CİDDİYET VE VAKAR ESASI

 

Ciddiyet, ağırbaşlılık, gayretlilik ve hürmetdeğer şahsi­yetli­lik­tir. Zıddı, iş ve vazi­fede gevşeklik ve ihmal­kârlık dav­ranış­larda lâüba­lilik ve hafifliktir. Lü­zumsuz konuşmak ve gülmek, el ve dil şakaları yapmak, büyük küçük ara­sında âdab ve hürmet kaidelerine uymamak, cid­diyete aykırı hare­ketlerden­dir.

Diğer bir mânâsıyla ciddiyet, bir kimsenin esas gaye edin­diği dâvasını ve vazi­fesini tam bir alâka ve gayretle ele alması, hassasi­yetle ve fedakârane takib etmesidir.

Ciddiyet, herkes için ehemmiyetli olmakla beraber, bir hiz­met cemaatine dahil olan hizmet ehli için daha çok ehem­miyetli­dir.

Ahlâk-ı Peygamberîden olan ciddiyet:

 

1- «Peygamberin delil-i sıdkı; herbir hareket, her­bir hâlidir. Evet, herbir hareketinde adem-i tereddüd ve mu­te­rizlere adem-i ilti­fat ve mua­rızlara adem‑i müba­lât ve muhalif olanlardan adem-i tahavvüfü, sıdkını ve cid­di­ye­tini gösteriyor. Hem de evamirinde hakikatın ru­huna olan isa­beti, hakkıyyetini gösterir.

Elhasıl: Tahavvüf ve tereddüd ve telâş ve mübalât gibi hile ve adem-i vüsuku ve itminansızlığı imâ eden umurlardan müberrâ iken, bilâ perva ve kuvvet-i itmi­nanla en hatarlı makamlarda olan hareketi ve niha­yette olan isabeti ve iki âlemde semere verecek olan zî­hayat ka­ideleri harekâ­tıyla tesis ettiğine binaen, herbir fiil ve herbir tavrının iki taraftan, yani bidayet ve ni­ha­yetten ciddiyeti ve sıdkı, nazar-ı ehl-i dikkate arz-ı didar ediyor. Bahu­sus mecmu-u harekâtının imti­zacın­dan ciddiyet ve hakkıyet şule-i cev­vale gibi ve in’ikâsatından ve muvazenatından sıdk ve isa­bet, berk-i lâmi’ gibi tezahür ve tecellî ediyor.» (Muhakemat sh: 144)

 

2- «O zatın en yüksek derecede bulunan zühd ve takvâ ve ubudiyeti, şehadetleriyle mâlik olduğu kuvve-i imaniyeyle musad­daktır. Ve keza, si­yer-i nebeviyenin şe­hadetiyle derece-i vüsûku ve kemal-i ciddiyet ve me­taneti ve bütün işlerinde ve harekâtında kuvve-i emni­yeti, hakka mütemessik ve hakikate sâlik oldu­ğunu tas­dik eden kat’î delillerdir.» (Mes­nevî-i Nuriye sh: 23)

 

3- «O zât-ı nurânî, okuduğu o hutbe-i ezeliyeyi öyle bir tarzla okuyor ne tereddüdü var, ne hicabı, ne korkusu var, ne teessürü... Hem samimî bir safa-i kalble, hâlis bir ciddiyetle, hasımlarının damarla­rına dokundur­mak üzere, akıllarını tezyif, nefislerini tahkir edip izzet­lerini kı­rıyor. Acaba böyle bir dâvâda, böyle bir ma­kamda, böyle bir şahıstan zerre miskal bir hilenin bu meseleye ka­rışmasına imkân var mıdır?» (Mes­nevî-i Nuriye sh: 27)

 

4- «Vazifesinde nihayet hüsnündeki secâyâ-yı gà­li­yesini ve ke­mâl-i em­niyetini ve kuvvet-i imanını ve gayet it­minanını ve nihayet vüsukunu göste­ren fevkalâde tak­vâsı, fevkalâde ubudiyeti, fevka­lâde ciddiyeti, fev­ka­lâde metaneti, dâvâsında nihayet derecede sâdık oldu­ğunu gü­neş gibi âşikâre gösteriyor.» (Sözler sh: 236)

 

5- «Şimdi, şu zâtın delâil-i sıdkı ve berâhin-i nü­büv­veti, yalnız muci-zâtına münhasır değildir. Belki, ehl‑i dik­kat için, hemen umum hare­kâtı ve ef’âli, ahval ve akvâli, ahlâk ve etvârı, sîret ve sureti, sıdkını ve ciddi­yetini isbat eder.» (Mektubat sh: 90)

 

Hizmet ehlinde vazife ciddiyeti:

6- «Hizmet-i Kur’âniyenin bir silsile-i kerameti ve o hizmet-i kudsiyenin etrafında izn-i İlâhî ile nezaret eden ve himmet ve du­asıyla yar­dım eden Gavs-ı Âzamın bir nevi kerameti beyan edile­cek. Tâ ki, bu hiz­met-i kudsi­yede bulunanlar, ciddiyetle­rinde, hizmet­lerinde sebat et­sinler.» (Lem’alar sh: 40)

 

7- «Hizmet-i Kur’âniyede bulunana, ya dünya ona küsmeli veya o dün­yaya küsmeli. Tâ, ihlâsla, ciddi­yetle hizmet-i Kur’âniyede bulun­sun.

