Mukaddime

1          Tevafuk

1.1      Tevafuk nedir? 

1.2      Tevafuk - Göze görünen bir nevi I’caz

 

1.3     Tevafuklar bir dest-i gaybînin tanzimiyledir ve alâmet-i kabuldür ve rızaya

1.4     Tevafuk kasd ve irade-i âliyeyi gösteriyor

1.5     Tevafuk - Rahmet-i hâssaya yani Cenab-i Hakkın ihsanat-ı hususiyesidir

1.6     Tevafuk bir cilve-i sırr-ı i'cazdır

2          İşarat-ül İ'caz

2.1       Diyanetin Nurları neşir vazifesi 

2.2       İşarat-ül İ'caz'daki tevafuklar, yani arabi İşarat-ül İ'cazin ehemmiyeti

2.3       Elifler tevafuku

2.4       Elifler tevafukundan Örnekler

3          Tevafukları izhar etmek 

3.1       Tevafukları neden izhar etmeye luzumu var? 

3.2       Risale-i Nurlar tahrif edilince Tevafukları izhar etmeye ihtiyaç olacak 

3.3       Tevafuklu yazmak - Risale-i Nurlara sahib çıkmak

4          Tevafukları neşretmenin hikmetleri

4.1       Tevafukla bildirilen nedir ?

4.2       Tevafuklar ehl-i dalaletin inadını kırıyor ve insafa getiriyor 

4.3       Tevafuklar futuhat yapıyor, teshir ediyor, şevkle okumaga sevkediyor

4.4       Tevafukla yazılan Risalelerin hatt-ı hakikisine yaklaşılıyor……

 4.5      Tevafuklar şifa oldu

5          Kaynakla

6          Hatime

 

                                              

 

Kur’ana ve imana ait herşey kıymetlidir,

zahirenne kadar küçük olursa olsun kıymetçe büyüktür. Evet saadet-i ebediyeye yardım eden küçük değildir.

M:283

 

 

Mukaddime

 

Günümüzde Risale-i Nurun Diyanet tarafından neşredilmesine ilk adım atıldı. Ilk Kitab olarak Risael-i Nur külliyatından Işaratul I’caz Ocak 2014de yayınlanmıştır. Diyanet yayınevi, Türkçeye tercüme ile birlikte Arapçasına, dipnot ve tahkik ilave ederek neşretmiştir. Diyanetin şimdi yayınladığı İşarat-ül İ'caz, Üstadın sağlığında ve bizzat tasvibiyle ve tashihiyle yayınladığı İşarat-ül İ'caz olmadığını Lahikalarda görüyoruz. Üstadın neşriyat için vazifelendirdiği Ahmet Aytimur ağabey in görüşlerininde böyle olduğu ittihad.com sitesindeki bir açıklamada bildirilmiştir.“Keşke bu neşriyattan evvel kendisine sorulsaydı. Kitabın iç sayfasında bulunan jenerik kısmındaki bu tarz (tahkikli, dipnotlu v.s.) neşrine karar verenler, bu konuda yetkili kimseler değildirler:”[1] 

Ittihad.com sitesinin  tesbitini teyid eden bir Mektubda Üstad Hazretleri söyle buyuruyor:

 

Aziz Sıddık kardeşlerim!

Evvelen: Denizlideki kardaşlarımız Zülfikarıoradaki matbaada basmaya teşebbüs ettiklerini yazıyorlar. Madem Ineboluda yakında bin Zülfikar çıkacak, şimdilik yeter. Zülfikar yerine Sözleri, ta 24. Söze kadar, Zülfikar ve Asa-yi Musada bulunmayan sözleri bir mecmua olarak

·        ve sıhhatine gayet dikkat etmek

·        ve oradaki mübarek heyetin ittifakiyle

·        ve Hakim-i adil ve nurlara çok hizmet eden Hafız Mustafa ve hapiste iken bizi denizlideki şakirdlerle alakadar eden Sevket ve Müftü Osmanın tenbihleri şartıyla

·        ve Medrese-tüz Zehranın nezareti altında

·        ve meşveretiyle bir mani olmazsa münasib olur.

·        Nura ait büyük meseleler bir iki zatın tensibiyle olamıyor. 

·        MaşaAllah kardaşımız Kazım şimdiden 800 sahifelik bir mecmuaya kağıtları hazırlıyor.                                                                           (Rumuzat-i Semaniye 196)

 

 

Ahmed Hamdi Efendiye Nurların neşredilmesi ile ilgili bir mektubda dahi bu hususa dikkat cekilmiş.

 

Birincisi: Siz mümkün olduğu kadar Diyanet Riyaseti'nin şubelerine vermek için; mümkünse eski huruf, değilse yeni harf ile ve has arkadaşlarımdan tashihe yardım için birisi başta bulunmak şartıyla, memleketteki Diyanet Riyaseti'nin şubelerine yirmi-otuz tane teksir edilmektir. Çünki haricî dinsizlik cereyanına karşı böyle eserleri neşretmek, Diyanet Riyaseti'nin vazifesidir.

Emirdağ Lahikası-2 ( 10 – 11)

 

 

Yinede kaynaklara sadık kalıp neşretmek için daha geç değil. çünkü bu tür önemli eserlerin  ilk olarak neşrolduklarında bunlardan 300-500 adet basılır ve dağıtılıp, bir müddet beklendikten sonar, gelen tenkit ve değişiklikler dikkate alınır. Tahkik edilir. Sonra asıl baskıya geçilir.[2]

Diyanet tarafından neşredilen Işarat-ul I’cazda “Tahkikte takip edilen metod” başıklı sayfada söyle yazmaktadır:

 

“tahik ilminin metoduna göre tahiki yapılan esrelerin nüshaları  mümkünse toplattırılarak bu nüshalardan müellif hattı denilen ilk nüsha – ve hem metinin sıhati açısından hemde zaman itibariye ona yakın olan birkac nüshadan alınarak.. bir nüsha asıl yapılmaksızın nüshalar arasında detaylı karşılaştırmalar yapılır ve nüshalar arasında her türlü fark not alınarak bu notlara istinaden – metnin ilmi doğruluğuna yada yanlışlığına bakılmaksızın yani müellifin metni üzerinde herhangi bir tashih işlemi yapılmaksızın-müellif hattına en yakın nüsha elde edilmeye çalışılır.” (S.66)

 

Madem tahkik metoduyla yola çıkıldı. Risale-i Nurun muhtelif yerlerinde hususen Işarat-ul I’cazdaki “Elifler tevafukuna” bizzat Beziüzzaman Hazretleri kendisi dikkat çekmiş. Demek Müellif bizzat bu eserdeki Tevafuklarla çok alakadar olmuş. Ilmi tahkikte bu tevafuklu nüshalarda nazar-ı dikkata alınsa, eserlerin vehbi olduğunu isbat bakımından faydalı olur inşaAllah. Tahkik işleminde ve kitabın umuma tanıtımında bunun dikkate alınmasını, neşredenlerden rica ediyorum.

 

İşarat-ül İ'caz’ın başındaki TENBIH kısmında bunu Üstad Hazretleri bizzat kendisi belirtmiştir.

 

Üçüncü Nükte: ( İşarat-ül İ'caz’ın )Türkçeye tercümesi, Arabçadaki cezalet, belâgat ve hârika kıymetini muhafaza edememiş. Bazan da muhtasar gitmiş. İnşâallah Arabî tefsir bu tercümenin âhirinde bir mâni' olmazsa neşredilecek, tercümedeki noksanlarını izale edecek. Fakat Arabî tefsirde tevafukun enva'ından çok hârikalar vardır, beşer ihtiyarı karışmamıştır.Onun için o matbuun aynı tarzında -imkânı varsa- mümkün olduğu kadar çalışmak lâzımdır ki, alâmet-i makbuliyet olan o hârikalar kaybolmasın.                                                                              İşarat-ül İ'caz ( 6 )

 

Demek arabi kısmını neşr etmek tam muvafık, ancak tevafuku gösteren nüshalar tercih edilse buradaki ikaza kulak verilmiş olunur inşaAllah.

 

Bunu Bediüzzaman Hazretlerinin neşir vezifesiyle vazifelendirdiği Said Özdemir Ağabey 2010’da yayınlanan bir repörtajda hatırlatmıştır.

 

Üstadımızın beş adet tevafuklu kitabı vardır:

Birincisi Mu’cizat-ı Ahmediye Risalesi; 300 mucize bulunan 150 sayfalık bir Risale... Sekiz müstensih ayrı ayrı yazmışlar... Bir de bakmışlar ki hepsinde Peygamber’in (asv) isimleri alt alta, üst üste, yan yana gelmiş. Bu kitabı tab ettik.

İkinci kitap Mu’cizat-ı Kur’aniye Risalesi; Kur’an kelimeleri hep aynı şekilde tevafuklu. Bu kitap da elimizde, inşallah yakında tab edeceğiz. 

Üçüncü tevafuklu kitap 29. Söz; 40-50 sayfadır. Yazanlar bir bakıyorlar ki bütün satır başlarına “elif”ler gelmiş. Bakıyorsunuz burada 16 elif, burada da 16 elif, ama hiçbir sıkıştırma zorlama yok. Normal yazılmış gitmiş. 501 elif var. ‘Said Nursi’nin de ebced değeri 501.

Dördüncüsü İşârat-ül İ’caz; Bu Risale, harpte, at üstünde kurşunlar yağarken yazdırılıyor. Üstad Hazretleri bana İşârat-ül İ’caz’ı verdi; “bunu basacaksınız ama aslî şekliyle, satır hangi harfle başlamışsa öyle, hangi harfle bitiyorsa aynı olsun” dedi. Elhamdülillah bir dizgi tutturduk Üstadın dediği gibi dizildi, basıldı. Burada beş tane “he” orada da beş tane “he” var. Burada 10 elif orada da 10 elif. Üstad, “Rumuzat-ı Semaniye’de” kısmen bunların hikmetlerini beyan ediyor.

Beşinci Risale Âyet-ül Kübra Risalesi; İstanbul’da basılan ilk nüshasıdır. Onda da tevafuklar var. Henüz elime geçmedi, geçtiğinde tab edeceğiz. [3]

Madem Bediüzzamanın bizzat neşir vazifesi verdigi Said Özdemir Agabeyde böyle bir nüsha var. Bizzat Müellifin rızası bu şekilde oldugu için, bu nüshanın baskıda tercih edilmesini rica ediyorum.

 

Risale-i Nurun Diyanet tarafından neşredilmesine Bediüzzaman Hazretleri çok ehemmiyet vermiştir. Afyon hapsinden çıkar çıkmaz Diyanet işleri Reisi muhterem Ahmed Hamdi Akseki’li Hocaya Risale‑i Nurdan bir takım hazırlattırıp gönderme işiyle alâkadar olmuş.Hazret‑i Üstâd’ın bu meselenin fazlasıyla üzerinde durup ehemmiyet  vermesinin, hatta 1956’da Nurun serbestiyet kazanması üzerine, yeniden hükûmet ve Diyanet Riyaseti eliyle nurların neşrini büyük bir arzu ile istemesinin elbette hikmet ve sebebleri vardır.

     

Mesela Emirdag Lahikasinda 2 (10)

 „haricî dinsizlik cereyanına karşı böyle eserleri neşretmek, Diyanet Riyaseti'nin vazifesidir”  ifadesi ile

 

Emirdag Lahikasında  1 (78) deki ihbar ciddiye alınması gereken ikazlardır:

“Size kat'iyyen ve çok emarelerle ve kat'î kanaatımla beyan ediyorum ki; gelecek yakın bir zamanda, bu vatan, bu millet ve bu memleketteki hükûmet, âlem-i İslâm'a ve dünyaya karşı gayet şiddetle Risale-i Nur gibi eserlere muhtaç olacak; mevcudiyetini, haysiyetini, şerefini, mefahir-i tarihiyesini onun ibrazıyla gösterecektir.”

Emirdağ Lahikası-1 ( 78 )

 

Risael-I Nurun Diyanet tarafından neşri bu bakımdan cok ehemmiyetli gözüküyor. Günümüzdeki Fitneler ve Türkiye üzerinde oynanan oyunlar umuma dahi gözükmeye başladı.

