RISALE-I NUR’LARIN NEŞRIYATI BU MEMLEKETIN SADAKASIDIR

 

 ittihad 02/12/2014 

 

Cenab-ı Hakkın lütfu ile 2002 yılından beri millete, dine ve Âlem-i İslama hizmet etmeye çalışan bu hükümet, bazı tedbirler gerekçesiyle kitapçılarda serbest satışı için gerekli olan bandrol vermeyi bu yılın mart ayından beri durdurdu. Fakat bu durdurma yedi-sekiz ayı geçti fakat hakiki sahiplerine yani Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin varislerindan hayatta olan ve fiilen 65 senedir neşriyat işiyle meşgul olan üç talebesine de bandrollü neşriyat izni verilmemiştir.

 

Bugün bilfiil bu vazifeyi yapan Bediüzzaman Hazretlerinin hizmetkârlarından Ahmet Aytimur, Said Özdemir ve Hüsnü Bayramoğlu’dur. Bunlar yayınevi olarak, İstanbul’da ENVAR Neşriyat, SÖZLER Neşriyat ve Ankara’da İHLÂS-NUR Neşriyattır. Kanuni düzenmeler tamamlanıncaya kadar en azından bu üç yayınevine izin hakkı verilmelidir. Madem ki Bediüzzaman Hazretleri bu yayınevinin sahiplerini kendisine varis tayin etmiş ve bu tayinini yazılı hale getirmiştir o halde mesele böyle olmalıdır. Başka gerekçelerin fazla bir kıymeti harbiyesi yoktur. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Diyanet Dairesinin de aslına uygun basımı için Bediüzzaman Hazretlerinin yazılı izni ve arzusu vardır. İsterse Diyanet’te bu basım işini yapabilir. Ayrıca basmak isteyenleri aslına uygun olmak kaydıyla ya Üstadın varislerine ya Diyanet’e havale etmek gerekir.

 

Risale-i Nurlar her halükârda neşredilir. Bundan zerre kadar şüphemiz yoktur. Fakat bu işin bu kadar uzaması, memlekete millete âlem-i İslama zararı olur diye endişe ediyoruz. Çünkü Risale-i Nurun hakiki sahipleri var. Bediüzzaman Hazretlerinin ismen neşriyatla vazifelendirdiği hizmetkarlarının en önemlileri hayatta ve aslına uygun neşriyata devam ediyorlar. Ayrıca hiç şüphe götürmeyecek şekilde yazılmış ve isimler belirtilmiş vasiyetname var. Kanun da çıkmış ve yürürlüğe girmiş, yürütülmesi için ne bekleniyor anlamıyoruz.

Çünkü Nur Risalelerinin neşriyatının durması memleketimize maddi manevi sıkıntılara sebep olur. İlgilileri ve yetkilileri acilen göreve davet ediyoruz. Bu meselenin ehemmiyeti hakkında Risale-i Nurlarda yazılan bir mektubu bera-yı malumat arz ederiz.

 

“Aziz, sıddık kardeşlerim!

Bu yeni hâdise-i taarruziyeden müteessir olmayınız. Çünki mükerrer tecrübelerle, Risale-i Nur inayet altındadır. Hiçbir taife, şimdiye kadar böyle bir ehemmiyetli hizmette bizler kadar az meşakkatle kurtulan olmamış.

Hem geçen Ramazan’daki hastalığım ve Eskişehir’deki musibetimiz gibi çok vakıalarla zahirî sıkıntılı meşakkatli hâlât altında Risale-i Nur’un faidesine olarak inkişafatı ve daha tesirli fütuhatı görülmüş.

İnşâallah, bu sıkıntılı hâdise dahi, münafıkların aks-i maksuduyla, Risale-i Nur’un fütuhatını başka bir mecrada teshile vesile olur.

Beşinci Şua, yirmibeş sene evvel mesaili yazılan, yalnız bir-iki sahife tatbikat ilâve edilip Şualar’a girenBeşinci Şua ellerine geçmesi ehemmiyetlidir. Fakat bunda da bir hikmet var. Belki onlara kendi mesleklerini bildirmek ve Cehennem’e gidenin mahiyetini bilmek için, fevkalâde iktidar haricinde bir kaza-i İlahîdir, diye Cenab-ı Hakk’ın hikmetine ve inayetine ve hıfzına itimad edip, merak etmeyiniz.