İşte, Hulûsi’nin kalbi çendan lâyetezelzel idi. Fakat bu vaziyet onu fü­tu­ra sevk ettiğinden, şefkatli tokat yedi. Tam bir iki sene bazı münafıklar ona musallat ol­dular. Dünyanın lezzetini de kaçırdılar. Hem dünyayı on­dan, hem onu dünyadan küstürdüler. O vakit va­zife-i mâne­viyesindeki ciddiyete tam mânâ­sıyla sarıldı.» (Lem’alar sh: 42)

 

8- «Hulûsi ise, âhirdeki Sözler’in ve ekser Mektubat’ın yazıl­masına onun gayreti ve ciddiyeti en mühim sebeb olması. Ve Sabri’nin dahi On Dokuzuncu Mektup gibi bir sülüs-ü Mektubat’ın yazıl­ma­sına sebeb, onun samimî ve ciddî iştiyakı ol­ması­dır.» (Barla Lâhikası sh: 21)

 

9- «Kardeşimiz Hasan Âtıf, hakikaten Risale-i Nur’un hiz­me­tine pek çok lâyık ve müstaiddir. Müstesna hattıyla beraber ih­lâsı, irtibatı, alâka­dar­lığı, cid­diyeti, sadakati dahi mü­kem­meldir. Cenab-ı Hak onun em­sa­lini çoğaltsın.» (Kastamonu Lâhikası sh: 128)

 

10- «Evet, azim ve sebâtınız ve ihlâs ve ciddi­ye­tiniz, ehl-i dünyayı mağlûb etmiş ve ediyor.» (Kastamonu Lâhikası sh: 143)

 

11- «Risale-i Nur şakirdlerinde fevkalâde bir sa­dakat ve sebat ve uhuv­vet ve ihlâs ve kahramanlık var ki, bu acib zamanda binler esbab-ı fesat ve ifsat içinde vahdetle­rini ve ittifaklarını ve hizmette ciddi­yetlerini muhafa­za ediyorlar.

Bu kadar fırtınalı hadiseler içinde Risale-i Nur’u mu­attal bı­rakmadı­nız, söndürmediniz.» (Kastamonu Lâhikası sh: 243)

 

12- «Sizin gayret ve ciddiyetiniz ve yardı­mınız her sı­kıntıyı izale eder, daimî sürur verir.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 25)

 

13- «Kur’ân-ı Hakîmin hizmeti esnasında ve ha­kaik-i imani­yenin dersi vaktinde, o hakaik hesabına ve Kur’ân şerefine, o ma­kamın iktiza ettiği iz­zet ve va­kar-ı ilmiyeyi ders vaktinde muhafaza edip, ba­şımı ehl-i dalâle­te eğ­me­mek için, o izzetli vazi­yeti mu­vakkaten takınıyorum.» (Lem’alar sh: 173)

 

14- «Üstadımız, gayet mütevazidir. Tefevvuk ve te­meyyüz dâ­irelerin­den, şöhret sevdalarından ziyade­siyle sakınırlar. Kendilerine mahsus sâfi meşrebi, o gibi can sı­kacak şeylerden âlî­dir. Herkese, hele ihtiyarlara ve ço­cuk­lara ve fukaralara, rıfk ve mülâyemetle uhuv­vet­kârane bir mua­mele‑i hâlisanede bulunur­lar. Mübarek yüzlerinde, mehâbet ve beşâşetle karı­şık bir nur-u vakar lemean eder. Heybetle beraber âsar-ı üns ve ülfet dahi görünür. Daima mütebessim bu­lu­nurlar. Fakat bazan tecelli­yatın muktezası olarak me­hâ­bet ve celâl nazarı o derece teza­hür eder ki, artık o za­man yanında bulunup da söz söy­lemek isteyen adamın, âdeta dili tutulur, ne söylemek is­tediği anlaşılmaz.» (Tarihçe-i Hayat sh: 326)

 

Ciddiyet, güzel bir ahlâk-ı İslâmiyedir.

15- «Kavînin bir zayıfa karşı da tevazuu sayılan bir sıfatı, ger olursa zayıfta, tezellül ve riyâdır.