Eğer hukumet bu fitneyi temizlemek ve sulhu tesis etmek istiyorsa; fitne mümessillerinin tahrifat ile Risale-i Nur külliyatını bütünüyle neden yok etmek istediklerini düşünsün ve buna mani olsun.Yani Risale-i Nurlara yapılan her ihanet (şadelestirme gibi) ve vurmak istenen her darbe, bu ülkeye ve bu ülkenin vatandaşlarına ve dolayisiyla alem-i islam memleketlerine ve ehl-i imana, zarar-ı azimdir. Bu sadelşetirme ihaneti, dolayisiyla bu vatandaki ehl-i imanın manevi hukukuna da tecavüz hükmüne gecer. Kaldıki bu meseleye, Risale-i Nur Müellifinin ve varis olarak tayin ettiği Talebelerinin, kat’a ve asla rızası yoktur. Elbette böyle ulvi bir vazife ile tavzif edilen bu Eserlere yapılan bu ihanet, semavi ve arzi belaları celbedecektir ve etmektedir. Bu ihaneti yapanlar tokatlarını yiyorlar ve yiyecekler.Yetkili kişi ve kurumların; memleketin ve alem-I islamın selameti icin, bu meseleye (şadelestirmeye) dur demelerini ve engel olmalarını ve şimdiye kadar basılan kitabları toplatmalarını İstirham ediyorum.

Bu yüzden rica ediyorum, Işaratul Icazı bu tevafukları izhar eder tarzda neşrettsinler, ta ki akılları gözüne inmişlere dahi kati kanaat gelsin ki, bu eserler vehbidir. Asrın Müceddidine ilham edilmiştir  ve “sadeleştirme” adı altında tağyirine asla müsade yoktur.

 

                                                                      

Neden Tevafuklu?

Kur’anın etrafindaki surlar kırıldığında, اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَ اِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَayetin sırrınca..Kuran kendi kendine müdafaa edecek…ve etti. 

 

28. Mektubda bu hakikati Bediüzzaman Hazretleri bir rüya-yı sadıkanın tabiriyle izah etmistir:

 

 

 

 

Eski Harb-i Umumî'den evvel ve evâilinde, bir vakıa-i sadıkada görüyorum ki: Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağı'nın altındayım. Birden o dağ, müdhiş infilâk etti. Dağlar gibi parçaları, dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum vâlidem yanımdadır. Dedim: "Ana korkma! Cenab-ı Hakk'ın emridir; o Rahîm'dir ve Hakîm'dir." Birden o halette iken, baktım ki mühim bir zât, bana âmirane diyor ki: "İ'caz-ı Kur'anı beyan et." Uyandım, anladım ki: Bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılabdan sonra, Kur'an etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur'an kendi kendine müdafaa edecek. Ve Kur'ana hücum edilecek, i'cazı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i'cazın bir nev'ini şu zamanda izharına, haddimin fevkınde olarak, benim gibi bir adam namzed olacak ve namzed olduğumu anladım.

Mektubat ( 368 )

 

Demek Kur’anın müdafaası, i’cazını beyan etmekle tahakkuk etti ve edecek. Âyât-ı Kur'aniyenin i'cazlarını beyan ve Kur'anın kırk vecihle mu'cize olduğunu Risale-i Nur isbat etti.

 

Kuranın 40 i’cazından biri olan tevafukları izhar dahi icazı beyan hükmüne geçer..

 Günümüzdede Kur’anın manevi bir mucizesi olan Risale-i Nura da “Sadeleştirme” adı altında saldırıldı ve hala saldırılıyor. çok şeyler yazılıp çizildi.

 Ancak, şüphe yok ki: Kur’an-ı Hakîm’in asrımıza bakan vechesinin keşf edilip, avamdan en havassa kadar her tabakanın istifade edebileceği bir üslûbla izah ve isbat etmiş olan Risale-i Nurlar’da Kur’ana iktidaen, kendi kendini müdafaa edecektir. Kur'an-ı Hakîm'de bir çok garib ve i'cazlı tevafuklar olduğu gibi, Onun manevi tefsiri olan Nur Risalelerinin yazılış tarzlarında da bazı hârika tevafuklar görülmüştür.

Kur’anın I’cazları icinde belki en kuvvetlisi değil, lakin en zahirîsi olan bu göze görülen tevafuklar, Kuranın manevi bir tefsiri olan Risale-i Nur’dada olduğundan, Risale-i Nurun vehbi olduğuna ve tagyir ve tahrifine müsaade olmadıgına kati hüccettir. çünkü Risale-i Nur’daki tevafuklar’da gösterir ki, bu cümleler ve kelimeler aynen bu şekilde kast ve irade edilmiş.  

Hem Tabakat-ı nâs muhtelif olduğu, hem kesretli tabaka olan tabaka-ı avam gözüne daha ziyade itimad ettiği için umuma gösteririlebilen I’caz bu nevi Tevafukladır ve onları izhar etmeye bu zamanda  ihtiyaç vardır.  Hem Risalelelerin tagyir ve tahrib edilen ve asayişin tehlikede olan şü günlerde daha ziyade ihtiyac olduğu icin, Işarat-ul i’cazdaki arabi kısmını tevafuklu neşretmek ihmale uğramamalı. Yani Diyanetin Risale-i Nur Külliyatından ilk bastırdığı Kitab ehemmiyetlidir.

 

Eger onun ile bu Kitabların vehbi ve asrımızın Müceddidine ilham olunan eserler olarak takdim edilse, onların tahrif edilip neşredilmesi durdurularak ve o “sahte” Kitablar devlet tarafından toplattırılarak  ancak devlete sızmaya çalışan cereyanlara karşı da istikametli bir tavır alınmış olunur.

 Daha sonra Hem İşaratul İcaz hem Diger  Kitablar Üstad Hazretlerinin diyanete daha hayattayken bizzat kendisi tasvibiyle ve tashihiyle yayınladığı ve gönderdigi kitabları tercih etmek daha muvafık. Diyanete gönderilen bir mektubda böyle bir takım mevzu bahis edilmiştir.

 

 Onun için benim bu şiddetli tesemmüm hastalığım vefatımla neticelenmesi düşüncesiyle, sizi nurlara benim bedelime hakikî sahip ve hâmî ve muhafız olacağınızı düşünerek; üç sene evvel mükemmel bir takım Risale‑i Nur’u size vermek niyet etmiştim. Fakat şimdi hem mükemmel değil, hem tamamı değil.. Fakat ekseriyet‑i mutlaka eczaları, Nur şâkirtlerinden gayet mühim üç zatın on beş sene evvel yazdıkları bir takımı sizin için şiddetli hastalığım içinde bir derece tashih ettim. Bu üç zatın kaleminin benim yanımda on takım kadar kıymeti var. Senden başka bu takımı kimseye vermiyecektim.

 

Emirdağ Lahikası-2 ( 10  

1       Tevafuk

 

1.1           Tevafuk nedir?

 

Tevafuk mefhumunun izahını Hazret-i Üstad Bediüzzaman bazı yerlerde izah ettiği gibi, onu çok mühim görmüş. Tevafukun envaını da Nur Risalelerinde yer yer kaydetmiştir. Kur'an-ı Hakîm'de bir çok garib ve i'cazlı tevafuklar olduğu gibi, Nur Risalelerinin yazılış tarzlarında da bazı hârika tevafuklar görülmüştür. Hattâ Nur hizmetleriyle alâkadar hâdiselerin tevafuklarını da bazan kaydetmiştir. Şimdi tevafuk mânasının ne demek olduğu hakkında Hazret-i Üstad'ın çok güzel ve şirin bir ta'rifi şöyledir:

 

 

«İşârât-ül İ'caz tefsirinde lâtif bir işaret-i i'caziyeyi gördük. O işareti beyandan evvel bir mukaddeme:

 Kudsî bir şeyin zarfı ve kılıfı, ârizi bir kudsiyet aldığına binaen ve tevafukta bir işaret-i kudsiye gördüğümüzden:

·        tevafut nazarımızda bir kudsiyet kesbetmiştir.

·        Hem tevafuk, alâmet-i tevfik olduğu için nazarımızda mübarek olmuştur.

·        Hem tevafuk, ittifaka işaret, ittifak ise ittihada emare, ittihad ise, vahdete alâmet, vahdet ise, tevhide delâlet, tevhid ise, Kur'an'ın dört esasından en mühim esası olduğundan; tevafuk nazarımızda yüksek bir meymenet almıştır.

·        Hem tevafuk, şevki tezyid ve kelâmı tezyin ettiğinden nazarımızda güzelleşmiştir...» (Elyazma Rumuzat-ı Semaniye sh: 154)

 

 

Tevafuktaki müdahale-i gaybiyeyi bir mektubda size böyle bir temsil ile beyan etmiştim: Meselâ, benim avucumda nohut, leblebi, üzüm, buğday gibi maddeler bulunsa, ben onları yere atsam; üzüm üzüme, leblebi leblebiye karşı sıralansa, hiç şübhe kalır mı ki, elimden çıktıktan sonra, gaybî bir el müdahale edip sıralamasın. İşte hurufat ve kelimat o maddelerdir, ağzımız o avuçtur.

Barla Lahikası ( 315 )

 

“Gaybi el”, mecaz manadır. Risale-i Nurdaki kelmimelerin intizamlı olması, onun vehbi yani ilham olduğunu göstermezmi?

“Gaybi el”in müdahelesine delil ise aşağıdaki paragrafta beyan edilmiştir.

 

Acemî ve tevafuktan haberi yok ve bize de daha tevafuk tezahür etmeden evvel onun ve başka sekiz müstensihin birbirini görmeden yazdıkları nüshalarda; Lafz-ı Resul-i Ekrem (Aleyhissalâtü Vesselâm) kelimesi bütün risalede ve Lafz-ı Kur'an beşinci parçasında öyle bir tarzda tevafuk etmeleri göründü ki, zerre mikdar insafı olan tesadüfe vermez. Kim görmüşse kat'î hükmediyor ki; bu bir sırr-ı gaybîdir, mu'cize-i Ahmediye'nin (A.S.M.) bir kerametidir.

Mektubat ( 88 )

 

                           

1.2    Tevafuk - Göze görünen bir nevi I’caz

 

Tevafuk, umuma görünen I’cazdır. Izharı, umumun hakkıdır ve onların evhamlarının defedilmesi bakımından lüzumludur, ta ki bu Eserlerin kudsi, vehbi olduğu anlaşılsın.

 

 

Fakat tabakat-ı nâs muhtelif olduğu, hem kesretli tabaka olan tabaka-i avam gözüne daha ziyade itimad ettiği için; o sekiz inayatın içinde en kuvvetlisi değil, belki en zahirîsi tevafukat olduğundan; -çendan ötekiler daha kuvvetli, fakat bu daha umumî olduğu için- ona gelen evhamı def'etmek maksadıyla, bir müvazene nev'inden, bir hakikatı beyan ….

{(Haşiye): Ondokuzuncu Mektub'un Onsekizinci İşaretinde; bir nüshada, bir sahifede dokuz Kur'an tevafuk suretinde bulunduğu halde birbirine hat çektik, mecmuunda Muhammed lafzı çıktı. O sahifenin mukabilindeki sahifede sekiz Kur'an tevafukla beraber, mecmuunda Lafzullah çıktı. Tevafukatta böyle bedi' şeyler çok var. Bu haşiyenin mealini gözümüzle gördük. Bekir, Tevfik, Süleyman, Galib, Said}

Mektubat ( 378 )

 

 

Hem Kur'anın i'cazı, tabakat-ı insaniyede kırk tabakaya karşı ayrı ayrı i'cazını gösterdiğini, Üstad Haretleri Ondokuzuncu Mektub'un Onsekizinci İşaretinde beyan etmiştir. O Tabakalardan bur taneside “Gözlü tabakadır” :

 

İkinci Tabaka: Gözlü tabakasıdır. Yani: Âmi avamdan veyahut aklı gözüne inmiş maddiyyunlar tabakasına karşı, Kur'anın göz ile görünecek bir işaret-i i'caziyesi bulunduğu, Onsekizinci İşaret'te dava edilmiş. Ve o davayı tenvir ve isbat etmek için, çok izaha lüzum vardı. Şimdi anladığımız mühim bir hikmet-i Rabbaniye cihetiyle o izah verilmedi. Pek cüz'î birkaç cüz'iyatına işaret edilmişti. Şimdi o hikmetin sırrı anlaşıldı ve te'hiri daha evlâ olduğuna kat'î kanaatımız geldi. Şimdi o tabakanın fehmini ve zevkini teshil etmek için; kırk vücuh-u i'cazdan göz ile görülen bir vechini, bir Kur'anı yazdırdık ki o yüzü göstersin.                                                          Mektubat ( 406 - 407 )

 

Kur’anın kudsi harflerini tağyir eden cereyana karşı Üstad Hazretleri Kur'anın göz ile görünecek bir işaret-i i'caziyesi izhar etmekle mukabele ediyor. Günümüzdeki Risale-i Nuru sadeleştirme adına yapılan tahrifata karşı, Risale-i Nurdaki tevafukları Diyanetin Risale-i Nur Külliyatından bastıracagı ilk kitabda izhar etmek, Bediüzzaman Hazretlerin zamanında Kur’anın  tahrifatında gösterdiği mücadeleye ittiba etmek olur inşaAllah.

