Bu atıflara dibnotlara kim karar veriyor; kim seçiyor ? 

Kur'andaki îcazlı olan i'cazı, kısa ve veciz olarak beyan eden bu

tefsiri sönük, kör bir fikirle tercüme etmek, Abdülmecid'in işi

değildir. 

İşarat-ül İ'caz ( 212 )

Abdulmecid ağabeyin tercümesi Üstad Hazretlerinin tashihinden gecmiştir.

Hem  60 senedir ENVAR Neşriyatin basindaki Ağabeyler İşarat-ul İ`cazı tab etmektedir.

Burada tam bir algı oyunu yapılıyor. Böyle bir atıfla Risaleler tam ve tekmil değil mesajı veriliyor (subliminal) çünkü kitablara kalem karıştırmak icin fetva böyle cıkacak. „Eserler zaten tekmil degil, biz düzeltiriz“ tarzında. Bu Kitab Üstad Bediüzzaman (!) adıyla çıkıyor ve onun eseri içinde doğrusunu MUHTEMELEN ! kaydı ile göstermeye kalkan adamlar kimdir belli değil. 

Bu çok büyük bir edebsizliktir; Üstadımızın eserinde güya eğrisini tesbit et doğrusunu göster tarzında kalem oynatmaya hiç kimsenin hakkı yoktur...

Abdulmecid ağabeyin tercümesinde zaten başta kayıtlar var; tam ve mukemmel bir tarzda bu eserin tercümesi muhal zaten; ve Üstadımız bu tercümeyi tercih etmiş tashih etmiş; daha hodfuruşluk etmeye kimin ne hakkı var ? 

 

Bu esrerler sonradan tashih edilmeye muhtaç mıdır?

Asla ve kella! Zira bu eserler hem serapa ilham ve sünühattır, hem bizzat Müellifi tarafından tashih, Vekil ve Varis Ağabeylere bu şekilde emanet edilmiştir.

Merhum Abdulkadir Badıllı Ağabeyin Mufassal Tarihçe-i Hayat kitabında topladığı bazı delilleri burada  kısmen neşrediyoruz.

 

 

 

1.       Tahkik metodu namı altında Nurların sihhatine şüphe getirmek Fitnedir

2.       Risale‑i Nur ilham ve sünühattır

3.       Risale-i Nur Bediüzzaman Hazretleri tarafından tashih edilmiştir

 

 

 

 

 

1.       Tahkik metodu namı altında Nurların sihhatine

şüphe getirmek Fitnedir

 

Tahkik ediyoruz iddiasıyla Nurların sıhhatini şüphelendirmek kalem karıştırmayı meşrulaştırmaktır.

Risale-i Nurların sıhhati hakkında hiç bir Nur talebesinin  zerre şüphesi yoktur ve olamaz. çünkü bu eserler ilham ve sünühattır ve yazılan nüshalar bizzat müellifi tarafından tashih edilmiştir.

(Bknz 3. Madde)

 

Diyanet Baskısı İşaratul İ`cazın Önsözünde „Tahkik Metodu“  şaşalı bir surette nazara verilir. Halbuki bu Metod bizim nazarımızda tashihden geçmiş ESERLER hakkında göz boyamaktan başka birşey değildir:

 

 

TAHKİKTE TAKİB EDİLEN METOD

Bilindiği üzere yazma eserler istinsah edilirken- kasıtsız yada kasıtlı olarak- eserin metnine pek çok el karışmakla ve esere zaman içerisinde müellifinin en son kabul ettiği nushadan farklı ilave bilgiler eklenebilmekle yada bilgiler yanlışlıkla çıkarilabilmekle veya tashih, hata, tahrif kabilinden metnin orjinalligini bozan unsurlar metne karışabilmektedir.

 Bundan dolayı tahkik ilmi adi verilen ilmin metodları uygulanarak tahiki yapılan esrelerin nüshaları  mümkünse toplattırılarak bu nüshalardan müellif hattı denilen ilk nüsha – ve hem metinin sıhati açısından hemde zaman itibariye ona yakın olan birkac nüshadan alınarak.. bir nüsha asıl yapılmaksızın nüshalar arasında detaylı karşılaştırmalar yapılır ve nüshalar arasında her türlü fark not alınarak bu notlara istinaden – metnin ilmi doğruluğuna yada yanlışlığına bakılmaksızın yani müellifin metni üzerinde herhangi bir tashih işlemi yapılmaksızın-müellif hattına en yakın nüsha elde edilmeye çalışılır. Bu ilkeler çerçevesinde yukarıda bilgileri ve kısaltmaları verilen nüshalar arasında karşılaştırma yapılarak, eserin müellifin kabul ettiği nüsha haline getirilmesi maksadıyla bir tahkik çalışmasıyla yapılmıştır. Bu tahkik çalışmasında müellifin tashihinden geçen üç nüsha esas kabul edilmiş . Ayrıca Molla Sadrettin nüshası ile iki tahkik nüshası dışındaki nüshalar müellifin tashihinden geçmiş olarak kabul edilen metnin belirlenmesi bu esas doğrultusunda gerçekleştirmeye çalışılmıştır.

(Dib baski S.66)

 

Eğer müellifin tashih ettiği metinler ellerinde bulunuyorsa..aynını neşretsinler.TAHKİK metoduna ne gerek var?

 

 

Mufassal Tarihçe-i Hayatın son cildinde merhum A. Badıllı Ağabey sinsi bir plana dikkat çekmektedir. Günümüzde ise TAHKİK metoduyla Nurlar teftiş ediliyor. Güya Nurları tam ve tekmil hale getirme iddiasında olan bu kişiler zaten tashihden geçmiş olan Eserlerin neresini tahkik edecekler? Birde yukarıda görüldüğü gibi, ellerinde bizzat Bediüzzaman Hazretlerinin tashihinden geçmiş nüshaların olduğunu itiraf ettikleri halde.