Hem siz, hem onlar bilsinler ki sadaka belayı def’ettiği gibi; Risale-i Nur Anadolu’dan, hususan Isparta, Kastamonu’dan âfât-ı semaviye ve arziyenin def’ u ref’ine vesiledir. Evet Sabri’nin يا اَرْضُ ابْلَعِى … وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِىِّ âyetinden istihrac ettiği mana, haktır ve mutabıktır.

Evet Risale-i Nur, Sefine-i Nuh gibi Anadolu’yu Cebel-i Cudi hükmüne getirip, küre-i arzın yangınından ve tufanından kurtulmasına bir sebebdir. Çünki za’f-ı imandan gelen tuğyan, ekser musibet-i âmmeyi celbettiği gibi; imanı fevkalâde kuvvetlendiren Risale-i Nur, o musibet-i âmmeyi dairesinin haricine bırakmağa rahmet-i İlahiye tarafından vesile oldu. Bu ehl-i dünya, bu Anadolu halkı Risale-i Nur’a girmeseler de ilişmesinler. Eğer ilişseler; yakında bekleyen yangınlar, tufanlar, zelzeleler ve taunların istilâsına uğrayacaklarını düşünsünler, akıllarını başlarına alsınlar. Madem biz onların dünyalarına karışmıyoruz, onların da lüzumsuz bir halde bu derece âhiretimize karışmalarında onlara felâket getirmek ihtimali kavîdir.

İşte bu sekiz aydır, hususan bu heyecan veren bu hâdisenizle beraber; şimdi yanımdaki Feyzi ile Emin ve bütün bana temas eden dostlar şahiddirler ki, bu sekiz ay zarfında bir tek defa, ne Harb-i Umumî’yi, ne siyaseti sormamışım. Ve odamdan işitilen radyoyu da, üç senedir dinlemedim. Halbuki benim, binler adam kadar dünyaya bakmak münasebet var. Demek bize ilişen, doğrudan doğruya imana tecavüz eder. Onları, Cenab-ı Hakk’a havale ediyoruz. Hem ehl-i siyasete hiç münasebetimiz olmadığı halde, kat’î bilsinler ki; bu memlekette, bu asırda, milleti anarşilikten, tereddi ve tedenni-i mutlakadan kurtaracak yegâne çaresi, Risale-i Nur’un esasatıdır.

Bu hâdisede sıkıntı çeken masumlar ve üstadları bilsinler ki; ağır şerait altında bir saat nöbet, bir sene ibadet ve hakikî tefekkür-ü imaniye ile bir saati, bir sene taat hükmüne geçtiği gibi, inşâallah onların sıkıntıları da öyle sevaba medar olur. Onlar da, merak ve teessürle değil, ferah ve sürurla karşılamalı. Fakat Hazret-i Ali’nin (R.A) iki defa سِرًّا بَيَانَةً سِرًّا تَنَوَّرَتْdemesine binaen, biz her vakit tam ihtiyat ve tam sakınmak vaziyetini muhafaza etmekle mükellefiz.

Risale-i Nur’un mensubları, şuur ve ihtiyarları haricinde birbiriyle münasebetdar, birbirinin hâdiseleriyle alâkadar olduğuna bir delil de bugünlerde oldu. Şöyle ki:

Oradaki hâdisenin vukuundan bugüne kadar, buradaki muhtelif tabakalardaki talebelerin vaziyetleri, ehemmiyetli bir hâdise yüzünden değişmiş gibi çekinmek ve münafıkların nazarını kendilerine ve bizlere celbetmemek için bir tevakkuf devresi geçti. Ben de hayret ediyordum. Hem Nazif gibi birkaç zâtın rü’yalarının tabirleri, sizin hâdiseniz olduğunu anladık.

Umum kardeşlerimize birer birer ve bilhassa musibetzedelere selâm ve dua ediyoruz. Cenab-ı Hak onları çabuk kurtarıp vazifelerinin başına göndersin, âmîn.” (Kastamonu Lahikası sh: 131)

* * *