 

                                                          

1.3    Tevafuklar bir dest-i gaybînin tanzimiyledir ve alâmet-i kabuldür ve rızaya emaredir

 

Hem şu tevafukat-ı belâgat olmasa da, madem içinde eser-i kasd ve şuur görünür; kasd ve şuur ise, bilmüşahede ve bil'itiraf, müellif ve müstensihlerin değil, elbette bir dest-i gaybînin tanzimiyledir. Ve o dest-i gaybînin bu tarz müdahalesi ise, alâmet-i kabuldür ve rızaya emaredir. Ve bu emare de remz eder ki; yazılan hakikatlar kusursuzdur, hak bir surette gösterilmiştir.

Amma sair kitablarda şu nevi tevafukat bulunuşu tesadüfe verilebilir. Fakat şu risalelerdeki şuurlu tevafukat-ı gaybiyeyi, bütün gören zâtların ittifakıyla, şuursuz tesadüfe havale edilemez ve verilmesine imkân verilmiyor. Hattâ en mühim iki müstensih ve bizler, değil ki bir risalenin umumunda; bir tek sahife kanaat verir ki, tesadüf karışamaz, haddi değildir. Çünki misil olarak iki-üç kelime bulunur; birbirine bakar öyle bir vaziyette ki, zahiren bir kasdı irae ediyor.

 

Barla Lahikası ( 318 - 319 )

 

 

1.4    Tevafuklar kasd ve irade-i âliyeyi gösteriyor

 

Yazdığımız risalelerde, Kur'an kelimesi ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm kelimesinde öyle bir derece tevafukat görünüyor.. hiçbir şübhe bırakmıyor ki, bir kasd ile tanzim edilip, müvazi bir vaziyet verilir. Kasd ve irade ise, bizlerin olmadığına delilimiz: Üç-dört sene sonra muttali' olduğumuzdur. Öyle ise bu kasd ve irade, bir inayet eseri olarak gaybîdir. Sırf i'caz-ı Kur'an ve i'caz-ı Ahmediyeyi teyid suretinde o iki kelimede tevafuk suretinde o garib vaziyet verilmiştir. Bu iki kelimenin mübarekiyeti, i'caz-ı Kur'an ve i'caz-ı Ahmediyeye bir hâtem-i tasdik olmakla beraber; sair misil kelimeleri dahi, ekseriyet-i azîme ile tevafuka mazhar etmişler. Fakat onlar, birer sahifeye mahsus.

Mektubat ( 378 )

 

                 Elcevab: Bir şeyde tevafuk olsa, küçük bir emare olur ki; onda bir kasd var; bir irade var; rastgele bir tesadüf değil. Ve bilhâssa tevafuk birkaç cihette olsa, o emare tam kuvvetleşir. Ve bilhâssa yüz ihtimal içinde iki şeye mahsus ve o iki şey birbiriyle tam münasebetdar olsa, o tevafuktan gelen işaret sarih bir delalet hükmüne geçer ki; bir kasd ve irade ile ve bir maksad için o tevafuk olmuş, tesadüfün ihtimali yok.    Emirdağ Lahikası-1 ( 40 - 41 )

 

                                                                      

Re'fet Bey!

Senin çok antika iki mu'cize-i kudret, müzehanemi tezyin etti. Âdi zannettiğimiz şeylerde, ne kadar hârikulâde işler bulunduğunu ihtar ediyorlar. Şu Ondokuzuncu Mektub'da ikinci, üçüncü cüz'ünde salavat-ı şerifenin her sahifede birbirine bakması tesadüf işi olamaz. Çünki tesadüf, onda bir tevafuk eder. Bu ise onda dokuz tevafuk var.

Demek ne şuursuz tesadüfün işi ve ne de benim ve ne de kâtiblerin düşünüşüdür. Çünki ben yeni anlıyorum, kâtibler benden sonra anladılar. Demek gaybî bir kasd ve irade ile, umum Sözler'de ve bilhâssa Ondokuzuncu Mektub'daki salavat-ı şerifede hârika bir letafeti irade etmiş. O tevafukat ise, gaybî bir kasd ile dercedilen bir belâgat ve letafetin tereşşuhatıdır.

Barla Lahikası ( 343 )

 

 

 

1.5    Tevafuk - Rahmet-i hâssa yani Cenab-ı Hakkın ihsanat-ı hususiyesidir

 

 

Üçüncü Nükte: İşaret-i hâssa, işaret-i âmme münasebetiyle bir sırr-ı dakik-i rububiyet ve Rahmaniyete işaret edeceğiz:

 

           

Bir kardeşimin güzel bir sözü var. O sözü, bu mes'eleye mevzu edeceğim. Sözü de şudur ki: Bir gün güzel bir tevafukatı ona gösterdim, dedi: "Güzel! Zâten her hakikat güzeldir. Fakat bu Sözler'deki tevafukat ve muvaffakıyet daha güzeldir." Ben de dedim: Evet herşey ya hakikaten güzeldir, ya bizzât güzeldir veya neticeleri itibariyle güzeldir. Ve bu güzellik, rububiyet-i âmmeye ve şümul-ü rahmete ve tecelli-i âmmeye bakar. Dediğin gibi, bu muvaffakıyetteki işaret-i gaybiye daha güzeldir. Çünki bu, rahmet-i hâssaya ve rububiyet-i hâssaya ve tecelli-i hâssaya bakar bir surettedir. Bunu bir temsil ile fehme takrib edeceğiz. Şöyle ki:

Bir padişahın umumî saltanatı ve kanunu ile, merhamet-i şahanesi umum efrad-ı millete teşmil edilebilir. Her ferd, doğrudan doğruya o padişahın lütfuna, saltanatına mazhardır. O suret-i umumiyede, efradın çok münasebat-ı hususiyesi vardır.

İkinci cihet, padişahın ihsanat-ı hususiyesidir ve evamir-i hâssasıdır ki; umumî kanunun fevkınde, bir ferde ihsan eder, iltifat eder, emir verir.

İşte bu temsil gibi; Zât-ı Vâcib-ül Vücud ve Hâlık-ı Hakîm ve Rahîm'in umumî rububiyet ve şümul-ü rahmeti noktasında herşey hissedardır. Her şey'in hissesine isabet eden cihette, hususî onunla münasebetdardır. Hem kudret ve irade ve ilm-i muhitiyle her şeye tasarrufatı, her şey'in en cüz'î işlerine müdahalesi, rububiyeti vardır. Herşey, her şe'ninde ona muhtaçtır. Onun ilim ve hikmetiyle işleri görülür, tanzim edilir. Ne tabiatın haddi var ki, o daire-i tasarruf-u rububiyetinde saklansın ve tesir sahibi olup müdahale etsin ve ne de tesadüfün hakkı var ki, o hassas mizan-ı hikmet

dairesindeki işlerine karışsın. Risalelerde yirmi yerde kat'î hüccetlerle tesadüfü ve tabiatı nefyetmişiz ve Kur'an kılıncıyla i'dam etmişiz, müdahalelerini muhal göstermişiz. Fakat rububiyet-i âmmedeki daire-i esbab-ı zahiriyede, ehl-i gafletin nazarında hikmeti ve sebebi bilinmeyen işlerde, tesadüf namını vermişler. Ve hikmetleri ihata edilmeyen bazı ef'al-i İlahiyenin kanunlarını -tabiat perdesi altında gizlenmiş- görememişler, tabiata müracaat etmişler.

 

            İkincisi,

·        hususî rububiyetidir

·        ve has iltifat

·        ve imdad-ı Rahmanîsidir ki,

 

umumî kanunların tazyikatı altında tahammül edemeyen ferdlerin imdadına Rahman-ür Rahîm isimleri imdada yetişirler. Hususî bir surette muavenet ederler, o tazyikattan kurtarırlar. Onun için her zîhayat, hususan insan, her anda ondan istimdad eder ve meded alabilir.İşte bu hususî rububiyetindeki ihsanatı, ehl-i gaflete karşı da tesadüf altına gizlenmez ve tabiata havale edilmez.

İşte bu sırra binaendir ki; İ'caz-ı Kur'an ve Mu'cizat-ı Ahmediye'deki işarat-ı gaybiyeyi, hususî bir işaret telakki ve itikad etmişiz. Ve bir imdad-ı hususî ve muannidlere karşı kendini gösterecek bir inayet-i hâssa olduğunu yakîn ettik. Ve sırf lillah için ilân ettik. Kusur etmişsek Allah afvetsin. Âmîn.

 

رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْنَاektubat ( 379 )

 

1.6    Tevafuk bir cilve-i sırr-ı i'cazdır

 

[Sözler'in tebyizinde kıymetdar hizmeti sebkat eden muallim Ahmed Galib'in fıkrasıdır.]

 

"Elde Kur'an gibi bürhan-ı hakikat varken

Münkiri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir."

Sözün özdür ey can, tekellüf değil

 

Ledün ilminin zübde-i pâkidir

Bu, sümmettedarik tasannuf değil

 

Dizilmiş nizamla bütün harfleri

Tevafuktur, aslâ tehalüf değil

 

Bu bir cilve-i sırr-ı i'cazdır

Ki Kur'andandır, tecevvüf değil

 

Teselliye ermemiş elinde kalem

Eder arz-ı dîdar, taharrüf değil

 

İsabet buna savb-ı Hak'tan gelir

Bu kasdî değildir, tasarruf değil

 

Bunu görmeyen bed nazarlar için

Telehhüf derim ben, teessüf değil         

Ahmed Galib (Rahmetullahi Aleyh)Mektubat ( 381 )

 

Birinci, İkinci Sözler çok ellerde dolaştıkları için, okunmaz bir halde idiler. Keza istinsah ettim. Kalbime geldi ki: "Acaba şu İslâm ve iman hücceti olan  Sözler'de bir sırr-ı tevafuk var mı?" diye baktım, gördüm, اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّىdedim. Anladım ki, risalelerde umumiyetle bir kitle-i i'caz ve Şems-i Sermedî'nin sönmez bir ziya-yı hakikatı görünüyor. Nasılki Kur'an-ı Hakîm bütün dünyaya, ins ü cinne bin küsur seneden beri nida edip, düşmanlarını iskât ve dostlarını müferrah edip, hükmü kıyamete kadar bâkidir. Öyle de, Kur'an-ı Hakîm'in hakikî müfessiri olan Risale-i Nur ve eczaları, bu zulümatlı perdelerin altından kendilerini gösterip neşr-i envâr ettikleri gibi, inşâallah bir zaman olacak zulümat perdelerini yırtarak, bütün dünyaya hitab edip, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın mu'cize-i bahiresini isbat edecektir. Cenab-ı Hak ilâ yevm-il kıyam neşr-i envâra hizmet eden hâdimlerinin teksirini ihsan buyursun.

 

Hâfız Ali                                                                           Barla Lahikası ( 240 )

 

 

                                                       

2       İşarat-ül İ'caz

 

2.1    Diyanetin Nurları neşir vazifesi

 

 

İşarat-ül İ'cazdaki tevafuklar ile Kur’andaki tevafukların münasebeti.

