Nurettin Yıldız ve İsmail Mutluya Bediüzzamanın Talebesi Abdulkadir BADILLI ağabeyden Reddiye

25 Ağustos 2014

 

 

Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin talebelerinden Abdulkadir Badıllı Nurettin Yıldız ve İsmail Mutlu’nun yaptığı bazı açıklamalara reddiye yazdı.

 

Birincisi kem ayarların diyarından gelen cahilane vızıltılar ve cehli mutlak olan vızıltıların biri kendini yegane fetva emini sayan Nurettin Yıldız isimli bir şahıs.

 

İkincisi de yıllardan beri izinsin haksız bir tarzda risale-i nurlara fuzuli ve alakası olmayan bazı konuları ekleyerek satıp onun ile geçinen ve kendini hülyalarla allame sayan kangallı İsmail Mutlu adlı bir kimse.

 

Birinci cehaletli vızıltı sahibi olan şahıs ‘fetvameclisi.com’ isimli sitesinde kendisine yöneltilen Kuranda Risalelere İşaret Var mı? Sualine cevaben  demiş ki : Ciddi olalım; Kur’an’ımız Abdullah’ın oğlu Muhammed aleyhisselamdan başkasını göstermemiştir. Gerisi hüsnü kuruntudur.

 

El Cevab: Kuranı hakaiki ile dekaiki ile bilen ve kainatı içine alan esrarından haberdar olan bir kimse böyle gözünü kapatıp cetvel kalem cahilane ağız etmez. Hususiyle Hz. Bediüzzaman Said Nursi Birinci Şua risalesini ve diğer gaybi işaretleri dile getiren 8. – 18. – 28. Lemaları ve 8. Şuaı ve Sırrı İnna Ataynasını haberlerini ve maksatla hangi gaye ile nasıl bir çerçevede yazdığını dikkatle okuyup inceleyen bir kimse böyle bir reddi ve itiraza asla tevessül etmez.

 

Bediüzzaman hazretleri şu bahsi yapılan esrarı gaybiyenin yazılış sebeplerini ve hangi mana ve makamında yazdığını şöyle beyan eder :

 

“Ve o risalede biz demiyoruz ki, ayatın mana-yı sarihi budur. Ta hocalar نَظَرٌفِيهِ desin. Hem dememişiz ki mana-yı işarinin külliyeti budur. Belki diyoruz ki, mana-yı sarihinin tahtında müteaddid tabakalar var. Bir tabakası da mana-yı işari ve remzidir. Ve o mana-yı işari de bir küllidir, her asırda cüz’iyatları var.

Ve Risale-i Nur dahi bu asırda o mana-yı işari tabakasının külliyetinde bir ferddir ve o ferdin kasden bir medar-ı nazar olduğuna ve ehemmiyetli bir vazife göreceğine, eskiden beri ülema beyninde bir düstur-u cifri ve riyazi ile karineler, belki hüccetler gösterilmiş iken, Kur’anın ayetine veya sarahatine değil incitmek, belki i’caz ve belagatına hizmet ediyor.  Şualar ( 682 ) Kastamonu Lahikası ( 160 )”

 

İşte buradaki bu açık beyan ve gerçek izah gibi Risale-i Nur’un birçok yerinde bazı münasebetlerle meselenin hakikatı açık seçik ortaya konulmuş olduğu halde, zaman zaman ya körü körüne ya ilmi bir enaniyet ile veya cahilane bir yaklaşım ile veyada müfsid zümrelerin şuursuz maşalığını yapmak nevinden Risale-i Nur’un ve müellifi Bediüzzaman’ın kudsi hizmetine şaibe getirmek niyeti ile ilişmeler vuku bulmaktadır.

 

En büyük itiraz ve çok haksız tecavüz 1942’de hazreti Bediüzzaman menfi olarak kastamonuda bulunurken, istanbulda hayli şöhret kesb etmiş şarklı bir hoca ve şeyh, azim bir hataya kapılarak aynı mevzuda tecavüz ve itirazlara başladığı günlerde İstanbul’un büyük alim ve meşhur hocaları adı geçen şeyh’e cevaplar verdiler ve onu susturdular.

 

Birkaç isim vermek gerekirse başta eski meşihatı islamiyenin fetva emini allame Muğlalı Ali Rıza efendi, vaiz Mehmed Kamil efendi, Ahıskalı şeyh Haydar efendi, hoca Şirvani Ahmed efendi vesaire.. Bu bahsi burada şimdilik burada bitiriyorum. Eğer vasıfları üste kaydedilen şahıslar mevzuya hak perestane bir edep içinde bitirip sona erdirmezlerse uzun bir kitap şeklinde ve celaldarane yazacağımı bilsinler. Bu konuda suallere cevap vermeye hazırım.

Nurettin Yıldızın ikinci anlayışsızlığı şudur demiş ki :‘Said Nursi’nin eserleri yaklaşık bir asır öncesinin ifadesidir. O zamanın dili ve o zamanın konularını ihtiva etmektedir eserleri. Said Nursi’nin hiçbir eseri hatta eserlerinin tamamı asla Kur’an veya Kur’an gibi değildir.

