BİD'ATKARANE İslamı GÜNCELLEME davetini ! REDDEDMEK VACİBTİR!

`cinnî ve insî şeytan, ehl-i bid'a ve ülema-is sû' şerlerinden Allah'a sığınırım."
Barla Lahikası ( 306 )

Bid'a ile amel eden, kalben tarafdar olmamak ŞARTIYLA dost olabilir.
Kastamonu Lahikası ( 248 )

Hem mektubunuzda "yedi kebair"i soruyorsunuz. Kebair çoktur, fakat ekber-ül kebair ve mubikat-ı seb'a tabir edilen günahlar yedidir: "Katl, zina, şarab, ukuk-u vâlideyn (yani kat'-ı sıla-yı rahm), kumar, yalancı şehadetlik, dine zarar verecek bid'alara tarafdar olmak"tır.
Barla Lahikası ( 335 )

Bid'atkarane islamı GÜNCELLEME davetni(!) REDDETMEK VACİBTİR !

İcma' ile cumhurdur, sikke-i şer'i görür. Bir fikre davet etmek; zann-ı kabul-ü cumhur, şart-ı evvel oluyor.
Yoksa DAVET BİD'ATTIR, REDDEDİLİR. Ağzına tıkılır, onda daha çıkamaz...Sözler ( 705 )

Şeri’attaki teşri’ kaidesinin yani kanun koyma yetkisinin ehemmiyetli bir cihetini özetliyen yukarıdaki beyan gösteriyor ki, BİR MÜÇTEHİDİN DAHİ ortaya koyduğu şer’î bir re’y ve hükmü, müctehidlerin ekserisi tasdik etmedikçe müslümanlar o hükme uymaya davet edilemezler, BİD'ATTIR ve böyle bir davet reddedilir.

REİSİNİZ (Rte) imam hatib mezunudur, MÜCTEHİD DEGİL!
Kadınlar gününde (!) hürriyet- i nisvana tam gaz fiilleriyle çalışan karıları memnun etmek için muctehidlik edasiyla söylenilen küfrü işmam eden hükmü REDDEDİYORUZ!

"Siz islamı 14 – 15 asır öncesi hükümleriyle kalkıp da bugün uygulayamazsınız. Böyle bir şey yok.”(rte)

Evet, Hanefi mezhebi çerçevesindeki İslâm hukuku içinde: “Zamanın tagayyürüyle ahkâm tebeddül eder” şeklinde bir madde vardır. Bu madde, aslında büyük İslâm müctehidlerinin çok önemli bir meseleye unvan olarak kullandıkları bir ıstılâhtır. İslâm hukukunu mütalâa edenlerin malûmudur ki: O maddenin mânâsı, zamanın değişmesiyle herhangi İslâmî bir temel hükmün de değişmesi gibi bir şey söz konusu değildir.

Tam tersine İslâm hükümlerinin tatbikatında şiddet ve kuvvet kazandırmak için, ruhsattan azimete geçmek üzere o hükmün; İslâm’ın safvetli asırlarında tatbik şeklinde herhangi bir sû-i isti’mal söz konusu değil iken, takib eden asırlarda bazı sû-i isti’mallerin müşahede edilmesi neticesinde, onu azimetle teşdid etmek ve pürüzsüz tatbik etmek niyet ve gayesiyle ve içtihadın şartları çerçevesinde düzeltmişlerdir.

Bu mevzuya bir misal olarak kaydedilen “Hıyar-ı Rü’yet” mes'elesidir. Yani meselâ bir evi, bir atı, bir tarlayı satın alırken; satıcının sözüne i’timaden, alıcının onu görmeden de satın alabilmesi câiz ve mümkün oluyordu. Ve bu bey', şeriat’a göre uygun bir alış veriş idi. Lâkin zamanın, yani insanların ahlâkî durumları değişmesi neticesinde; İslâm ahkâmının teferruatından olan o hükmün tatbik şeklinde sû-i isti’mallerin müşahede edilmesiyle müctehidler “Hıyar-ı Rü’yet”in geçerliliğini tatbikten kaldırıp, azimet tarafını ihtiyar ettiler. Onun yerine “Mutlak Rü’yet”" hükmünü getirdiler.

Yani alıcının satın alacağı şeyi gözüyle görmesinin şartının hükmünü tatbik sahasına koydular. Ve ondan sonra, o alış verişi şer'î ve dürüst saydılar.
İşte, müçtehidlerin bu tatbikatına göre, faraza bu zamanda bir müçtehid bulunabilseydi, İslâm’ın hükümlerinin tatbiki hususunda herhalde mevcut ruhsatlardan daha çok şiddetli ve azimetli tedbirlerin alınmasını müdafaa edecekti.
Nitekim bu hakikate işaret sadedinde Bediüzzaman Hazretleri eski bir eserinde “Lâubaliler, ruhsatlarla okşanılmaz, azimetlerle şiddetle ikaz edilir:”demiştir.

 

RN-Mufassal Tarihçe 1/423