Diyanet Baskısı İşaratul İ`cazdaki gizli tehlike Badıllı Ağabeyin nazara verdigi TAHRİF TERANESİNE benzediği için yazısından bir kısmını aynen neşrediyoruz:

 

TAHRİF TERANESİ VE MENŞEİ

Risale‑i Nurların te’lif, tertip, tanzim ve tasnifine ait mevzuu Üstâd’ın Barla hayatı kısmında, yaptığımız araştırma ve sunduğumuz belgeler gibi, binler delil ve bürhanlarla Risale‑i Nur’un harika bir eser olduğu ve Kur’ânın malı olarak onun mertebe‑i arşiyesinden inen ilhamlar olup, Kur’âna ayine olduğu şeksiz ve muhakkak ispat edilmiştir. Dünyanın ilim ve irfan sahasından bir güneş gibi doğan Nur Risalelerinin dünya çapındaki azametli intişarı ve harikulade fütûhat ve tesiratı karşısında, ilim ve akıl meydanında zillet ve mağlubiyete düçan olan denî ve rezil ehl‑i dalalet, Nurun bu harika te’sir ve intişarını engellemek, durdurmak veya hiç olmazsa bulandırmak için her bir denî çareye, her bir alçaklığa ve her bir rezil iftiraya tevessül edegeldikleri hadiseler ve delillerle ortaya çıkmış ve ispat edilmiştir.

….

Nur müellifi Hazret‑i Bediüzzaman o zamanlar hayatta olduğu için, meşhur bazı din alimleri adına iftiralı neşriyatlar, broşürler, sahte reddiyeler ve nihayet Risale‑i Nur aleyhinde o çok rezil “tahrif” bühtanları yapılamıyordu ve yapamıyorlardı.

Çünki Hazret‑i Bediüzzaman hayattaydı, cevab verecekti. Âleme rezil olacaklarını biliyorlardı. Lâkin vakta ki Nur müellifi Bediüzzaman dünyadan göçtü, meydanı artık boş ve iftira mekanizmasına müsaid zanneden habis ve rezil din düşmanları, planlamakta oldukları diğer noktalardan da harekete geçtiler. Bu defa Risale‑i Nur eserlerinin tahrifleri mevzuunda gizli gizli iftiralar hazırlamaya koyuldular...

Amma Kur’ânı inzal eden Rabbimiz kıyamete kadar onu koruyacağını da taahhüd‑ü Rabbanisi altında bulunduracağını ferman buyurmuştur. Elbette Kur’ân’ın en hakikatlı manevi bir tefsiri ve onun ayrılmaz, infikâk etmez bir çeşit cüz’ü ve hakikatlarının ayinesi olan Risale‑i Nurları da elbetteki muhafaza edecekti ve etmiştir.

Dalalet ehli olan münafık alçaklar 1964’lerde giriştikleri iftira ve bühtan kampanyalarını nasılki tersine dönderdi, müfterileri dünyada da hemen ve der‑akab rezil etti ve onları sahtekârlıkla, iftirakârlıkla âleme teşhir etti.

1962’den 1964’lere kadar gizli bir plan dahilinde hazırlayıp neşrettikleri o sahte broşürlerinde, gerek merhum eski şeyh‑ül İslamımız Mustafa Sabri adına, gerekse Irak reis‑i uleması merhum Emced Zühavi adına düzenledikleri kapkara iftiraları, bir kara çamur lekesi gibi yüzlerine çarptırıldı ve hakeza...

 

BAŞKA OYUN

Evet 1962‑1964’lerde gizli planlar neticesinde düzenlenmiş o kapkara ve câhilane iftira ve tezvirleri tutamayınca, bu defa başka yollarla sinsi diğer bazı planlar düşündüler ve gizli faaliyet işine girdiler. şöyle ki:

O tarihten itibaren 1964’lerden sonra, iki tane şeytanî metod uygulamaya başladılar. Onun eseri maalesef halen de devam etmektedir.

Birinci Metod:Hazret‑i Üstâd’ın nasıl ki sağlığında da ‑Bilhassa hapishanelerde‑ bazı meşreb ve görüş ayrılıklarını körüklemişlerse, 1964’lerden sonra yine aynı metod üzerinde kesif bir faaliyet içine girerek, Nur talebelerinin arasına ihtilaflar sokmak için bir çok yol ve vesileler bulabildiler. Bu yollardan birisi: Nur hizmetinin ve Nur neşriyatının çeşitli şekil ve yollarla olabilen ve hepisi de hak ve doğru olan görüş ayrılıklarını tahrik etmek, münakaşalar çıkartmak ve birbirlerini tenkid ettirmek...

Diğeri de:Siyasi mes’elelerde, çeşitli partiler kanalıyla tarafgirlik hislerini tahrik etmekle ihtilaf çıkartmak.. hatta bu vesileyle birbirleri hakkında çok kötü zanlara vardırmak.. Hatta hatta ırkî mes’elelere de bunu sıçratmak için çalıştıkları tahakkuk etmiş….

 

İkinci ve En Sinsi Metod:Hazret‑i Üstâd’ın vefatından yaklaşık on‑on beş yıl sonra ortaya bir “TAHRİF” teranesini attırmak suretiyle, işaasına çalışmışlardır. Bu planda çok ustaca davranmak istediler. Bizzat kendileri perde üstünde hiç görünmediler. izleri de görülmedi. Amma Risale‑i Nurlarla alakadar bazı insanları ‑gayr‑i şuuri olarak‑ bu işte çalıştırmaya muvaffak gibi oldular. Nur Risalelerinin bazı nüsha farklarını göstererek “İşte Hazret‑i Üstâd’ın vefatından sonra bunlar tahrif edilmiştir.” şeklinde sinsî ,ama çok acemîce ve asılsız, gayr‑i ilmî ve belahetli bir iftirayı körüklemeye koyuldular.

Daha sonraları bu meseleyi siyasî tarafgirlikler alanına götürdüler. Siyasi ihtiras ve intikam hırsları da orada buna inzimam etti. Bazı siyasi ve tarafgir gazetelerle, çok vicdansızcasına bu asılsız meseleyi işaaya çalıştılar. Kendi siyasi tarafdarı olmayan bazı kimselerin zahiren ellerindeki Nur neşriyatını; kendi intikam ve ihtiras hislerine vasıta ederek bu şahısları kötülemek içinde ve Risale‑i Nur’a da dil uzattılar, durmadan kurcaladılar.

Geçmiş, olmuş.. Ve bitmiş olan şeyler, olmuş ve bitmiştir. Nur talebelerinden işin içinde ve Nur neşriyatının ortasında ve Üstâd’la beraber yaşamış ve Üstâd’ın tarz‑ı tasarruflarını görmüş ve hatta Üstâd’dan bazı izinler hak etmiş bazı kâmil zatlar, bu dedikodulara ve bu iftiralara ‑hakikatı hakkalyakin bildikleri için‑ fazla ehemmiyet vermediler, üzerinde de durmadılar. Hususî ve kısa ve umumî bazı cevablar vermekle yetindiler.