Hamisen: İşarat-ül İ'caz ve Onuncu Söz ve Yirmisekizinci Mektub ve Yirmidokuzuncu Söz Risalelerinde Lafzullaha işaret eden Elif hurufunun gösterdiği sırlar Kuran-i Azimi-uş şanda  Lafzullahın tevafuk sırlarından tereşşuh ettiğini ve ondan geldiğini ve ona işaret ettiğini ve onun anlaşılmasına basamak olduğuna şimdi kati kanaatimiz gelmiştir.                                                   (Rumzat-I Semaniye  138)

 

 

Kurandaki Tevafukları neden izahr ettiğini beyan eden Üstadın saydığı sebebler:

 

Kur’ân-ı Hakîm’i yeni bir tarzda yazmaktaki niyetimin sebebleri üçtür.

[Birincisi] Hutut-ı Kur’âniyenin muhafazasına hizmettir. Çünkü gördüm ki sözlerde tevafukatın zuhuruyla fütura düşen müstensihlerin şevkini yeniledi. Gayrete geldiler. Yeni bir heves uyandı. Kendine yazanlar tekrar yazmağa başladı. Hem yüzler âdemlerin sözlere ve dolayısıyla hakaik-i Kur’âniyeye karşı imanları kuvvetlendi. Hatta bir kısım dinsizler dahi o tavafukatı görüp inkar edemedikleri için ikrara mecbur oldular. Hatta bunlardan birisi demiş:

Bunları ikrar etmem fakat inkar da edemem. Çünkü gözümle görüyorum demiş. Madem Kur’ânın ayineleri olan sözlerde bu hal iki mühim faideyi veriyor. O iki faideyi vermesiyle emniyetimiz geldi ki bir inâyet-i İlahiyedir. Ve içinde bir işaret var.

 

·        O ayinelerdeki cilveler Kur’ânın malı olduğu gibi

·        ve Kur’ândan geldiğini

·        ve Kur’ânın hesabına geçtiğini

·        ve hakaikınin güzelliğinin namına bulunduğunu göstermek için

 

o tevafukatın menba-ı nuranisinin bir kısmını göstermek suretinde mevcut ve matbu’ Hafız Osman hattıyla Kur’ânın sahife ve satırlarını muhafaza etmek şartıyla yeni bir Kur’ânı yazdırmayı niyet ettik. (Rumuzat-i Semaniye  29-30)

                                                  

2.2    İşarat-ül İ'caz'daki tevafuklar, yani arabi İşarat-ül İ'cazın ehemmiyeti

 

Rumuzat-ı Semaniyenin önsözünde, Hazırlayanlar tarafından nazar-ı dikkate verilen şu mesele ehemmiyetine binaen buraya alınmıştır.

 

Rumuzat-ı Semaniyede Birinci Remiz, altı adet küçük Remiz ile tamamı 120 sayfa olan matbu’ İşarat-ül İ'caz tevafukatını ve Kur‘an ile örtüştüğü noktaları izah eder. Birinci Remizin konusu Işarat-ul Icazdır.

Ikinci Remiz Risalesi ise Kenzülarş Duası ile başlar. Matbu İşarat-ül İ'caz, Kuran i’cazını izah ederken, kendiside i’cazlı ve tevafukatlı olmuştur.  Otuzuncu Mektub namını alan Arabisidir, tercümesi değildir.. 300 Sayfalık tercümesi, 120 sayfa olan orjinal Arabcasından Abdulmecid Nursinin yaptığı tercümedir. Birinci Remizin anlaşılması icin, tevafukatlı Arabi İşarat-ül İ'caz neşredilmesi gereklidir.

Hem Müceddidiyet vazifesi bir ülkeyle sınırlı olmayıp umum ümmete baktığı cihetle, Arapca telif edilen İşarat-ül İ'cazve sair arabi Risaleler ülkemizdeki Alimlere ve geniş arab alemine ulaştırılması, Üstada vefa borcumuz ve o eserlere muhtaç olanların üzerimizdeki hakkıdır.(Rumuzat-ı Semaniyede 8)

 

 

 

[Birinci Remiz] İşarat’ül İ’caz tefsirinde tevafuk suretinde latif bir                                  işaret-i i’caziyeyi gördük o işaratı beyandan evvel;

                                            [Bir Mukaddeme]

 

·        Kudsi bir şeyin zarfı ve kılıfı ârızî bir kudsiyet aldığına binaen

·        ve tevafukta bir işaret-ı kudsiye gördüğümüzden

 

tevafuk nazarımızda mübarek olmuştur.

Hem tevafuk ittifaka işaret, ittifak ise ittihada emare, ittihat ise vahdete alamet, vahdet ise tevhide delalet, tevhid ise Kur’ânın dört esasından en mühim esası olduğundan tevafuk nazarımızda yüksek bir meymenet almıştır.

Hem tevafuk şevki tezyid ve kelamı tezyin ettiğinden nazarımızda güzelleşmiştir.

İşarat’ül İ’caz tefsiri harb-i umuminin birinci senesinde cephe-i harpte ateş içinde müracaat edilecek bir kitap olmadığı halde ani bir surette ayat-ı Kur’âniyeden tereşşüh eden nüktelere dair yazılmıştır. O zaman her vakit şehit olmaya hazırlandığımızdan ve şahadeti beklediğimizden o tefsir inşaallah gâyet halis bir niyetle yazılmıştır. Onun için böyle bir keramete mazhar olmaya layıktır.

                                                                    

Eski harb-i umuminin beşinci senesinde tab’ edilmiştir. Şimdi İşarat’ül i’cazdaki tevafukat-ı harfiye suretinde tezahür eden latif bir işaret-i i’caziye şudur ki: Sahifenin satırları başındaki eliflere baktım. Ondört adet çıktı. Birden karşıki sahifenin satırları başındaki elifleri saydım. Aynen ondört adet çıktı. Satırın aşağı başındaki ta’lara baktım. Birbirine muvafık altışar çıktı. Dedim bu mübarek tefsir sözlerin büyük bir kardeşi olduğundan sözlerdeki kelimat tevafuku olduğu gibi bunda daha ince bir tevafuk işareti bulunması lazım geliyor fikriyle tetkik ettim. Yüz yirmi (120) sahifeden ibaret hemen umumiyetle her bir sahife ya karşıki sahifeye veya arka sahifeye veya arkaya karşı sahifeye ya tam tevafuktadır veyahut latif bir münasebet-i adediyeyi gösterir. Hatta bir sahifede tevafuk yoktu. Baktım o tevafuksuz sahife rakamına tam tevafuk ediyor. Bu tevafukat-ı umumiyenin en latif bir ciheti şudur ki; onüç (13) elif bulunan tevafuk bütün kitapda yedi (7) defadır. Yedi elif olan tevafuk ise onüç (13) defadır. Ondört (14) elifli tevafuk sekiz defadır. Sekiz (8) elifli tevafuk ise ondört (14) tür. Dokuz (9) elifli tevafuk yine oniki (12)dir. Hem bir cihette ondört (14)tür. On (10) elifli tevafuk ise onbir (11)dir. Onbir (11) ise onbeş (15)tir. Oniki (12) yine onbeş (15)tir. Onbeş beştir. Beş yine beştir. Altı yine beştir. Demek muhtelif rakamlar tevafukattan beş kısmı beş, bu beş dahi beş defadır. Bu mübarek beşte latif ve mübarek tevafuk çıkıyor. Ve hakeza. Çok cihetlerle latif bir intizamı gösterir. Elbette intizam kat’iyen tesadüf işi olamaz. Çünkü elif dörtten onsekize kadar bulunuyor. Demek ondört ihtimalden bir ihtimal ile tesadüf eder. Ta ikiden on ikiye kadardır. Demek on ihtimalden bir ihtimal ile tesadüf eder. Tesadüf olsa olsa beşte bir. Dörtte bir haydi üçte bir olsun tesadüf zannedilir. Halbuki on adetten sekiz hakiki tevafuk onda on olarak latif bir nisbet-i adediye ile tevafuk ise tesadüf işi katiyen olamaz. Hem çok kitaplara baktım. Pek nadir tevafuk ediyor. O da bir ittirad ve intizam tahtında ve bu tefsir gibi umum sahifelerinde bedi’ bir tarzda bulunmaz ve hiçbir cihette tesadüf işi olamaz. Tefsirin bütün sahifelerinde yalnız elif ve ta’nın tevafukatına işaret ettim. Daha başka sırları var olduğuna katiyen kanaatimiz geldi. Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyan tefsiri elbette i’cazının cilvesine ayine olur.                          (Rumuzat-I Semaniye S 72-73)

 

Diyanetin Arabca İşarat-ül İ'cazı neşrederken tevafuklu olan nüshayı tercih etmesi için kitabda işarete edilen mühim bir sebeb.  

 Bilirsiniz uzak yerlerden, bazı beş günlük yoldan bir zât bizi görmek ve uhrevî bir istifade etmek için gelir. Halbuki vaziyetim birkaç saatten fazla onunla görüşmeyi müsaade etmiyor. Halbuki, o misafire risalelerin kıymetini göstermek, onu onlardan istifadeye sevk etmek, hem muhtaç olduğu kuvvet-i imana ve kuvve-i maneviyeye yardım etmek için, birkaç gün lâzım. Çünki risalelerdeki kuvvetli bürhanlara herkes yetişemiyor, tamamıyla kavramıyor. Ruhum çok arzu ediyordu ki; kısa, hafif bir vesile elime geçip, bîçare misafirlerin zahmeti beyhude gitmesin. Fakat kerametim yok, elimden bir şey gelmez. Yalnız misafirlerin niyet ve ihlasına itimad edip onların mükâfatını rahmet-i İlahiyeye havale ediyordum. İşte Cenab-ı Hak evvel İşarat-ül İ'caz'da, sonra Onuncu Söz'de çabuk kanaat verecek ve risalelere itimad ettirecek bir eser-i inayet ihsan etti. Hakikaten benim için çok kolay oldu. Ben de çok rahat ettim ve çok zâtlara az bir zamanda kuvve-i maneviye ve Kur'an-ı Hakîm'in hakkaniyetine göz ile görünecek emareler gösteriyordum. Hattâ çok muannidlerin inadı kırıldı. Çok dinsizler de, onunla imana geldiler. Fakat İşarat-ül İ'caz'daki izahı bir, iki, üç saat bitmiyordu. Ben de yoruluyordum. Cenab-ı Hak kemal-i rahmetinden daha kolay, İşarat-ül İ'caz'ın iki saatte verdiği faideyi Onuncu Söz iki-üç dakikada aynı faideyi verdi. Bu zamanda göz ile görünecek gayet cüz'î bir eser-i inayet, manevî büyük kerametlerden daha tesirlidir.

 

İşte bu cüz'î eser-i inayet hem bana, hem sizin gibi kardeşlerime bir kolaylık temin ettiği için, ziyade ehemmiyet verdim. Madem bu Söz'deki tevafuk bize ve misafirlere çok faidelidir ve hayırlı neticeler verir, elbette içinde bir inayet var. Âdi olsun, yüz emsali bulunsun yine bize fevkalâde bir inayet, bir ikram-ı Rabbanîdir.

Barla Lahikası ( 311 )

 

 

Sâniyen: Madem Cenab-ı Hak sizi Ankara'da Risale-i Nur'un başkumandanı olarak ihsan etmiş; Risale-i Nur'un, Kur'anın kırk vech-i i'cazından bir vechi olan nazmını beyan eden İşarat-ül İ'caz tefsirinin neşri de size müyesser oldu. O vech-i nazım yedi kısımdır. Bir kısmı tevafukattır. Tevafukatın bir nev'i de Lafza-i Celal'de görülen zahir tevafukattır.

İşte mu'cizatlı Kur'anımız bu tevafukatı gösteriyor. İnşâallah bu mu'cizatlı Kur'anın neşri ve tab'ı da size nasîb olacak. Evvelce Üstadımız onbin lira size göndermişti. Şimdi de Kur'anın âyetlerine tam muvafık olarak 6666 lirayı ki bu para, talebelerin iki senelik tayinatından fazla kalan paradır. Bunda bir sırr-ı azîm var, aynı altun para gibi mübarektir. Başkasına sarf etmemek lâzımdır. Size bazı Kur'anın cüzleri ile birlikte gönderiyoruz ve pekçok selâm ediyoruz.