 

El Cevab: Evet Risale-i Nurlar metin olarak Kuran olmadığını en cahil insanda bilmektedir. Ama o mana – mefhum ve nahvi üslup itibarıyla ondan layenfekk kopmaz bir cüzdür. Onun dili Kuran dilidir onun mevcut dilinden başka hiçbir dil o mukaddes manaları ifade edemediğine ona tam aşina olan ulema müttefiktirler. Hem Risale-i Nur hiç kimsenin babasının çiftliği değildir. Onda oynamaya  F. Gülen gibi düpedüz tahrif etmeye hiç kimseye izin verilmiş değildir. Hem Türkiye dışında dünyanın hiçbir  yerinde ve milletinde şu sadeleştirme denilen tahrif terbiyesizliği görülmemiştir.

 

Risale-i Nurlar 1927 den itibaren yazılmaya başlandı ve bugüne kadar en azından kırk milyon insan onu okudu ve anladı. Şuanda onu okuyan ve anlamaya çalışan on beş milyondan aşağı değildir. İşte buna göre sen hoca değil allamede olsan Risale-i Nurun haricinde durarak onun meseleleri hakkında konuşsan cehlini ilan etmiş olursun.

Kendinize başka bir meşgale bulun. Nurlara dair konuşmayın. Çünkü onu tanımıyorsunuz vesselam.

 

Hem Kuranda yaş kuru her şey var ve mazi ve müstakbelin her çeşit hadiseleri mevcuttur ama herkes Kuran da bunları görmemektedir. Ancak onun ehli az onun hakiki müfessiri ve ilm-i Kurani de rusuhu bulunan zatlar bunları Kurani bir ilhamla keşfeder bulur.

 

 

Gelelim kangallı İsmail Mutlunun vukufsuzluk içindeki cehaleti befra ve belahati avrasına şöyle lakırdılamış.

‘ayet muhyiddini Arabinin ve Said Nursinin cehennem ehli hakkındaki görüşlerini yani pek çok uzun bir zamanda azap içinde kaldıktan sonra ateş ile ülfet ve onun tabiatıyla ünsiyet peyda edeceklerdir ayet bu görüşü tekzip ediyor diye hamakat göstermiş.

 

El cevap : Kangallı ağa Kuranı anlamada kendi sefil şahsiyetini Bediüzzaman hazretlerinden çok derece üstün hayal etmektedir ki onun için böyle cahilane olarak haddinin fevkindeki davalarda bulunmaktadır. Gerçi cevabul ahmaki essukut ile bu mevzuda eh! deyip geçmek icap ederdi.

Lakin yazımızın başında onun vasıf ve hali kaydedildiği şekliyle

·         kendisi Risale-i Nurların içinde göründüğü ve

·         onun hayrı ile hayatını sürdürdüğü için

·         ve onun nurlardan yayınladığı kitapları okuyanların zan ve telakkileriyle şu kangallı ağayı bir alim bildikleri için

cevap verme durumunda kaldım.

 

Evet hazreti Bediüzzamanın görüşü ve bu husustaki telakki ve kabulünde olanlar yalnız bir Bediüzzaman ve Muhyiddini Arabi değildir. Bir çok allameler ve sahabelerden bazı zatlar müttefiktirler. Ateşli şahaplar kitabımızda etraflıca kayıtlıdır. Bu hususta el akidetul tehaviye kitabınada bakılabilinir.

Evet imamı azam gibi Kuranı en çok tilavet eden birisi şüphesiz Bediüzzaman hazretleridir. Kuran’da bir çok defalar geçen (halidine fiha ebeden) gibi ayetlerin manalarından bir kısmı “müksü’t-tavil” diye tefsir edilmiş. Ayrıca, bazı ayetlerin zahir metinleri ehl-i imandan isyan ehli kimseler hakkında da '' ebedi kalacaklar''gibi ifadelerin manalarını '' meksü't-taavil'' yani uzun zaman bekleme ile tefsir etmişlerdir. Bu hususta Sad-ı Taftazaninin ''Şerhul Makasıd'' eseri; 5. cild sayfa 131 deki kısımlara bakılabilir...

Yani çok uzun bir zaman arada bırakılacak manasında olarak bu husustaki bir kısım ayetler imani hususlarda değil ameli hususlardada yani yalnız inkar ve küfürde değil amelde emir ile gelen bir fiili yapmamakta da ebedi cehennemde kalacaktır denmektedir. Oysaki ebedi cehennemde kalmak ancak imansızlık ve inkarın neticesidir diye ehli sünnetin icmaiyle sabittir. Numune için Bakara suresi ayet 275 e bakılabilir.

 

Mutlu ağanın ikinci cehli “dünya öküz ve balık üstündedir” hakikatına dair ve hadisin ispatlı hüccetine karşı temerrüdkarane ilişmesidir. Ben bu meseleyi şimdilik ‘kudsi kaynaklar kitabımıza’ bırakılırken hadisi şeriflerin kısmen eskiden yazılmış tefsir kitaplarında’da yayıldığını ve yalnız belli ve mevcud hadis kaynaklarından ibaret olmadığının bilinmesi gerekmektedir. Aksi takdirde bazı donuk ve kati ve müteşeddid vehhabi meşrebli camid kimselerden olmuş oluruz. Hadisin sıhhat ve sağlamlığı yalnız senedine göre kanaate varmaktan öte senedsiz bir hadis, ilmi ve göz önündeki bir hakikatı dile getiriyorsa yabana atılmamasının icabını göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Vesselam

Abdulkadir BADILLI