 

TAHRİF TERANESİNİN BİR HAKİKATI VAR MIDIR?

Evet, acaba hakikatta ve vaki’de şu tahrif teranesinin arkasındaki adamların, akıl ve ilim ve hakikat ve vicdan dünyasında ve maddi gerçek âlemde hakikat olarak bir dayanakları ve tutunacak bir mesnedleri var mıdır? Ve hem neden bir kısım dindar ve ehl‑i iman zatlar dahi bir basit siyaset hissi veya intikam tarafgirliği ile, bu meselenin körüklenmesinde, işaa edilmesinde alet edildiler. Belki de ön ayak oldular.. Ayrıca neden hizmet ehli Nur talebeleri bazı zatlar da, bu bedbahtların elindeki çok gayr‑i ilmî ve ciddilikten fersah fersah uzak hezeyanlı iftiralarına kapılıp takıldılar? Acaba o hezeyanların bir hakikat tarafı var mıdır?.. Ve hakeza bu gibi istifhamların halli için bu meselede derin bir araştırma yaparak, hakikatı olduğu gibi ortaya koymanın artık zamanı gelmiş, geçmiştir sanıyorum. Biz de Allah dan tevfik istiyerek; Nurların te’lif, tertip, tasnif ve neşriyatını Barla hayatı faslında genişçe ele aldık..

 

TAHRİF TERANESİNİN MENŞE’İ

İslâm tarihini tedkik edenlerin malumudur ki; bu tahrif iftirası en başta Allah’ın ezelî kelamı ve kıyamete kadar Allah’ın muhafaza ve himayesinde olacağı yine Allah’ın o kelamıyla mübeyyen olan.. Ve umum Müslümanların ve İslâm dininin en birinci ve en kudsî kaynağı, rehberi, mercii olan Kur’ân‑ı Mu’ciz‑ül Beyan hakkında da olmuştur, hatta ola gelmektedir de, şöyle ki:

Kur’ânın nüzulü tamam olduktan ve sûrelerinin tamamı vahyin emriyle yerli yerine dizildikten sonra, Kur’ânın tercüman‑ı zişanı vefat etti. Bir müddet sonra, şimdi Risale‑i Nurlar hakkında yapılmış ve yapılmakta olan tahrif iftirasi nev’inden; Kur’ânın sûre ve ayetleri hakkında da aşağı yukarı aynı tarz ve aynı metod ve aynı mânâda tahrif işaası yapıldı. Bu mesele İslâm ümmetinin en mukaddes kitabı olan Kur’ân hakkında.. ve birde bakıyoruz ki, bu asırda şimdi de onun i’cazının bir lem’ası olan Risale‑i Nur hakkında hususi şekilde işaa edilen tahrif iftiraları, elbette belli bir kasıd, muayyen bir çevre, ve mazisi eski olan o çevrenin içinde rol oynayan Yahudî komitesinin habis planlarından geldiğine sarahat kazandığına inanıyoruz. Bu mevzuda meseleyi kökten ve menşeinden alarak girmek isterdim. Hususî olarak onu kendim için yaptım, hazırladım. Yani Kur’ân hakkında vuku’ bulmuş tahrif teranesinin menşeini araştırarak nereden ve kimlerden geldiğini, İslâm tarihi adına yazılan sahih kitapların mehazlerini vererek herkese de açıklamak isterdik.Lâkin mesele nazik ve hassas bir mesele olduğu için, belki avam‑ı ehl‑i imânâ zararları olabilir düşüncesiyle, Kur’ân hakkındaki o işaaların menşe’ ve me’hazlerini ilan etmekten sarf‑ı nazar ettik.

 

RİSALE‑İ NUR VE TAHRİF TERANESİ MESELESİNE GELİNCE

Bu meseleyi de Kur’ân’ın meselesi gibi kökten alarak, derinlemesine tahkik için Risale‑i Nurların ilk te’lif şekline, istinsah keyfiyetine ve tekemmül safhalarına.. ve sonra mecmualar halinde intişarına, daha sonra da yeni yazı ile matbaalarda tab’edilip matbuat âleminde intişar keyfiyetine bakmak ve incelemek gerekmektedir. Ancak bütün bu hususlar hem yer yer bu kitapta, hem de ayrıca da bu meseleye cevab olarak hazırladığımız “Risale‑i Nur’un Neşir Tarihçesi” kitabcığında ispatlı şekilde ele alınıp tahlil edildiğinden, bunlara havale ederek burada tafsilata girişmiyeceğiz.

Bizce kesin hakikatlardandır ki; bu meseleyi bu sıralarda ele alıp asılsız şekilde işaaya çalışanların, menşe itibarıyla şimdiki âlemde muvaffak gibi görünen o menşe’in

Yani, Kuran için tahrif iftirasını irtikab edenlerin kökeninin, tevarüs eden silsilesi içinde cereyan edip gelen zihniyetin âlemde estirdiği siyaset rüzgârına kapılanlardan geldiği kesinlik kazanmıştır. Tezahürler de bunu böyle göstermektedir.

Bu hususta da neşretmeyi düşündüğümüz genişçe araştırma ve tahlillerden sarf‑ı nazar ederek, sadece tahrif teranecilerinin dillerine doladıkları bir kaç gülünç örneğini arzetmekle iktifa edeceğiz

“Tâhrif” mefhumunun lügat kitaplarından fehmedilen bilgiye göre:

“Bir ibarenin tüm harf ve kelimelerini tağyir ve takdim ve te’hir ile ibareyi sakatlandırmaktır.”

Bu mânâya göre, kasden bir ibareyi bozmak niyetiyle, mânâyı maksud ve murad mecrasından çevirip, başka bir mecraya çevirmekten ibarettir. Buda bır başkası tarafından müellifin izin ve rızası olmadığı halde bir tasarrufdur. O ise ki üzerinde olduğumuz mevzu daha başka çeşittir. ıleri sürülmüş meselede ne bir ‑haşa‑ kasden bir bozma niyeti ve hareketi vardır. Ne de bir ibarenin harf ve kelimelerinde oynamak suretinde murad ve maksud mânâsından çevirme ameliyesi söz konusudur.