Emirdağ Lahikası-2 ( 235 )

 

 

Üçüncü Nükte: ( İşarat-ül İ'caz’ın )Türkçeye tercümesi, Arabçadaki cezalet, belâgat ve hârika kıymetini muhafaza edememiş. Bazan da muhtasar gitmiş. İnşâallah Arabî tefsir bu tercümenin âhirinde bir mâni' olmazsa neşredilecek, tercümedeki noksanlarını izale edecek. Fakat Arabî tefsirde tevafukun enva'ından çok hârikalar vardır, beşer ihtiyarı karışmamıştır.Onun için o matbuun aynı tarzında -imkânı varsa- mümkün olduğu kadar çalışmak lâzımdır ki, alâmet-i makbuliyet olan o hârikalar kaybolmasın.

İşarat-ül İ'caz ( 6 )

 

Demek arabi kısmını neşr etmek tam muvafık, ancak tevafuku gösteren nüshalar tercih edilse buradaki ikaza kulak verilmiş olur.

 

Fakat münasebat-ı tevafukiyeye dair işaretler, mutlak ve mücmel ve küllî surette sünuhat-ı ilhamiyedir. …Biliniz ki; şu zamanda şu vazife-i imaniye çok mühimdir. Benim gibi, zaîf, fikri çok cihetlerle inkısam etmiş bir bîçareye yükletmemeli, elden geldiği kadar yardım etmeli. Evet, mücmel ve mutlak hakaik; biz, zahirî vesile olup çıkıyor. Tanzim ve tasfiye, tasvir ise; kıymetdar, muktedir ders arkadaşlarıma aittir. Bazan onlara vekaleten tafsilâta, tanzimata girişiyorum, noksan kalıyor…

Kur'an-ı Hakîm'in esrarından bazan istimdad ederim. Keramat-ı Kur'aniye olarak, tevafukatta bir ikram-ı İlahî hissettim, iki elimle sarıldım.

Evet Kur'an'dan tereşşuh eden İşarat-ül İ'caz ve Risale-i Haşir'de kat'î bir işaret hissettim. Emsalleri bulunsun, bulunmasın bence bir keramet-i Kur'aniyedir. İşarat-ül İ'caz'ın bir sahifesine dikkat ettik; satırların başında bütün hurufat ikişer ikişer olup, hârika bir intizam ile hurufatın vaz'edildiğini gördük. Onuncu Söz'de medar-ı tevafuk 3,4,5,6 rakamları, her birisi 13'te ittifakları.. o 13'ün de, Altıncı ve Sekizinci, mahrem Dördüncü Remizlerde mühim bir esrar anahtarı olduğunu gördük. Bunda şübhemiz kalmadı ki, kâğıt üzerinde daima kalacak bir keramet-i Kur'aniyedir, bir ikram-ı İlahîdir ve doğrudan doğruya, risalenin ve iman-ı haşrin tasdikine bir imza telakki ettik. Havada uçmak, su üzerinde yürümeğe benzemiyor. Onlar muvakkat, hem şahsın kemaline ve ihtiyarına, belki istidraca verilebilir. Doğrudan doğruya hakikata -hususan bu zamanda- hizmet edemiyor.

 

                                                                                              Barla Lahikası ( 139 )

 

İşarat-ül İ'caz'daki tevafuklara bu kadar ehemmiyet verip, mevzu bahis eden Üstad Hazretleri kağıt üzerinde DAİMA kalacak bir keramet-i Kuraniye olarak tavsif ettiği İşarat-ül İ'caz'daki tevafuk elbette neşr edilmeli!

 bana yazdırılmış. Her ne ise... Kendimin tereddüdü için değil, çünki kat'î kanaatım gelmiş; belki başkasının şübhe ve tereddüdünü izale için bazı müvazeneler yaptım:

Onuncu Söz'ün âhirinde yazıldığı gibi, altıyüz sahifeden ziyade bir mübarek kitabın tevafukatı yüz yirmibeş çıktı. Üçyüz elli sahifeden ibaret diğer bir kitabı yine saydım, elli tevafuk çıkmadı. Yine eskiden kendi te'lifatım Türkçe ve Arabî olan ikiyüz seksen sahifeden ibaret bulunan kitabın eliflerini saydım, tevafukatı kırkı tecavüz etmedi.

 

            Demek bu Onuncu Söz'de ve İşarat-ül İ'caz'daki ekseriyet-i mutlakanın tevafukatı, gizli bir işaret-i gaybiyeyi tazammun ediyorlar.

Mecmuunda işaret bulunsa yeter. Her cüz'ünde işareti göstermek lâzım değildir, fakat her cüz işaretin malıdır ve onun hikmetine tâbi'dir. Size acele edip, en evvelki işaret olunan nüshayı göndermiştim. Az haşiyeleri sonra ilâve ettik. Bu defa Süleyman Efendi ile gönderilen nüsha ile mukabele ediniz, tekmil ediniz ve Halil İbrahim Efendi ile gönderilen nüsha ile, yine bu nüsha ile mukabele ederek, sonra Âsım Bey'e gönderiniz.

 

Barla Lahikası ( 314 )

 

Her şeyde -ne kadar cüz'î de olsa- bir kasd ve iradenin cilvesi bulunmasıdır; tesadüf, hakikî olarak olmamasıdır. Evet kesretin en çok dağınık ve en ziyade tesadüfe verilen, kelimattaki hurufatın vaziyetleridir. Hususan kitabette, madem hiç münasebeti olmayan ve ihtiyar-ı beşerî karışmayan hurufatın vaziyetlerinde bir tenasüb, bir nizam bulunuyor; elbette bir irade-i gaybî tahtında vaziyetler veriliyor. Hiçbirşey daire-i ilim ve kudretinden hariç olmadığı gibi, daire-i irade ve meşietinden dahi hariç değildir ki; böyle cüz'î ve dağınık şeylerde dahi bir tenasüb gözetiliyor ve tanzim ediliyor. Ve o tanzim içinde ve irade-i âmme cilvesinde, bir inayet-i hâssa suretinde, Risale-i Nur'a bir imtiyaz nev'inde, hususî bir teveccüh ve iltifat görülmüş. Ben bu derin mes'eleyi görmek için, İşarat-ül İ'caz tefsirinin tevafukatına dikkat ettim; kat'î bir kanaat ile o sırrı bildim ve hissettim.

 

             İkinci cihet: Nasılki çok mübarek ve kudsî büyük bir zât, gayet fakir ve muhtaç bir adama, ümid edilmediği bir tarzda, iltifatkârane, bir kabda bazı kâğıtlara sarılı bir hediye ihsan etse; elbette o bîçare adam, o pek büyük zâta karşı, hediyenin binler mislinden fazla teşekkür etmek ister. Ve bin o hediye kadar kıymetli bulunan, o hediye ile gösterilen iltifatına karşı, ne kadar teşekkürde israf ve ifrat etse de makbuldür. Ve o çok mübarek zâtın o hediyesine sardığı kâğıtları da teberrük deyip şeker gibi yese, hattâ o hediye içindeki cevizlerin sert kabuklarını da teberrük diye ekmek gibi yutsa ve o hediyenin kabını mübarek bir kitab gibi öpse ve başına koysa, israf olmadığı gibi; aynen öyle de, Risale-i Nur yüzünde irade-i âmme, inayet-i hâssa iltifatını tevafuk zarfıyla ihsan edilmiş. Elbette tevafuka dair tafsilât, tasvirat fiilî teşekküratın bir nev'idir ve sevincin ve minnetdarlığın heyecanlı tereşşuhatıdır. Kusura bakılmaz. Evet böyle bir zâtın iltifatını gösteren maddî kırk para ihsanına karşı kırk bin teşekkür edilse israf değil.

Kastamonu Lahikası ( 66 )

 

 

Bu defa hakikatların yemişleri nev'inde ve Risale-i Nur talebelerinin medar-ı teşviki olan letaif-i tevafukiyeden birisini, Feyzi'nin sebebiyle ve arzusuyla size gönderildi. {(Haşiye): Huruf-u Kur'aniyeyi tercüme ile tahrif, tebdil, tağyir etmek; mülhidlerin dehşetli cinayetlerine mukabil cihad eden Said, ifratkârane ve müsrifane tevafukta çok tedkikatı lüzumsuz değil, manasız olmaz.} Şöyle ki:Bir gün tashihat işim yoktu. İşarat-ül İ'caz'ın تtevafuku hakkında yanlışım ve sehvim hatırıma geldi. Bir keffaret-üz zünub aradım. Birden Lafzullah'ın başı olan elif, Risale-i Nur'un bir muhtasar fihristesi ve çekirdek-i aslîsi olan İşarat-ül İ'caz'da ve resail-i sairede kerametkârane vaziyetler gösterdiğini düşündüm. Acaba Lafzullah'ın ل ve هـ harfleri dahi ne vaziyet gösterecek diye baştan aşağıya bütün İşarat-ül İ'caz'ı sahifelerdeki satır başları ve nihayetlerini saydım. ل ve هـ nin elif gibi kerametkârane vaziyetini gördüm.

Belki inşâallah, tevafukta sehivden gelen kusurlarıma ve yanlışlarıma bu da bir küçük keffaret-üz zünub olur. Evvelki mektubda, İşarat-ül İ'caz'da sair hurufatın mecmuu başka bir tarzda ehemmiyetli bir vaziyet-i hârikaları bulunduğuna bir işaret, bir uç, bir emare gördüğümüzü size yazmıştık; fakat o geniş sırrı tamamen görmek çok zamana muhtaç olduğundan, çok ehemmiyetli vazifeler şimdilik onunla iştigale müsaade etmedi.

Aziz kardeşlerim! Bu sıkıntılı zamanda ve tazyikat altında akıl ve kalbi eğlendiren ve keyiflendiren böyle tefekkühat-ı ilmiyeyi israf saymayınız. Hüsn-ü niyet öyle bir kimyadır ki; şişeleri, elmasa çevirir;

Kastamonu Lahikası ( 67 )

 

 

Dehşetli bir esaret ve tazyikat içinde gayet ciddi ve ehemmiyetli hakaik-i imaniyenin dersiyle iştigal yorgunluğunu izale etmek himmetiyle ve yanlızlık ve sıkıntılık ve hastalık sebebiyle Rahmet-i Ilahiye tarafından ihsan olunan bir fakihe-i ilmiye ve medar-ı teneffüs bulunan bir ilim tatlısı olan tevafukata Yeni Said çok vaktini sarf etmis. Hatta israf etmiş diye itiraz ettim. Birden tevafukatın çok ehemmiyetli neticeleri ve kerameleri hatıra geldi. İtirazımı geri aldım.             (Rumzat-i Semaniye 71)

 

 Bazan bir harf-i Kur'anîde, Kur'an'ın i'cazını isbat eden bu risale ve arkadaşları olan "İşarat-ül İ'caz" ve "Mu'cizat-ı Kur'aniye" risaleleri Kur'an-ı Hakîm'in birer elmas kılıncıdırlar.

Mesnevi-i Nuriye ( 267 )

 

 

 

İstanbul'da Mehmed Feyzi, Eski Said'in risalelerini ararken, aynı günde kahraman Rüşdü, bir dükkânda mevcudunu toplamış, almış idi. Küçük Hüsrev müteessir olarak başka yerde aramış, İşarat-ül İ'caz'ı bulmuş; tahminen demiş ki: Bana sebkat eden, herhalde benden ilerideki Isparta'lı kardeşlerimdir.

Her neyse, bu İşarat-ül İ'caz nüshasını Hâfız Ali ve Sabri'deki nüshalarda bulunan keramet-i tevafukiyeyi yazdırmak istiyor. En kolay bir çaresi; küçük bir defterde, her sahifesinde tefsirin bir sahifesine mukabil huruf-u hecanın (Elif ve tâ ve saire) kaydedersiniz. Kolayını bulmazsanız kalsın.

Barla Lahikası ( 373 )

 

 İşte şu hurufun bu zikrinde hârikulâde bu vaziyet-i muntazama ile ve o münasebet-i hafiye ile ve o güzel intizam ve o dakik ve ince nazm ve insicam ile iki kerre iki dört eder derecede gösterir ki; beşer fikrinin haddi değil ki, şunu yapabilsin. Tesadüf ise muhaldir ki, ona karışsın. İşte şu vaziyet-i huruftaki intizam-ı acib ve nizam-ı garib, selaset ve fesahat-ı lafziyeye medar olduğu gibi, daha gizli çok hikmetleri bulunabilir. Madem hurufatında böyle intizam gözetilmiş. Elbette kelimelerinde, cümlelerinde, manalarında öyle esrarlı bir intizam, öyle envârlı bir insicam gözetilmiş ki, göz görse "Mâşâallah", akıl anlasa "Bârekâllah" diyecek.

