ hadisenin tarihini… ” (Rumuzat-ı Semaniye 153)


Bu ifadelerden de anladığımız gibi Yeniçeri Ocağının kaldırılmasında esas rolü İfsad ve Mason komiteleri oynamıştır. 1808-1826 arasında dehşetli hadiseler olmuş, “bir rivayete göre 30 küsur bin, diğerine göre 7-8 bin Yeniçeri öldürülmüştür.” (Bak: age. sh: 167)
1800 lerden 1900 lere gelinceye kadar bir mühim hadise de “93 harbi” denilen 1877’de Rus’ların Osmanlıya savaş ilan etmesi ve İstanbul önlerine karar gelmesidir. Bu hadise de yine Deccala zemin hazırlayan hadiselerdendir.


“Eğer şeddeli "mim" dahi şeddeli "lâmlar" gibi bir sayılsa, o vakit bin ikiyüz seksendört (miladi 1868) eder. O tarihte Avrupa kâfirleri devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmeğe niyet ederek on sene sonra Rusları tahrik edip Rus'un doksanüç (1293) muharebe-i meş'umesiyle âlem-i İslâmın parlak nuruna muvakkat bir bulut perde ettiler.” (Ş:719)


Risale-i Nur Külliyatından alınan bu bahisler, İslam Deccalının ve Büyük Deccalın zuhur etmesine zemin hazırlayan 19. yüzyıldan 20. yüz yıldaki önemli hadiseleri göstermiş oluyor.

 


(8)- KÜÇÜK DECCALLER : İslam Deccalı Süfyan yani Küçük Deccal (yani kemmiyet (nitelik) cihetinden) bir başında, yani İslâm merkezinde; ve tesiri gelecek yüzyıla kadar devam eder.

 


(9)- BÜYÜK DECCAL : Şimal cereyanı, yani kuzeyden çıkıp her tarafa yayılarak tesir alanının genişliği bakımından Büyük Deccal, öteki başında yani Hristiyanlar içinde bulundular ve yüz yıl kadar tesiri devam etmiştir.

 


İKİ DECCAL’DE AYNI ZAMANDA ZUHUR EDER

 

Her iki deccalin beraberliği ve aynı zamanda zuhur ettikleri ve icraatlarının benzerliği hakkında da şu ifadeler vardır:


“Hem büyük Deccal'ın, hem İslâm Deccalı'nın üç devre-i istibdadları manasında üç eyyam var.” (Ş:587)


“Hadîs-i şerif, bu ümmet-i Muhammediyenin (asm) hayatı nokta-i nazarında çok şâmil bir tesiri hâiz iki insanı haber ver­mektedir.
Bunlardan biri:
Mahz-ı mevhibe-i İlâhiye olacak ve kendisine hikmet-i İlâ­hiye ve hikmet-i Kur’aniye ihsan edilecek.
Diğeri de:
Fitnesi, bu ümmet-i Muhammed’e (a.s.m.) şeytandan daha te’sirli olan, bir şerir zâlim olacaktır.


…Hadîsin be­yanına göre, ümmet-i Muhammed (A.S.M.) için, şeytandan daha eşedd te’siri hâiz bir kimsenin zuhuru.. ve bil’akis senâ-yı Peygamberîye (A.S.M.) lâ­yık bir şekilde mahz-ı hidayet ve hik­met bir zât-ı âlînin mukabele icrasını vazife etmesi, hele bir mu’cize-i Muhammedîyi (A.S.M.) izhar etmek üzere bunların hem-zaman olmalarının hadîsteki kat’iyyet-i beyan dere­cesinde tam tahakkuk etmemesidir.” (Maidet-ül Kur’an 20)


“Âhirzamanda dinsizliğin iki cereyanı kuvvet bulacak:
Birisi: Nifak perdesi altında, risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr edecek Süfyan namında müdhiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır…
İkinci cereyan ise: Tabiiyyun, maddiyyun felsefesinden tevellüd eden bir cereyan-ı Nemrudane, gittikçe âhirzamanda felsefe-i maddiye vasıtasıyla intişar ederek kuvvet bulup, uluhiyeti inkâr edecek bir dereceye gelir. (M:56)

 


Netice
Bütün bunlar ve daha birçok bahisler vardır ki, her iki Deccalin, önceleri ve sonraları, faaliyet sahaları, beraberlikleri ve hakimiyetlerine son verilmesi ve bunu kimlerin yapacağı, Risale-i Nur Külliyatında gayet sarih olarak kaydedilmiştir. Fakat hikmeten mesele biraz farklı yerlere serpiştirilmiştir. Dikkat ve teenni ile bakılırsa herkes görebilir.

iTTİHAD                                             http://www.ittihad.com.tr/sahsi-manevi-kuvveti/ Formularbeginn

 

 

 

MEHDİ MESELESİNDEN BİR NÜKTE

 