 

(Bundan sonraki kısım sadeleştirme asri bir tahrifdir başlıgıyla sadeleştirmeyi mevzu bahis ettigi icin buraya almadık..linken ulaşabilirsiniz.)

 

Elhasıl: Tahkik metodu namı altında Nurların sihhatine süphe getirmek bir Fitnedir!

Tashihden geçmiş ESERLERin tahkike ihtiyacı yoktur. Bu aklımızla dalga geçmektir.

Nurların sıhhatini teyid eden delilleri asagıda siraliyoruz:

 

 

 

 

2.       Risale‑i Nur  ilham ve sünühattır

 

Evet, o Hazret’in hem eski (1914’e kadar olan Üstâd’ın eski eserlerinin ekserisi de yine sünûhat kabilinden olarak çok öz ve hülâsa oldukları ve çok meselelerin halline yönelik te’lif edildiği halde, âniden Üstâd ezbere söyler, kâtipleri de yazarlardı. Onun için “Hem eski eserleri hem yeni eserleri” tabirini kullandık.   A.B. ) hem de yeni te’lifatı…, ilham ve sünühatın parıltılarıyla, kalbine doğan, aklına ışıklanan hakikatların mücerred özü ve mahiyeti üzerine, kuvve‑i hayaliyesi ona suretler giydirerek, kuvve‑i ilmiyesi de ifade ve beyanlarda bulunarak, mübarek ağzına gelen kelimelerin kâğıt üzerine nakşedilmesinden ibarettir.

 

Bu mübalağasız gerçeğin şâhitleri yüzlercedir. En başta 1918‑1923 yıllarında ona kâtiplik yapmış biraderzadesi merhum Abdurrahman’ın şahitliğinden tut, ta 1950’lere kadar yapılan yoğun te’lifat devresinde yanınada kâtiplik etmiş, hizmetkârlık yapmış bir çok insanın şehadetlerine kadar... İktisad Risalesi gibi bir iki saat zamanda te’lif edilen risaleler olduğu gibi, te’lif esnasında kısa aralıklarla büyük risaleler de te’lif edilir, tekmil ettirilirdi. Risaleler yazıldığı an, müellif çok süratli söyler, kâtib zor ulaştırırdı. Bu risalelerden bazıları vardır ki; te’lif müddeti çok kısa olduğu halde, şimdi sür’atli şekilde okunsa da, o müddet zarfında belki de bitirilemez haldedir. Halbuki te’lif esnasında müellifin telâffuzu ve kelimeyi söylemesi vardır. Bir de kâtibin onu anlayıp kâğıda yazması vardır ki; okumaktan çok uzun sürmesi lâzımdır. Demek ki te’lifte tayy‑ı zaman hakikatı mutlaka ve her zaman vakidir.

 

 

Risale‑i Nur’un te’lif keyfiyyeti, şu yazıldığı tarzda olduğuna delil ve şahid; en başta müellifin ifade ve beyanlarıdır. Bir kaç nümune arz ettikten sonra, te’lif anında hazır bulunmuş veya o anda yazı ile müsveddesini yazmış bazı şahid kâtiblerin şehadetlerini de yazacağız:

 

Risaleler ilham ve sünûhatın mahsûlü olduklarının keyfiyeti hakkında Üstâd’ın ifadeleri:

 

1‑ “Hakaika dair mesailde, külliyatları ve bazen de tafsilâtları sünûhat‑ı ilhamiye nev’inden olduğundan, hemen umumiyetle şüphesizdir, kat’îdir. Onların hususunda sizlere bazı müracaat ve istişarem, tarz‑ı telâkkisine dairdir. Onlar hakikat ve hak olduklarına dair değildir. Çünki hakikat olduklarına tereddüdüm kalmıyor. Fakat münasebat‑ı tevafukiyeye dair işaretler mutlak ve mücmel ve küllî surette sünûhat‑ı ilhamiyedir. Tafsilât ve teferruatta bazen perişan zihnim karışır, noksan kalır, hata eder.”

Barla Lahikası ( 138 )

 

2‑ “Cevabların aslı sünûhat olmakla beraber, tafsilatında fikrim karışarak yanlış edebilir...”

Barla Lahikası ( 351 )

 

3‑ “...Eskiden beri sıkıntılı ve münkabız olduğum zaman, en zahir hakikatları dahi beyan edemediğimi, belki bilmediğimi yakın dostlarım biliyorlar. Hususan o sıkıntıya hastalık da ilâve edilse, daha ziyade beni dersten, te’liften men’ etmekle beraber; en mühim sözler ve risaleler, en sıkıntılı ve hastalıklı zamanımda, en sür’atli bir tarzda yazılması doğrudan doğruya bir İnayet‑i Rabbaniye ve bir İkram‑ı Rabbanî ve bir Keramet‑i Kur’âniye olmazsa nedir?..”

Mektubat ( 374 )

 

4‑ “Hem yazılan eserler, risaleler ekseriyet‑i mutlakası hariçten bir sebeb gelmeden, ruhumdan tevellüd eden bir hâcete binaen anî ve def’î olarak ihsan edilmiş.. Sonra bazı dostlarıma gösterdiğim vakit, demişler ”şu zamanın yaralarına devadır” intişar ettikten sonra, ekser kardeşlerimden anladım ki; tam bu zamanda ihtiyaca muvafık ve lâyık bir ilâç hükmüne geçiyor .”

Mektubat ( 375 )

 

Daha bu dört nümûneler gibi birçok örnekler gösterebiliriz ki, Risale‑i Nurların asılları ilham ve sünûhatın ışıklarıdır.“İhtar aldım. Ruhuma ihtar edildi, kalbime geldi...”  gibi hep aynı hakikata işaret eden ifadelerin Nur risalelerinde yüzer defa tekrarları vardır.