Sözler ( 380 ) 

Tevafuklu İşarat-ül İ'caz'ın alem-I slama dahi gösterilmeine dair bir mektub:

 Sâniyen: Bu İşarat-ül İ'caz'ın matbu nüshasında hakikaten bir keramet var ki; tesadüf ihtimali yoktur. Onun için bir defa daha aynı tarzda ve kerametli kıt'ada tab' etmek ve Arabistan'a ve Pakistan gibi yerlere göndermek münasib görüldü. Fakat Eski Said, îcazdaki i'cazı beyan ettiği ve en ince münasebet-i belâgatı beyanıiçinde gayet ince ve kısa, îcazlı cümleleri bir derece izah ve Türkçe'ye tercüme etmek lâzım geliyor.

                                           

2.3    Elifler tevafuku

 

Risâle-i Nûr mîzânlarından ve îmân âhiret burhânlarından

YİRMİ DOKUZUNCU SÖZ

Bekā-yı Rûh ve Melâike ve Haşr’e dâirdir.

Saîdü’n-Nûrsî Bedîüzzaman

Bu risâlenin şirin ve latîf bir diğer tevâfuku da şudur ki, bu sözün bir kerâmet-i zâhiresi olan eliflerin tevâfukāt-ı acîbesi içinde, “Saîdü’n-Nûrsî”nin makam-ı ebcedîsi tam tamına tevâfuk ediyor. Çünki, sahîfe başlarında gelen eliflerin mecmû‘-u adedi “beş yüz bir” olduğu gibi, “Saîdü’n-Nûrsî” aynen “beş yüz bir”dir. Elbette böyle ma‘nîdâr bir tevâfuk, kat‘iyen tesâdüf işi olamaz. Saîdü’n-Nûrsî Bedîüzzaman

 

Risâle-i Nûr eczâlarının ekserîsi letâif-i tevâfukiyeden birer nev‘ine mazhardırlar. Bazıları hârika derecesindedir ki, buradaki dahi o hârikadandır. Onuncu Söz’ün büyük kardeşi olan bu Yirmi Dokuzuncu Söz, Onuncu Söz’den daha ileri, parlak bir tevâfukāt-ı elifiyeyi gösteriyor.

 Bu Söz’ü üç müstensih yazdılar. Her biri­sinde ayrı bir hârika göründü. Bu nüsha daha latîftir. Dikkat ettik, tekellüf de yoktur. Demek bu Söz’ün hakîkî hattı, bu nüshadaki tarzdır.                                                  

Bu nüshadaki tevâfukāt-ı elifiye sun‘î olmadığına kat‘î delil şudur ki, bir müstensih (Hâşiye) gayet sür‘atli, bir tek gecede, üç sahîfe noksân olarak bu nüshayı yazmış. Hayret verici elifler bu vaz‘iyeti göstermişler. Sun‘î olsa idi, çok geceler lâzımdı. Bu nüsha, o nüshadan bir derece tanzîm ile aynen alınmıştır. Evvelki müstensihin kat‘iyen te’mînâtıyla, hem bir tek gecede yazmasının şehâdetiyle, bilerek elifler getirilmemiş, belki geldikten sonra bilinmiş.

Demek gelmesi şuûr ile değil, bulunması şuûr iledir. Tevâfukāt-ı latîfesindendir ki, on altı def‘a on altı elif gelmesiyle, satırların on altısına tevâfukla gayet şirin düşmüştür. Hem bütün sahîfeler birbirine tevâfuk ediyor. Kısmen de sahîfe rakamına bakıyor. Üç elifli sahîfe bir def‘a, on iki elifli sahîfeler beş def‘a, on üç elifli iki def‘a, on dört elifli altı def‘a, on beş elifli dört def‘a, on altı elifli on altı def‘a gelmiştir. Satır başlarında tevâfuktan hâriçte kalan eliflerin yerlerine gelenhurûfâtın karşı karşıya tevâfukları, latîf ve ma‘nîdâr düşüp, kat‘iyen kasıd eseri olmadığını gösteriyor. Bu latîf tevâfukundan daha ince letâfeti şudur ki, yirmi yedinci ve yirmi dokuzuncu sahîfelerdeki on dört elif tevâfuku içinde, hâriç kalan beşinci ve yedinci satır ile, birinci ve ikinci satırların başlarında (واو) ve (با ) gelmesidir. Hem tevâfuksuz kalan ( ن ) ve ( ل ) harfleri, baştaki (ي،ت،ش،د) harfleri ile beraber, satırlar yekünü ile, Risâle-i Nûr’un müntehâ-yıte’lîfinin tarihi olacak olan, bin üç yüz altmış dört (m. 1949) tarihini gösteriyor.

_________________________________

Hâşiye: Bu acîb istinsâh, te’lîften beş sene sonradır.

_________________________________

Hâşiye: Bu sahîfe eliflerin sahîfe tevâfukātından başka, bu risâledeki bütün sırlardan beş altı ay evvel yazıldığından,

Hâşiye: Tevâfukta hâric kalan (ي،ت،ش،د) satırların mecmûuyla, Risâle-i Nûr müellifinin hayatının başlangıcı olan

1294 (m. 1877) tarihini göstermekle beraber, isimdeki ( ي ) hâriç nüktesiz, tevâfuksuz kalan ( لن ) zammı ile beraber, işâret-i Gavsiyedeki iki işâret-i gaybiyeye muvâfık olarak, Risâle-i Nûr’un müntehâ-yı te’lîfi olacak olan 1364 (m. 1949) tarihini göstermekle, o iki işareti te’yîd etmekle, onlar ile teeyyüd ediyor. (Bu hâşiyenin hâşiyesi, dördüncü sahîfenin altındadır.) [5]

 

 „Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin sâdık, hâlis, fedakar talebesi, zehirletilen Üstad’ın bedeline Denizli Hapishanesinde şehid olan İslam Köylü Hâfız Ali’nin el yazısı ile olan 29. Söz’de Kur’ânın hârika bir elifler mucizesi meydana gelmiştir. 

Ve bu güzel tevafuklu yazı vesilesiyle bu kitabın en arka sahifesine Bediüzzaman Hazretleri Hâfız Ali ve arkadaşlarına (Dehşetli kıyamet gününde hüzün ve elem çekmeyenlerden olmalarını ve mahşerde Resul-u Zişanın sancağı altında toplanmaları için) dua etmiştir. 33 sahifeden ibaret olan bu kitabın karşılıklı her sahifesinde satır başlarında o harika acib bir keramet olarak aynı sayıda elifler tevafuk etmiştir. 

Yazıcıların mehareti olamaz, çünkü Üstad ruh ve melaikenin vücudunu isbat için mevzuu anlatıp gidiyor. O anda onu dinleyip yazanlar bu işin farkında değiller, sonradan bakıyorlar ki yazdıkları sahifelerin satır başlarındaki elifler bu acib şekilde tevafuk ettirilmişler. 

Üstadın ifadesiyle bu eliflerin tevafuku Cenab-ı Hak katında hizmetlerin kabulüne işaret ve yazanların aşk ve şevkle daha çok gayretle çalışmalarına vesile olan ilahi bir tanzimdir“.[6]

 

 

Aziz, sıddık kardeşlerim!

  Evvelâ: Sizin muvaffakıyetinizi ve sebatınızı ve Yirmidokuzuncu Söz'ün elifler kerametini muhafazasıyla mumlu kâğıtlara yazılmasını ve çalışmanıza fütur gelmemesini ruh u canımızla tebrik ediyoruz.

Emirdağ Lahikası-1 ( 283 )

 

[1]http://www.ittihad.com.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=501&Itemid=34

[2] http://www.risalehaber.com/isaratul-icaz-15723yy.htm

[3] http://www.risalehaber.com/bediuzzamanin-tevafuklu-5-kitabi-78370h.htm

[4] Risale-i Nurun kudsi kaynaklari Badilli

[5] http://www.hayrat.com.tr/icerik/kuran-ikerim/risale-i-nur-oku-osmanlica.aspx

[6] http://www.nur.gen.tr/tr.html#leftmenu=Home&maincontent=makale&id=71

 

 

 

2.4    Elifler Tevafukuna Yirmidokuzuncu Sözden Örnekler:

 

 

3       Tevafukları izhar etmek

 

3.1    Tevafukları neden izhar etmeye luzumu var?

 Hem bu sır içindir ki, o yolda fazla istihdam edilmedik, yalnız o meslek-i tevafukiyenin tereşşuhatından

·        Risale-i Nur'un hakkaniyetine bir imza

·        ve cezaletine bir zînet

·        ve huruf-u Kur'aniyenin intizamından ve vaziyetlerinden tezahür eden bir nevi i'caz çıktı.

Daha o yolda çalıştırılmadık.                                                         Kastamonu Lahikası ( 113 )

 

Demek Tevafukları izhar etmeye luzum var, çünkü Tevafuklar, Risale-i Nur'un hakkaniyetine bir imza hükmündedir. Bilhasssa İşarat-ül İ'cazdaki tevafukları izhar dahi fiili bir teşekkürat olacaktır. Bunu gelecek paragrafda tasdik etmekdedir.

 

3.2    Risale-i Nurlar tahrif edilince Tevafukları izhar etmeye ihtiyaç olacak

Bu defa hakikatların yemişleri nev'inde ve Risale-i Nur talebelerinin medar-ı teşviki olan letaif-i tevafukiyeden birisini, Feyzi'nin sebebiyle ve arzusuyla size gönderildi. {(Haşiye): Huruf-u Kur'aniyeyi tercüme ile tahrif, tebdil, tağyir etmek; mülhidlerin dehşetli cinayetlerine mukabil cihad eden Said, ifratkârane ve müsrifane tevafukta çok tedkikatı lüzumsuz değil, manasız olmaz.}

 

Kastamonu Lahikası ( 67 )

Günümüzde Risale-i Nurun tahrif ve tagyirine karşı ondaki tevafukları izharda lüzumsuz olmaz ve izharına ihtiyaç vardır.

Nasılki aziz Üstadımız bu Kur'anî cevherleri kendisine göstermekle iktifa etmiyor ve muhtaçlara da bakınız, görünüz, istifade ediniz; siz de muhtaçlara, müştaklara, mütehayyirlere göstermeye vasıta olunuz buyuruyorlar. Bu fakir talebeniz bu emre (alerre's-i vel'ayn, sem'an ve taaten) demiş. Ve alâ kadr-il imkân ve mütevekkilen alellah, bu emel uğrunda hizmette bulunmayı minnetdarane arzu etmekte bulunmuştur. Binaenaleyh gaybî tevafuk hakkındaki bu müdellel ve mukni' beyanat da yerindedir, fazla değildir. Bu da herhalde lâzımdır. Buna mutlak ihtiyaç vardır veya olacaktır.

                                                                                                                      Barla Lahikası ( 85 )

 

Risale-i Nurların tahrif edilmesiyle tevafukları izhar ile RN un hakkaniyetine parmak basmak lazımdır, mutlak ihtiyac vardır veya olacaktır!!

 Yirmisekizinci Mektub'un Yedinci Mes'elesini almazdan evvel, mübarek Sözler'le alâkadar olmayan zevata, defaatle üstadım altı-yedi seneden beri şöyle buyurmaktadır: "Kur'an'ın surları yıkılmıştır. Bütün hücumlar Kur'an'adır. İmanı kurtarmak zamanıdır." İşte yavaş yavaş bu beyanatın sıhhati, her gözü ve aklı olan mü'min tarafından tasdik edilecek hâdisat zuhur etmektedir, diyordum.

Barla Lahikası ( 88 )

 

Göz ve akıl ile tasdik edilecek I`caz ise nedir?

 Elbette kelimelerinde, cümlelerinde, manalarında öyle esrarlı bir intizam, öyle envârlı bir insicam gözetilmiş ki, gözgörse "Mâşâallah", akıl anlasa "Bârekâllah" diyecek.

 

Sözler ( 380 )

 

Tevafukatta bendenizdeki nüshada da, ekseriyetle müvazenet vardır. Evet hangi cihetten bakılsa, inayet-i İlahiye ayân-beyan görünür.