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, âhirzamanda zuhur edecek mehdinin Risale-i Nurlar olduğunu müteaddid yerlerde ders vermiştir. Fakat meselenin nezaketi ve hassasiyetinden dolayı konular kapalı ve bir derece dikkate muhtaçtır. Sırr-ı imtihan da bunu gerektiriyor.
Elbette Risale-i Nurlar O’nun vesilesiyle ortaya çıkmıştır. Fakat O şahsını geri çekmiş ve kitaplardaki dar ve geniş zamanlara bakan ve hükmeden esaslara nazarları çevirmiştir. Mesela bu mektupda da “Âhirzamanda gelecek Hazret-i Mehdi de ona o kıymeti verecek itikadındayım” demekle ilk bakışta sanki başka birisi gelecekmiş gibi anlaşılsa da, dikkat edilirse, Risale-i Nura kimin en çok ehemmiyet verdiği ortaya çıkmaktadır. İşte kim Risale-i Nura bu kadar kıymet vermiş ise, o mehdidir. Üstad da o makamın Risale-i Nurların olduğunu söylemektedir. O halde, kim ki Nurlara talebedir ve onun düsturlarıyla hizmet ediyor, derecesine göre o makamdan hissedardır. Yoksa yeni hizmet tarzları ve lider kişiler yoktur ve ihtiyaç da yoktur. Ancak mükemmeliyete varmak vardır.
O makamın cüz’i bir hissesine sahip olan kişinin kendini “mehdi” veya “gelecek zat” veya “sarıklı genç” zannetmesi Risale-i Nurları ve Üstad Hazretlerini anlamamak olur.
Bu gayr-ı münteşir mektupda Üstad Hazretleri der ki:

“Aziz, sıddık kardeşim ve hizmet-i Kur’aniyede kuvvetli arkadaşım!
Sen Feyzi’ye yazdığın mektubunda bir kelimeye nazar-ı dikkati celbetmen sırrıyla, yirmi dakika mektub ve kitablarla, Feyzi ile konuşurken dikkat etmedim. O gittikten sonra anladım. Nazarınıza verdiğim, o kelimeyi buldum. Kalbime geldi ki: Bu kelime içindir ki, hatırıma gelmedi.
Aziz kardeşim! Bana karşı irtibatınız yalnız Risale-i Nur’un kıymeti ve ehemmiyeti noktasında hakikîdir. Benim şahsım itibariyle haddimden çok fazla bir kıymet tasavvur edip irtibat etmek hakikî değil. Belki de zararı var.
Evet mes’ele ikidir.
Biri, Risale-i Nur’dur.
Biri de, onun bir tercümanı.
Ve Risale-i Nur hakkındaki hüsn-ü zannınız daha fevkinde Risale-i Nur’a lâyıktır. Çünki Kur’an-ı Hakîm’in bir mu’cize-i maneviyesidir. Âhirzamanda gelecek Hazret-i Mehdi de ona o kıymeti verecek itikadındayım.
Eski zamanlarda şahsî birer hidayet edici, birer müceddid her asırda gelmişler. Bu zaman, cemaat zamanı olduğu ve enaniyetin fevkalâde hükmettiği zaman olduğu için, şahsiyetlerin ehemmiyeti hakikat noktasında o kadar yoktur. Yalnız kıymet ve kuvvet, mütesanid cemaatlerden tezahür eden şahs-ı manevîdedir.
Lillâhilhamd, Risale-i Nur’un eczalarından ve şakirdlerin tesanüdünden tezahür eden bir şahs-ı manevî, bizlere ve bu zamana Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın hakaikını izhar etmeğe en mükemmel bir rehber, bir mürşiddir.
Onun hizmetinde bulunan benim gibilere, onun evsaf-ı azîmesini vermek yanlıştır.
Fakat herbirimiz onun evsaf-ı azîmesinden bir nevi mazhariyetle istifade ederiz. Ben itiraf ediyorum ki; ben bu eserlere değil sahib belki hizmetinde bulunmasına da lâyık değildim. Cenab-ı Hakk’ın azamet-i kudretine bir delildir ki; en ehemmiyetsiz bir şahsiyetimi gayet ehemmiyetli bir hakikata delil yapmıştır.
Hem Risale-i Nur, öyle bir derecede kıymetini göstermiş; daha müşterileri ona celbetmek için, bir dellâlını fevkalâde göstermeğe lüzum yok.
Kardeşim! Bu izahatımdan gücenme. Bir derece zamanca lüzumu vardır. Cenab-ı Hakk’a yüzbin şükür ediyorum ki, İnebolu’yu ikinci Isparta hükmüne geçirmiş.
Oradaki kardeşlerimize birer birer selâm ediyorum. Salahaddin’in fıkrası da güzeldir. Isparta’ya gönderilecek emanetler geldi. Birinci İhlas’ın bir küçük hâşiyesini gönderiyorum.
Kardeşiniz Said”
(Kastamonu Gayr-ı Münteşir 147/791)

İTTİHAD

http://www.ittihad.com.tr/mehdi-meselesinden-bir-nukte/

 

 

 

Formularende