 

 

Kâtip ve Hizmetkârlarının şehadetleri

Üstâd’ın te’lif anlarındaki vaziyetini bizzat müşahede etmiş müsvedde kâtibleri ve o anda hazır bulunmuş bazı zatların şehadetlerini yazıyoruz:

 

Birincisi: Merhum Albay Hacı Hulusî Yahyagil’dir. şifahen bir kaç defa kendisinden bizzat dinlemişimdir ki, diyordu: “Ben Eğridir’de iken, Üstâd’ı ziyaretlerimin birisinde te’lif anını gördüm. Te’liften önce, kendisine hâs tarz‑ı şivesiyle çok mütevazi’ bir şekilde sohbet yapmakta iken, birden fırlıyarak somyasının üstüne çıktı... Ve gayet ciddileşerek: “şimdi hocalık vazifesi başladı” dedi.. Kalem kâğıt getirtti.. Ve yazdırmaya başladı. Gayet sür’atle söylüyordu. Dikkat ettim, göğsünden harıltılar, gıcırtılar gibi sesler geliyordu. Durmadan söylüyordu. Hatta te’lif anındaki şive tarzı dahi tamamen değişikti...”

 

İkincisi: Bediüzzaman’ın müsvedde kâtiplerinden ve ahiret kardeşlerinden Barlalı Hafız Halid Efendi’nin yazdığıdır, şöyle diyor:

“...Zahir hale bakılırsa, ilmihali bilmiyor gibi görünüyor. Birden bakarsın bir derya kesiliyor. Me’zun olduğuz miktarı veResul‑ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dan istifade derecesi nisbetinde söyler. Resul‑iEkrem’den (A.S.M.) cihet‑i istifadesi olmadığı vakitler de, yeni ay gibi mahviyet gösterir. “Bende Nur yok, kıymet yok!” der...”

Tarihçe-i Hayat ( 212 )

 

Üçüncüsü: Barla’lı Abdullah Çauvş, Süleyman Sami, Hafız Halid ve Hafız Tevfik’lerin beraberce; “On Dokuzuncu Mektup” olan Mu’cizat‑ı Ahmediye Risalesi’nin sonunda kaleme aldıkları şu ifadeleridir:

“Evet biz müsveddeyi yazıyorduk, Üstâd’ımız da söylüyordu. Yanında hiç kitap yoktu, hiç müracaat da etmiyordu. Birden bire gayet sür’atli söylüyordu. Biz de yazıyorduk. İki üç saatte, otuz kırk sahife yazıyorduk. Bizim de kanaatımız geldi ki: Bu muvaffakiyet, Mu’cizat‑ı Nebeviye’nin bir kerametidir.”

 

Dördüncüsü: Yine Hulusi Bey’in Üstâd’dan rivayet ettiği bir ifadesidir. şöyle diyordu:

“Bir defasında Üstâd’ımızı ziyaretimde, Risale‑i Nur’un te’lifindeki sühuletli muvaffakiyet meselesi mevzu olmuştu. Bu münasebetle Hazret‑i Üstâd buyurmuşlardı ki: “Bir risaleyi te’life başladığım an, yani bir mes’ele‑i imaniye kalbe geldiği vakit, birden bakıyorum, ikiyüz ayat‑ı Kur’âniye imdadıma geliyor.”

 

Beşincisi: Hazret‑i Üstâd’ı ve te’lif şeklini görmemiş fakat buna muttali’ olmuş olan, Hindistan’ın yetiştirdiği büyük alim, mücahit insan, müttaki ve kamil mü’min olan Mevlana Hasan en Nedevî’nin bu mevzudaki beyanı ve görüşü şöyledir:

1975 yılında, Hicaz’da Urfa Müftüsü Halil Gönenç, Salih Özcan, Muzaffer Aydın’ın içinde bulunduğu bir hey’et kendisiyle görüştüklerinde, onlara Üstâd hakkında şunları demiştir:

“Bizler bir kitap te’lif ettiğimiz zaman, milyonluk zengin kütübhanelerin ortasında otururuz.. O kitabı çeker bakar, bu kitabı çeker bakarız, öylece bir kitab yazarız. Bu, bizim yaptığımıza te’lif denilmez... Halbuki Bediüzzaman Şeyh Said‑i Nursi’nin kütübhanesi ise dağ ve derelerdir. İşte hakiki te’lifat onunkine denilir. O bizim bütün İslâm ulemasının şeyhidir ve Üstâdıdır...”

 

İkinci Mes’ele: Te’lif edilen Risalelerin tanzimi, yanı sırasına dizilerek isimlendirilmeleri ve makamlarına konulmaları.. ve bilahâre çeşitli isimler altında mevcut risalelerden mecmualar tanzim ettirilmesi keyfiyetidir. Bu da yine te’lifi gibi, ilham ve ihtarların manevî hükümleri altında cereyan etmiştir. şöyle ki:

Sözler olsun, Mektubat olsun ve hakeza Lem’alar ve şualar olsun, içindeki risalelerinin ilk te’lifleri anında; “Bu falanca söz” veya “falanca mektup” diye adlandırılarak te’lif edilmiş değildir. Meselâ “Onuncu Söz” ilk te’lif edildiğinde, ismi “Onuncu Söz” değil “Haşir Risalesi”dir. Zaten Onuncu Söz te’lif edildiği zaman, henüz birden dokuza kadar olan “Küçük Sözler” telif edilmiş değildir.

Keza, “Yirmibeşinci Söz” te’lif edildiğinde, ismi sadece “Mu’cizat‑ı Kur’âniye Risalesidir” ve hakeza, umum risaleler aşağı yukarı bu şekildedir. Te’lif edildikten bir müddet sonra, onun tertibi ve sıralaması yine müellifi tarafından yapılmakta idi.

 

Bu mevzuun böyle olduğunun te’kid‑i olarak, risale‑i Nur müellifi Üstâd Bediüzzaman Hazretlerinin şu gelecek ifadeleridir:

 

1‑ “...Fihrist risalesi yirmi senelik risalelerin bir kısmının fihristesidir. içindeki risalelerin bir kısmının asılları Darül‑Hikmet’ten başlar. Hem Fihristede numaraları, te’lif tertibiyle değildir. Mesela Yirmi ikinci Söz, Birinci Söz’den.. Ve Yirmi ikinci Mektup, Birinci Mektup’tan daha evvel yazılmıştır.. Bunlar gibi çok var...”

Tarihçe-i Hayat ( 223 )

 

2‑ Yine Hazret‑i Üstâd, Otuz İçüncü Mektub’un, Birinci Mektubtan önce te’lif edildiğini kaydeder.                                                                             Osmanlıca Afyon Müdafaanamesi, s: 26.

 

3‑ Onsekizinci Söz’ün, Yirmi Beşinci Söz’den sonra te’lif edildiğini yazmaktadır.