                                                                                                                      Barla Lahikası ( 89 )

 

 

3.3    Tevafuklu yazmak - Risale-i Nurlara sahib çıkmak

 

Hem Cenab-ı Hakk'a hadsiz şükür ve hamdediyorum ki; sizlerin bu defaki hediye-i Ramazaniyeniz olan çok güzel nüshalarınız; bu bayramımı çok bayramları birden toplayan bir küllî bayram hükmüne geçti. Ve bilhâssa ikinci Hüsrev olan birinci Tahir'in gayet dikkat ve tevafuklu yazdığı risaleler beni o derece minnetdar ve mesrur ediyor ki, elimden gelseydi herbir nüshasına on altun lira verecektim. Bu derece kuvvetli bir şakird Risale-i Nur'a sahib çıkması, ümidlerimizi çok kuvvetlendirdi.

                                                                                                          Kastamonu Lahikası ( 102 )

 

 

4       Tevafukları neşretmenin hikmetleri

 

4.1    Tevafukla bildirilen nedir ?

 

 Ezcümle: "Resul-i Ekrem" kelimesinde ve "Aleyhissalâtü Vesselâm" ibaresinde ve "Kur'an" lafz-ı mübarekesinde, bir nevi cilve-i i'caz temessül ettiğine bir işaret var. İşarat-ı gaybiye ne kadar gizli ve zaîf de olsa, hizmetin makbuliyetine ve mes'elelerin hakkaniyetine delalet ettiği için bence çok ehemmiyetlidir ve çok kuvvetlidir. Hem gururumu kırar ve sırf bir tercüman olduğumu kat'iyyen bana gösterdi. Hem hiç medar-ı iftihar benim için birşey bırakmıyor, yalnız medar-ı şükran olan şeyleri gösteriyor.

·        Hem madem Kur'ana aittir

·        ve i'caz-ı Kur'an hesabına geçiyor

·        ve kat'iyyen cüz'-i ihtiyarîmiz karışmıyor 

·        ve hizmette tenbellik edenleri teşvik ediyor

·        ve risalenin hak olduğuna kanaat veriyor 

·        ve bizlere bir nevi' ikram-ı İlahîdir

·        ve izharı tahdis-i nimettir

·        ve aklı gözüne inmiş mütemerridleri iskât ediyor;

elbette izharı lâzımdır, inşâallah zararsızdır. 

İşte şu işarat-ı gaybiyenin birisi de şudur ki: Cenab-ı Hak kemal-i rahmet ve kereminden, Kur'ana ve imana hizmet ile meşgul olan bizleri teşvik ve kulûbümüzü tatmin için; bir ikram-ı Rabbanî ve bir ihsan-ı İlahî suretinde hizmetimizin makbuliyetine alâmet ve yazdığımız hak olduğuna işaret-i gaybiye nev'inden, bütün risalelerimizde ve bilhâssa Mu'cizat-ı Ahmediye ve İ'caz-ı Kur'an ve Pencereler Risalelerinde, tevafukat-ı gaybiye nev'inden bir letafet ihsan etmiştir. Yani, bir sahifede, misil olarak gelen kelimeleri birbirine baktırıyor. Bunda bir işaret-i gaybiye veriliyor ki: "Bir irade-i gaybî ile tanzim edilir. İhtiyarınıza ve şuurunuza güvenmeyiniz. İhtiyarınızın haberi olmadan ve şuurunuz yetişmeden, hârika nakışlar ve intizamlar yapılıyor." Bahusus Mu'cizat-ı Ahmediye Risalesinde lafz-ı Resul-i Ekrem ve lafz-ı Salavat bir âyine hükmüne geçip, o tevafukat-ı gaybiye işaretini sarih gösteriyor. Yeni, acemî bir müstensihin yazısında, beş sahife müstesna, mütebâki ikiyüzden fazla salavat-ı şerife birbirine müvazi olarak bakıyorlar. Şu tevafukat ise; şuursuz yalnız on adedde bir-iki tevafuka sebeb olabilen tesadüfün işi olmadığı gibi, san'atta meharetsiz, yalnız manaya hasr-ı nazar ederek gayet sür'atle bir-iki saatte otuz-kırk sahifeyi te'lif eden ve kendi yazmayan ve yazdıran benim gibi bir bîçarenin düşünüşü dahi elbette değildir.  İşte altı sene sonra, yine Kur'anın irşadıyla ve İşarat-ül İ'caz olan tefsirin dokuz اِنَّا nın tevafuk suretiyle gelen irşadıyla sonra muttali' olmuşum. Müstensihler ise benden işittikleri vakit, hayret içinde hayrette kaldılar. Nasılki lafz-ı Resul-i Ekrem ve lafz-ı salavat; Ondokuzuncu Mektub'da, mu'cizat-ı Ahmediye'nin bir nev'inin, bir nevi küçük âyinesi hükmüne geçti. Öyle de: Yirmibeşinci Söz olan i'caz-ı Kur'anda ve Ondokuzuncu Mektub'un Onsekizinci İşaretinde lafz-ı Kur'an dahi; kırk tabakadan, yalnız gözüne itimad eden tabakasına karşı, bir nevi mu'cizat-ı Kur'aniyenin, o nev'in kırk cüz'ünden bir cüz'ü, tevafukat-ı gaybiye suretinde bütün risalelerde tecelli etmekle beraber,o cüz'ün kırk cüz'ünden bir cüz'ü, lafz-ı Kur'an içinde tezahür etmiş. Şöyle ki:  Yirmibeşinci Söz'de ve Ondokuzuncu Mektub'un Onsekizinci İşaretinde; yüz defa Kur'an lafzı tekerrür etmiş; pek nâdir olarak bir-iki kelime hariç kalmış, mütebâkisi bütün birbirine bakıyor. İşte meselâ: İkinci Şua'nın kırküçüncü sahifesinde yedi "Kur'an" lafzı var, birbirine bakıyor. Ve sahife ellialtıda sekizi birbirine bakıyor, yalnız dokuzuncu müstesna kalmış. İşte şu -şimdi gözümüzün önünde- altmışdokuzuncu sahifedeki beş lafz-ı Kur'an, birbirine bakıyor. Ve hâkeza... Bütün sahifelerde gelen mükerrer lafz-ı Kur'an, birbirine bakıyor. Pek nâdir olarak, beş-altı taneden bir tane hariç kalıyor. Sair tevafukat ise, -işte gözümüzün önünde- sahife otuzüçte, onbeş aded اَمْ lafzı var; ondördü birbirine bakıyor. Hem gözümüzün önünde şu sahifede dokuz iman lafzı var, birbirine bakıyor; yalnız birisi, müstensihin fasıla vermesiyle az inhiraf etmiş. Hem şu -gözümüzün önündeki- sahifede iki "mahbub" var, -biri üçüncü satırda, biri onbeşinci satırdadır- kemal-i mizanla birbirine bakıyor. Onların ortasında dört "aşk" dizilmiş, birbirine bakıyorlar. Daha sair tevafukat-ı gaybiye bunlara kıyas edilsin. Hangi müstensih olursa olsun; satırları, sahifeleri ne şekilde olursa olsun alâküllihal bu tevafukat-ı gaybiye öyle bir derecede var ki; şübhe bırakmıyor ki, ne tesadüfün işi ve ne de müellifin ve müstensihlerin düşünüşüdür. Fakat bazı hatta daha ziyade tevafukat göze çarpıyor. Demek, şu risalelere mahsus bir hatt-ı hakikî vardır. Bazıları, o hatta yakınlaşıyor. Garaibdendir ki, en mahir müstensihlerin değil, belki acemîlerin yazılarında daha ziyade görülür. Bundan anlaşılıyor ki; Kur'anın bir nevi tefsiri olan Sözler'deki hüner ve zarafet ve meziyet kimsenin değil; belki muntazam, güzel hakaik-i Kur'aniyenin mübarek kametlerine yakışacak mevzun, muntazam üslûb libasları, kimsenin ihtiyar ve şuuruyla biçilmez ve kesilmez; belki onların vücududur ki, öyle ister ve bir dest-i gaybîdir ki, o kamete göre keser, biçer, giydirir. Biz ise içinde bir tercüman, bir hizmetkârız.

Mektubat ( 383 - 384 )

 

 

 

Tevafuklar lisan-i hali ile Nurları, kestirme ve son derece muhkem ve müstakim bir tarik-i selamet ve necata sevkedecek Eserler olarak bildiriyorlar:

 Şu iki mısra'-ı manidarı, perişan arîzamı şereflendirmek niyetiyle dercediyorum. Bu fakir ve âciz talebeniz, şu hayret-feza keramet-i Kur'aniyeyi ve i'caz-ı Nebeviyeyi müşahede ettiğim günden beri, bu babda çok derin düşüncelere dalıyorum. Ve şu tevafukat-ı acibeye müşabih tevafukat, başka kitablarda bulunur mu maksadıyla çok temaşa ediyorum, göremiyorum. Görülse de pek nâdir bir haldedir. Şu halde tevafukat-ı gaybiye, bir keramet-i aleniye olarak endamını Nurlarda izhar ediyor. Ve lisan-ı hal ile beşere hitaben diyor ki: Ey benî âdem, şu sisli asırda dalaleti ref' u selbedip necat ve saadet bahşedecek ve dimağınızdaki semli kokuları, verd-i Muhammedîye tebdil edecek ve en kestirme ve son derece muhkem ve müstakim bir tarîk-i selâmet ve necata sevkedecek, pek çok keramat ve i'cazını gösteren, bizim bulunduğumuz derya-yı nuranîdir.Ve âtiyen daha nice âsâr-ı hafiye tezahür edecektir, diye nida ediyor.

Barla Lahikası ( 68 )

Kur'andaki anasır-ı esasiye ve Kur'anın takib ettiği maksadlar; tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ile ibadet olmak üzere dörttür.                                                        İşarat-ül İ'caz ( 12 )

 

Tevafukları izhar ise tevhide hüccet gösteriliyor Mesnevi-i Nuriyede:

İ'lem Eyyühel-Aziz! Eşya arasındaki tevafuk, Sâni'in Vâhid, Ehad olduğuna delalet ettiği gibi, aralarında bulunan muntazam tehalüf de, Sâni'in Muhtar ve Hakîm olduğuna şehadet eder. Meselâ: Hayvanların bilhâssa insanların esas a'zalarındaki tevafuk, bilhâssa çift a'zalardaki temasül, Hâlıkın vahdetine bürhan olduğu gibi, keyfiyetler ve şekillerdeki tehalüf de Hâlıkın ihtiyar ve hikmetine delalet eder.

Mesnevi-i Nuriye ( 189 )

 

İ'lem Eyyühel-Aziz! Şu âlem, görünen ve görünmeyen bütün tabakat ve enva'ıyla "Lâ İlahe İllâ Hu" diye tevhidi ilân ediyor. Çünki aralarındaki tesanüd böyle iktiza ediyor. Ve o tabakatla enva', bütün erkânıyla "Lâ Rabbe İllâ Hu" diye ilân-ı şehadet ediyor. Çünki aralarındaki müşabehet böyle istiyor. Ve o erkân bütün a'zasıyla "Lâ Mâlike İllâ Hu" diye şehadetlerini ilân ediyorlar. Çünki aralarındaki temasül böyle iktiza eder. Ve o a'za bütün eczasıyla "Lâ Müdebbire İllâ Hu" diye şehadet eder. Çünki aralarında teavün ve tedahül vardır. Ve o ecza bütün cüz'iyatıyla "Lâ Mürebbiye İllâ Hu" diye olan şehadetini ilân eder. Çünki aralarındaki tevafuk, kalemin bir olduğuna delalet ediyor. O cüz'iyat bütün hüceyratıyla "Lâ Mutasarrıfe Fil-Hakikati İllâ Hu" diye şehadet eder. Ve o hüceyrat bütün zerratıyla "Lâ Nâzıme İllâ Hu" diye ilân-ı şehadet eder. Çünki cevahir-i ferd arasındaki haytın bir olduğu böyle iktiza eder. Ve o zerrat bütün esîriyle "Lâ İlahe İllâ Hu" cevheresiyle ilân-ı tevhid eder. Çünki esîrin besateti, sükûnu, intizamla emr-i Hâlıka sür'at-i imtisali, böyle iktiza eder.