                                                                                                   Barla Lahikası, Envar Neşriyat, s: 27.

 

 

Ve daha bunlar gibi, Hazret‑i Üstâd’ın bu mevzuda beyanları çoktur ki Risale‑i Nur te’lif edilirken, sırasına göre dizilerek te’lif anında o sıra murat edilmiş değildir. Belki te’liflerinden bir müddet sonra, yine Hazret‑i Üstâd tarafından ma’nevî ihtarlarla yer ve makamları tesbit edilmiştir.

….

 

Evet, Kur’ân’ın bu asırdaki en parlak ayinesi ve iman hakikatlarının en ziyadar ve berrak bir makesi olan Risale‑i Nurların te’lifi gibi; tertib ve tanzimi de garibtir, orjinaldir. Hem ilham ve ihtarların tasarruf ve hükümleriyledir. Bu hakikatın bir kaç misal ve delilini bizzat Hazret‑i müellifin sözlerinden verelim:

 

Birinci misal: “Otuzuncu Mektup pek parlak tasavvur edilmişti. Fakat yerini ışarat ‑ül ı’caza verdi.”  Osmanlıca Mektubat, s: 290.

 

İkinci Misal: Tahminen 1941’lerde Kastamonu’da yazdığı bir mektubunda kendi eski eserleri  hakkında şöyle demiştir:

“Saniyen: Bu günlerde Selahaddin’in İstanbul’dan getirdiği “Habbe Katre, şemme, Habab” gibi Arabî risalelere baktım, gördüm ki: Yeni Said’in doğrudan doğruya harekât‑ı kalbiyesinde müşahede ettiği hakikatlar, Risale‑i Nur’un çeçikirdekleri hükmündedir. Zaten bunlar, hem “şu’le ve Zehre”, Risale‑i Nur’un Arabî parçalarıdır. Onlar doğrudan doğruya benim nefsimin dersi olduğu için, Arabî ve kısa ibarelerle ifade edilmiş, başka adamlar nazara alınmamış. O zaman başta şeyhül‑islam ve Darül‑Hikmet azaları ve İstanbul’un büyük alimleri tahsin ve takdirle karşıladılar. Bunlar yeni Said’in eserleri olduğundan, Risale‑i Nur’un eczalarıdır. Eski Said’in ise, Arabi risalelerinden yalnız İşarat‑ül İ’caz, Risale‑i Nurda en mühim mevki’ almış.. Hem her iki Said’in iştirâkiyle bir tek Ramazanda, iki hilâl ortasında te’lif edilen ve kendi kendine ihtiyarım hâricinde bir derece manzum şeklini alan, ışarat‑ûl ı’caz kıt’asında elli altmış sahife, Türkçe olarak “Lemaat” namındaki risale dahi, Risale‑i Nura girebilir. Maatteessüf bir nüsha elde edemedim. Herkesin hoşuna gittiği için matbu’ nüshaları kalmamış.

Hem Eski Said’in ilm‑i mantık noktasında bir şâheser hükmünde bulunan gayr‑ı matbu’ “Ta’likat”dan süzülen i’cazlı bir îcaz‑ı harikada ve müdakkik ulemaları hayret ve tahsin ile dikkate sevk eden matbu’ “Kızıl Îcaz” nâmındaki Risale‑i mantikiye, Risale‑i Nurla bağlanmasına...”

                                                                                              Osmanlıca Kastamonu Lahikası, s: 255.

 

 

İşte Hazret‑i Üstâd’ın Kastamonu hayatında yazdığı bu mektubunda da, Risale‑i Nurların tertib ve tanziminin nasıl gerçekleştiği hususunda fikir vermektedir. Fakat Üstâd henüz Kastamonuda iken, kendi eski eserlerinden bazılarının Risale‑i Nura bağlanması hakkında bir ihtar almışsa da, ancak mevki’ ve makamlarını ‑bildirilmediği için‑ belirtmemiştir.O tarihten hayli zaman sonra, Emirdağı’na geldiğinde o eski eserlerinin, Nurların içindeki yer ve makamları da, ma’nevi ihtar ile bildirilmiş ve tesbit edilmiştir.  Emirdağı’nda kaleme almış olduğu bir mektubunda bu mevzuda şöyle demiştir:

 

Ve Üçüncü Misal: “İhtar edilen ikinci nokta: Madem Arapça altmış dörde girdik (1364 Hicri‑1945 Miladi) işarat‑ı gaybiye hükmiyle; Risale‑i Nur tekemmül etmiş olur. Eğer Rumi tarihi olsa, daha bir iki senemiz var. ...Halbuki çok mühim yerlerde yazılmıyan ve te’hir edilen risaleler kalmış. Mesela Otuzuncu Mektup, Otuz ıkinci Mektup.. Ve Otuz Bir ve Otuz İkinci Lem’alar gibi ehemmiyetli mertebeler boş kalmış.

Kalbime ihtar edilmiş ki: “Eski Said’in en mühim eseri ve Risale‑i Nur’un fatihası, Arabî ve matbu’ olan İşaret’ül İ’caz tefsiri, Otuz ıkinci Mektup olacak ve olmuş.. Ve Eski Said’in en son te’lifi ve yirmi gün Ramazanda te’lif edilen ve kendi kendine manzum gelen Lemaat risalesi, otuz ikinci lem’a olması.. ve Yeni Said’in en evvel hakikattan şühûd derecesinde kalbine zâhir olan Arabi ibaresinde Katre, Habbe, şemme, Zerre, Habab, Zehre, şu’le ve onların zeyillerinden ibaret büyükçe bir mecmua, Otuz İçüncü Lem’a olması ihtar edildi. Hem Meyve, Onbirinci şua’ olduğu gibi.. Denizli Müdafaanamesi de, On ıkinci şua’.. Ve Hapiste ve sonra yazılan küçük mektuplar mecmuası, Onüçüncü şua’ olması ihtar edildi. Ben de aziz kardeşlerimin tensiblerine havale ediyorum. Demek bir kaç mertebede kapı açıktır. Bizlere daha iyi tetimmeler yazdırılabilir.”                                                                Emirdağ ‑1 Kitabı, s: 64.

 

Hazret‑i Üstâd’ın 1945 senesinde kaleme aldığı bu mektubunda nurların tanzim ve tertibinin son safhasını beyan ettiği gibi, o tarihten sonra te’lif edilecek ve edilmiş olan Arapça Hülâsat‑ûl Hülâsa, el‑Hüccet’ül Zehra, Afyon Mahkeme Müdafaanâmesi.. ve daha sonraları, yani 1950’den sonra, Hutbe‑yi şamiyye’nin tercümesi ve Hanımlar Rehberi’nin tetimmeleri ve Nur Âleminin Bir Anahtarı eserinin parçaları gibi risaleleri de haber vermektedir.

Bu verilen misallerle, tüm Risale‑i Nurların te’lifi gibi, tertib ve tanzimi de, böyle manevi ihtar ve ilhamların tasarruf ve hükümleri altnda gerçekleşdiğine artık şüphe kalmamış oluyor.

 

 

 (Risale-i Nur sonradan kalem karıştırılacak bir eser değildir. Zira serapa ilham ve sünühattır.)

 

 

 

1.       Risale-i Nur Bediüzzaman tarafından tashih edilmiştir, tam ve tekmildir

 

Risale-i Nura sonradan kalem karıştırmak (Yukardaki resime bakınız) onun bizzat

·         ilham ve sünühat,

·         Müellifi tarafından tashih edimiş

·         ve tam ve tekmil halde olduğuna süphe etmekten ileri gelir.

Bu Eserler bizzat Müellifi tarafından tashih edilmiş ve senelerdir Varis ve Vekil Ağabeylerin başlarında bulundukları Neşriyatlar (Envar, Sözler, Ihlas Nur) tarafından tab edilmektedir.

Risale-i Nurun sıhhati muhterem Müellif için fevkhalade ehemmiyetlidir, zira Sıhhat ve Tashih meselesini Külliyatın muhtelif yerlerinde çokca nazara vermiştir:

 

Aziz, sıddık kardeşlerim!

 

                Bu şuhur-u mübarekede, Nurcuların şirket-i maneviyesine inşâallah pek çok kudsî servet girecek. Herbir Nurcu, binler lisanla ve yüzer kalemle çalışacak gibi kâr kazanacak. Ve bu mübarek ve çok bereketli aylarda beş tarzda ibadet sayılabilen kalemle Zülfikar-ı Mu'cizat mecmuasına hizmet edenler, tam bahtiyardırlar. Fakat yazıdan ziyade, sıhhatine dikkat etmek lâzım ve elzemdir.

Emirdağ Lahikası-1 ( 167 )

 

Evvelâ: Hüsrev'le bir ruh iki cesed ve kendisi, bahadır biraderiyle Nur hizmetinde çok ehemmiyetli mevki alan kahraman Rüşdü'nün acib bir el makinesini Nurlar için celbine çalışması, ehemmiyetli bir fütuhat-ı Nuriyenin mukaddemesidir. İnşâallah yine Nurlar, Nurcuların lâyık elleriyle kalemleri gibi tab' ve neşredilecek; yabani ve lâyık olmayanlara muhtaç olmayacak. Fakat herşeyden evvel sıhhatlı ve yanlışsız ve güzel bir tarzda makine ile, mümkün ise evvel eski harfle yazılsa, sonra yeni harfle daha münasibdir. Sizlerin isabetli tedbirinize havale ediyoruz.

Emirdağ Lahikası-1 ( 168 )

 

 

Yedinci İşaret: Bu hizmetimiz zamanında, beş-altı sene zarfında, bilâmübalağa yüz eser-i ikram-ı İlahî ve inayet-i Rabbaniye ve keramet-i Kur'aniyeyi gözümüzle gördük. Bir kısmını, Onaltıncı Mektub'da işaret ettik; bir kısmını, Yirmialtıncı Mektub'un Dördüncü Mebhası'nın mesail-i müteferrikasında; bir kısmını, Yirmisekizinci Mektub'un Üçüncü Mes'elesinde beyan ettik. Benim yakın arkadaşlarım bunu biliyorlar. Daimî arkadaşım Süleyman Efendi çoklarını biliyor. Hususan Sözler'in ve risalelerin neşrinde ve tashihatında ve yerlerine yerleştirmekte ve tesvid ve tebyizinde, fevkalme'mul kerametkârane bir teshilâta mazhar oluyoruz. Keramet-i Kur'aniye olduğuna şübhemiz kalmıyor. Bunun misalleri yüzlerdir.

Mektubat ( 375 )

 

 

Barla Lâhikası evvelce hatt-ı Kur'an'la elyazması defterler halinde tertib ve tanzim edilmiş olup, bunlardan bazıları bizzât Hazret-i Üstadımız tarafından tashih edilmiştir.

 

                Elimizde mevcud olan nüshalarda Hazret-i Üstad,tashihle beraber ehemmiyetlerine işareten de mektubların üzerine iki, üç, dört ve daha ziyade işaretler koymuşlardır.

 

                Ayrıca Üstadımızın tensibiyle 1956'da İstanbul'da teksirle neşredilen ve baş tarafına Mektubat'tan "İnayet-i Seb'a"nın konulduğu küçük bir Barla Lâhikası dahi vardır ki; mezkûr elyazma nüshalardaki mektublar ve Emirdağı Lâhikalarından da birkaç mektub dâhil edilmiştir.

 

                Şimdi neşredilen bu Barla Lâhikası; yukarıda zikredilen ve Hazret-i Üstadımızın tashihinden geçen elyazma nüshalar ve teksirle neşredilen kısım, esas alınarak hazırlanmıştır.

Barla Lahikası ( 9 )

 

Üstad Bedîüzzaman'ın te'lif ettiği risaleleri, talebeler elden ele ulaştırmak suretiyle müteaddid nüshalar yazarlar, yazılan nüshaları müellifine getirirler. Müellif, müstensihlerin yanlışlarını düzeltir. Bu tashihatı yaparken, eserin aslı ile karşılaştırmadan kontrol eder. Şimdi de yirmibeş-otuz sene evvel te'lif ettiği bir eseri tashih ederken aslına bakmaz.

 

                Yazılan risaleleri etraf köylerden ve kazalardan gelenler, büyük bir merak ve iştiyakla alıp gidiyorlar ve el yazısıyla neşrediyorlardı.

 

                Üstad Bedîüzzaman, Kur'an'dan başka hiçbir kitaba müracaat etmeden ve te'lifat zamanında yanında hiçbir kitab bulunmadan Nur Risalelerini te'lif etmiştir.