Mesnevi-i Nuriye ( 192 )

 

 

 

4.2    Tevafuklar ehl-i dalaletin inadını kırıyor ve insafa getiriyor

Kardeşlerim; bu zamanda dalalet ve gaflete karşı pek çok manevî kuvvete muhtacız.Maatteessüf ben şahsım itibariyle çok zaîf ve müflisim. Hârika keramatım yok ki, bu hakaiki onunla isbat edeyim ve kudsî bir himmetim yok ki, onunla kulûbü celbedeyim. Ulvî bir deham yok ki, onunla ukûlü teshir edeyim. Belki Kur'an-ı Hakîm'in dergâhında, bir dilenci hâdim hükmündeyim. Bu muannid ehl-i dalaletin inadını kırmak ve insafa getirmek için, Kur'an-ı Hakîm'in esrarından bazan istimdad ederim. Keramat-ı Kur'aniye olarak, tevafukatta bir ikram-ı İlahî hissettim, iki elimle sarıldım.

 

Barla Lahikası ( 139 )

 

4.3    Tevafuklar futuhat yapıyor, teshir ediyor, şevkle okumaga sevkediyor

Biz bu havalideki Risale-i Nur talebeleri namına sizlere pek çok selâm ile beraber, arz-ı şükran ediyoruz. Ve sizlere ebeden minnetdarız ki, muktedir ve parlak kalemlerinizle bizleri hem uyandırdınız, hem yardım ettiniz. Bu vilayeti, nuranî kalemlerinizle inşâallah Isparta'ya benzettireceksiniz. Ve bilhâssa çok ehemmiyetli kardeşimiz kahraman Tahirî'nin parlak ve muvaffakıyetli ve tevafuklu kalemi, kerametkârane fütuhat yapıyor. Ve onun iki masumeleri ve masumların ve ümmi ihtiyarların rengârenk, çeşit çeşit meziyetlerini gösteren yazıları, bizleri teshir ediyor, herkesi şevkle okumağa sevkediyor. Cenab-ı Hak sizlerden ebeden razı olsun ve sizi muvaffak etsin, âmîn.

Kastamonu Lahikası ( 126 )

 

              

Evet bunun altında manevî tebessüm var diye, senin hattını kendi hattına tercihle mukabele etti. O yazdığın risale vasıtasıyla pek çok insanlar imanlarını kuvvetleştiriyorlar. Muhabbet-i Ahmediye (A.S.M.) kalblerinde ziyadeleşiyor. İşaret-i gaybiye hakkında şübheleri kalmıyor. O sevab da senin defter-i a'maline geçiyor. Kur'an ve Resul-i Ekrem (A.S.M.) kelimesinden başka, işaret ettiğin kelimat çok manidardır, hem bir temeldir.

Barla Lahikası ( 281 )

 

 

 

İkincisi: Âtıf Hasan'ın hakikaten fevkalâde yazdığı tevafuklu Mu'cizat-ı Kur'aniye'yi, o gittikten sonra temaşa ettim. Elimden gelseydi, herbir yaprağına mukabil bir lira verecektim. İnşâallah o nüsha ile binler adam istifade edip, onun hayat-ı bâkiyesine bir çeşme hükmünde vâridat verecek. Hüsrev'in ve kahraman Tahirî'nin bir üçüncüsü oluyor.

 

Kastamonu Lahikası ( 130 )

Mâşâallah, bârekâllah, kalemlerinizin mükemmel çalışmaları devam etmekle beraber tezayüd etmeleri ve hususan Sav'da birden çoğalması... Hacı Hâfız'a ve köyüne bin bârekâllah, bizi fevkalâde mesrur etti. Ve Hüsrev'in tevafuklu yazıları, hususan yaldızlı Mu'cizat-ı Ahmediye (A.S.M.) nüshası ve Büyük ve Küçük Ali'lerin risaleleri buralarda tatlı hem çok fütuhatı var. İnşâallah o mübarek kalemlerin daha çok fütuhatı olacak ve göreceğiz.

Kastamonu Lahikası ( 16 )

 

 

Sâlisen: Sabri'nin mektubunda, tevafuklu yazdığı Mu'cizat-ı Kur'aniye ve Risale-i Nur hakkındaki istihracı bizi fevkalâde mesrur eyledi. Hasan Âtıf'ın bize yazdığı şaşaalı ve cazibedar Mu'cizat-ı Kur'an'ı esas yapıp, sair risalelerde, i'caz-ı Kur'an'ın nüktelerine dair mebahisi ona zeyiller şeklinde ilhak ettik, güzel bir surete geldi.

Kastamonu Lahikası ( 136 )

  

Hakikaten bir vakit fütur geldi; tevafuk çıktı, şevki tazelendirdi

Barla Lahikası ( 263 )

 

 

 

4.4    Tevafukla yazılan Risaleler ile hatt-ı hakikisine yaklaşılıyor

 

 Kur'an ve Resul-i Ekrem (A.S.M.) kelimesinden başka, işaret ettiğin kelimat çok manidardır, hem bir temeldir. O iki kelimenin mübarek tevafukuna bir hüccettir. Hem gösteriyor ki; bütün o tevafukatı dahi riayet etmeyen, o iki kelimenin tevafukuna kalem karıştıramaz. Zannediyoruz ki, o risalelerin hatt-ı hakikîsini sen buldun veyahut yakınlaştın.

 

Barla Lahikası ( 281 )

 

Sâniyen: Şu Yirmidokuzuncu Söz, tarifnamelerde yazıldığı gibi, bir müstensih hatt-ı hakikîsine ihtiyarsız takarrüble, sırrı tezahüre başlamış ve diğer müstensih hatt-ı hakikîsini bulmuş. Hakikaten ne fikirde bulunursa bulunsun, gören herkesi tasdike mecbur ediyor. Hattâ burada mühim ve müşkilpesend ülemalar dahi, güneş gibi inanıp tasdik ediyoruz, diyerek imza ediyorlar.

 

Şübhemiz kalmadı ki; i'caz-ı Kur'an'ın yüz cüz'ünden bir cüz'ü, şu tefsirine in'ikas etmiş. Yalnız şu fark var ki; i'caz kasdîdir, kasden de kimse muaraza edemez. Şu kitabın tevafuku ise, fıtrî ihtiyarsız olmak cihetiyle hârika olur. Keramet sayılır. Kasdî ve sun'î bir surette muaraza edilmez.                                                          Barla Lahikası ( 355 - 356 )

 

Birincisi: Bir-iki arkadaşımız Ondokuzuncu Mektub'u yazmışlar. Birisinin dördüncü cüz'ünde salavat-ı şerife iki-üç sahife müstesna üç-dört salavattan başka bütün salavatlar birbirine bakıyor. Ben de hayrette kalarak işaretler koydum. Diğerinde ikinci, üçüncü cüz'ünde beş-altı sahife müstesna, bütün sahifelerde salavatları birbirine müvazi, birbirine bakıyor, işaretler vaz'ettim. Kime gösterdim, hayrette kaldı. Görenler müttefikan karar verdiler ki, umum Sözler'de manevî i'caz-ı Kur'an'ın bir şuaı in'ikas ettiği gibi, Ondokuzuncu Mektub'dan bilhâssa Mu'cizat-ı Ahmediye'nin bir nev' şuaı salavat-ı şerife suretinde in'ikas etmiştir. Hem görenler karar verdiler ki, Sözler'e mahsus bilhâssa Ondokuzuncu Mektub'a has bir tarz-ı hatt var. Eğer o tarz hatt'a tevfikan yazılsa, çok garib letafetler görünecektir. Her vakit musırrane, her yazana "seyrek ve güzel yazınız" derdim. Şimdi anlaşılıyor ki, o manevî has hattı tavsiye etmek için, intak-ı hak kabîlinden bana söylettiriliyordu. Şu hakikatı ve manevî tarz-ı hatt'a en yakın, Küçük Hâfız Zühdü'nün ve Eşref'in ve Kuleönlü Mustafa'nındır ki; o muvafakat, müvazenet onların hattında daha ziyade görünüyor. Her vakit ben görüyordum, dikkatli yazanlarda bazı bir satır atlıyor, bir kelime yanlış yazmayan bir satır yanlış yazıyordu. Meğerse, Sözler'deki fevkalâde bir letafetin eseri olarak tevafukat atlattırıyor.

Barla Lahikası ( 342 )

 

 

4.5    Tevafuklar şifa oldu

 

Hattâ Feyzi'nin güzelce cildlettiği çocukların tevafuklu mecmuasını getirdiği vakit kuluncum ziyade ağrıyordu. Dedim: "Aman kardeşim! Benim kuluncumu tut, pek ağrıyor." Birden o mecmuayı açtık, baktık; birden öyle bir şifa oldu ki, kuluncumu unuttuk. Sonra tahattur ettik, hayret ettik.

Kastamonu Lahikası ( 116)

 

 

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

يَا اَللّٰهُ يَا رَحْمنُ يَارَحِيمُ يَا فَرْدُ يَا حَىُّ يَا قَيُّومُ يَا حَكَمُ يَا عَدْلُ يَا قُدُّوسُ

 

            İsm-i A'zam'ın hakkına, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın hürmetine ve Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın şerefine, bu "İşarat-ül İ'caz"ı bastıranları ve mübarek yardımcılarını ve Risale-i Nur talebelerini Cennet-ül Firdevs'te saadet-i ebediyeye mazhar eyle. Âmîn! Ve hizmet-i imaniye ve Kur'aniyede daima muvaffak eyle. Âmîn! Ve defter-i hasenatlarına bu İşarat-ül İ'caz'ın herbir harfine mukabil bin hasene yazdır. Âmîn! Ve Nurların neşrinde sebat ve devam ve ihlas ihsan eyle... Âmîn! Âmîn! Âmîn!

 

            Ya Erhamerrâhimîn! Umum Risale-i Nur şakirdlerini iki cihanda mes'ud eyle. Âmîn! İnsî ve cinnî şeytanların şerlerinden muhafaza eyle. Âmîn! Ve bu âciz ve bîçare Said'in kusuratını affeyle... Âmîn! Âmîn! Âmîn!

 

Umum Nur şakirdleri namına

Said Nursî

 

İşarat-ül İ'caz ( 230 - 231 )

 

 

Kaynaklar: 

vRisale-i Nur    (Envar Neşriyat)

vRumuzat-i Semaniye (Hazirlayan Hüseyin Bulut), Istanbul 2001

vRisale-i Nurun kudsi kaynaklari , Abdulkadir Badilli, Isanbul 2003

vhttp://www.ittihad.com.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=501&Itemid=34

vhttp://www.risalehaber.com/isaratul-icaz-15723yy.htm

vhttp://www.hayrat.com.tr/icerik/kuran-ikerim/risale-i-nur-oku-osmanlica.aspx

vhttp://www.nur.gen.tr/tr.html#leftmenu=Home&maincontent=makale&id=71

 

 

Hatime:

 

Ben Risale-i Nur Talebelerinin, yani Nurcuların Sözcüsü değilim. Risale-i Nur külliyatını 100 defa okumuşluğumda yok, ama Bu vaziyetten dolayı çok mağdurum ve bu benim için dünyanın en büyük meselesidir.Bana anamdan, babamdan ziyade İslamı, İmanı anlatan, Allahı tanıtan bu eserlere böylesine bir su-i kast benim yaşamım boyunca uğradığım en büyük haksızlık ve zulümdur.Size bir vatandaş olarak arz ediyorum ve sizin yardımınızı taleb ediyorum.Lütfen bu zulmu durdurunuz

İslam Köylü Hâfız Ali’nin el yazısı ile olan 29. Söz’de Kur’ânın hârika bir elifler mucizesi meydana gelmiştir. 

Ve bu güzel tevafuklu yazı vesilesiyle bu kitabın en arka sahifesine Bediüzzaman Hazretleri Hâfız Ali ve arkadaşlarına

 

Dehşetli kıyamet gününde hüzün ve elem çekmeyenlerden olmalarını ve mahşerde Resul-u Zişanın sancağı altında toplanmaları için 

dua etmiştir. "İşarat-ül İ'caz"ı marziyat-ı Ilahiyeye muvafık bastıranların aynı duaya mazhariyetleri duasıyla..