Tarihçe-i Hayat ( 161 )

 

 

Onlar ne hal ile yazılmış ise, öyle kalması lâzım geliyordu. Sonradan tashih ve tanzim etmeye me'zun değiliz!

Mektubat ( 488 )

 

Evet tashihe muhtaç yerleri vardır, fakat hatt-ı harbde büyük bir ihlas ile, şehidler arasında yazılıp giydirilen o yırtık ibarelerin tebdiline (şehidlerin kan ve elbiselerinin tebdili gibi) cevaz veremedim ve kalbim razı olmadı. Şimdi de razı değildir. Çünki, hakikat-ı ihlâs ile baktım, tashih yerini bulamadım. Demek sünuhat-ı Kur'aniye olduğundan, i'caz-ı Kur'aniye onu yanlışlardan himaye etmiş.

Tarihçe-i Hayat ( 110 )

 

 

 

 

Bedîüzzaman Said Nursî Hazretleri, Barla'da sekiz sene kadar kalmıştır. Ekserî zamanlarını kırlarda, bağ ve bahçelerde geçiriyordu. İki-üç saat kadar uzaklıktaki tenha dağlara veya bağlara çekilir, Nur Risalelerini te'lif eder; bir taraftan da te'lif ettiği risaleler Isparta ve havalisinde el yazısıyla istinsah edilip kendisine gönderildiğinde bunları tashih ederdi.

Tarihçe-i Hayat ( 165 )

 

Gündüzleri ise, daima Risale-i Nur'un mütalaası ve tashihi ile meşgul olur; Risale-i Nur hizmetini herşeye tercih eder, Risale-i Nur'a ait yetişecek acele bir iş zamanında diğer meşguliyetlerini bırakır, evvelâ o işi tamamlardı.

Tarihçe-i Hayat ( 168 )

 

 

Daha ziyade bahar, yaz ve güz mevsiminde gezer, kışın da arasıra kıra çıkardı. Emirdağı'nın dört tarafı açıklıktır. Buralarda Nurların tashihine çalıştığı müteaddid dershaneleri vardır. Emirdağı'na yerleşmesinden itibaren daimî tarassud altında bulunduğundan ve kırlara çıktığı zamanda çok defa jandarma ve bekçilerle takib edilmesinden dolayı yalnız gezer, yalnız oturur, yalnız çalışırdı. Tâ 1947 senesine kadar böyle devam etti. Yalnız faytonunu idare eden bir talebesi, yolda refakat eder, oturduğu zaman yalnız başına kalırdı. Kırlarda ekseriyetle tashihatla meşgul oluyordu. Bir müddet el yazılarını tashihle vakit geçirirdi. Sonra Isparta ve İnebolu'daki fedakâr talebeleri, birer teksir makinesi elde ederek Nur mecmualarını çoğaltmaya başladılar. Üstad, bundan sonra tashih için kendisine gelen mecmuaları tashihe başladı.

Tarihçe-i Hayat ( 463 )

 

Hadsiz şükür olsun, Nur'un kahramanları bu mecmuaları tashihli olarak neşretmeleriyle pekçok faidelerinden birisi de; beni tashih vazifesinden ve merakından kurtardığı gibi, kalemle yazılan sair nüshalara tam bir me'haz olmak cihetinde yüzer tashihçi hükmüne geçtiler. Cenab-ı Erhamürrâhimîn o mecmuaların herbir harfine mukabil onların defter-i hasenatlarına bin hasene yazdırsın. Âmîn...

 

Said Nursî

 

Tarihçe-i Hayat ( 588 )

 

İki üç günlük sa'yimin mahsulünden doğan ve inayet-i Hak'la istinsaha muvaffak olduğum Onyedinci Söz'ü tashih için takdim ediyorum. 

Zekâi

Barla Lahikası ( 70 )

 

Halklardan sadaka kabul etmediğim gibi, kitablarıma da sadakalarla tab'ını kabul etmem. Yalnız gayretinizi ve himmetinizi Onuncu Söz gibi, yalnız yanlışsız ve güzelce tab'ına ve matbaadaki tashihatına sarfediniz.

Barla Lahikası ( 247 )

 

Nurun kahramanları bu mecmuaları TASHİHLİ olarak neşretmeleriyle, pek çok faidelerinden birisi de, beni tashih vazifesinden ve merakından kurtardığı gibi;

Tarihçe-i Hayat. 588.

 

 

Küçük Hüsrev olan Feyzi ve Emin'in suali ve ilhahlarıyla bazı bîçarelerin imanlarını şübehattan muhafaza niyetiyle bu mes'eleye dair yalnız bir-iki-üç satır yazmak niyet edip başlarken, İHTİYARIM HARİCİNDE olarak uzun YAZ-DI-RIL-DI. Hikmetini de anlamadık, belki bir hikmeti var diye öylece bıraktık. Kusura bakmayınız, bu fıkrada tashihe ve dikkate VAKİT BULAMADIK, MÜŞEVVEŞ KALDI.

Kastamonu Lahikası ( 82 )

----

Şimdi bunun gibi çok yerler var. .... Bazı sırlı meseleleri setr ederek yazdığı bu mektubu vakit bulamamasından dolayı tashih etmediğini ve öylece bıraktığını söylüyor. Hadi ilk yazdığında vakit bulamadı, sonra da mı bulamadı? oysaki defalarca istinsah edilmiş (el yazısıyla çoğaltılmış) bu mektupların kopyalarını bizzat kendisi tashihetmiştir. hiç bir tashih zamanında da mı vakit bulamadı? Demek olduğu gibi bırakmasında bir hikmet var.

 

 

Üstaddan geldiği gibi ve üstaddan geldigi şekilde 60 senedir TAB ve neşir yapan Nur dairesi ve erkanlarının varis vekillerin üzerinde ASLINI TESBİT ediyoruz gibi saçma bir bahane ile mübarek Nur külliyatı ile alakadar sanki orjinal basılmıyormuş gibi tesbit ve tashih tercih işlerine girmeye DİYANET adlı kurumun hiç bir hakkı ve selahiyeti yoktur.

 

 

Download
RİSALE-İ-NURUN-NEŞİR-TARİHÇESİ.doc
Microsoft Word Dokument 259.0 KB