Bir ulül’emr, makamında olursa ciddiyeti va­kardır, mahviyeti zillet­tir. Hanesinde bulunsa, mahviyeti tevazu, cid­diyeti kibirdir.» (Söz­ler sh: 724)

 

16- «Ahlâk-ı âliyeyi ve yüksek huyları hakikate ya­pıştıran ve oah­lâkı daima yaşattıran, ciddiyet ile sıdktır. Eğer sıdk kal­kıp araya kizb girerse, rüz­gâr­lara oyuncak olan yapraklar gibi, o adam da insan­lara oyuncak olur.» (İşarat-ül İ’caz sh: 107)

Ciddiyet sıfatı;na muhalif düşen lâübaliliğin, milletin hürmet ve itimadını sar­sacağını Birinci Millet Meclisine ih­tar eden Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:

 

17- «Hasmınız ve İslâmiyet düşmanı olan frenkler, dindeki lâkaytlığınız­dan pek fazla istifade etti­ler ve edi­yor­lar. Hattâ diyebi­lirim ki, hasmınız kadar İslâma zarar ve­ren, dinde ihmalinizden istifade eden insan­lardır. Maslahat-ı İslâmiye ve selâmet-i millet namına, bu ihmali a’mâle tebdil etmeniz gerektir. Görülmüyor mu ki, İttihatçılar o kadar ha­rika azim ve sebat ve fedakârlıkla­rıyla, hattâ İslâmın şu intibâhına da bir sebeb ol­dukları halde, bir derece dinde lâübâli­liktavrını gösterdikleri için, dahil­deki mil­let­ten nefret ve tezyif gördüler. Hariçteki İslâmlar din­deki ihmallerini görmedikleri için hürmeti verdiler.» (Mesnevî-i Nu­riye sh: 100)

 

18- «Evet, Hürriyetçilerin ahlâk-ı içtima­iyede ve dinde ve seciye-i milliyede bir derece lâübalilik göster­meleriyle, yirmi-otuz sene sonra dince, ahlâkça, namusça şimdiki vazi­yeti gösterdiği cihetinden, şim­diki vaziyette de, elli sene sonra bu dindar, namuskâr, kahraman seciyeli mille­tin nesl-i âtisi, seciye-i diniye ve ahlâk-ı içtimaiye ci­he­tinde ne şekle gire­cek, elbette anlıyorsunuz.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 21)

 

19- «Ahlâk-ı âliyenin, hakikatin zeminiyle olan ra­bıta-i ittisali cid­diyettir. Ve deveran-ı dem gibi hayatla­rını idame eden ve imtizaçla­rından tevellüd eden haysi­yete kuvvet ve­ren, heyet-i mecmuasına inti­zam veren yalnız sıdktır. Evet, şu ra­bıta olan sıdk ve ciddiyet kesil­diği anda o ah­lâk‑ı âliye ku­rur ve hebâen gidiyor.» (Muhakemat sh: 145)

 

20- «Eğer medeniyet böyle haysiyet kırıcı te­cavüz­lere ve nifak ve­ri­ci iftiralara ve insafsızca­sına intikam fikirle­rine ve şeytancasına muga­lâ­talara ve diyanette lâ­übâlicesine hareketlere müsait bir zemin ise, her­kes şahit olsun ki, o sa­adet-saray-ı medeniyet tesmiye olunan böyle mahall-i ağrâza bedel, vilâyat-ı şarkiyenin, hürriyet-i mut­lakanın mey­danı olan yüksek dağlarındaki bedeviyet ve vahşet çadırlarını ter­cih ediyorum. Zira bu mim’­siz mede­niyette görmediğim hürri­yet-i fikirve ser­besti-i ke­lâm ve hüsn-ü niyet ve selâmet-i kalb, şarkî Ana­dolu’nun dağlarında tam mânâ­sıyla hüküm­fer­ma­dır.» (Divan-ı Harbî Örfî sh: 46)

 

21- «Malûmdur ki, bir zatta içtima eden ahlâk-ı âli­yenin imtizacın­dan izzet-i nefis, haysiyet, şeref, vakar gibi, ha­sis, alçak şeylere te­nezzül etmeye müsaade etme­yen yük­sek haller husule gelir. Evet, melâike, ulüvv-ü şanla­rından, şeytanları reddeder, kabul etmezler.

Kezalik, bir zatta içtima eden ahlâk-ı âliye kizb, hile gibi alçak halleri reddeder. Evet, yalnız şecaatle iş­tihar eden bir zat, kolay kolay yalana te­nezzül etmez.» (İşarat-ül İ’caz sh: 107)

 

22- «Risale-i Nur, gurur ve kibir ve hodfuruşluk ve zillet gibi, ahlâk-ı seyyieden kurtararak, tevâzu ve mah­vi­yet ve izzet ve va­kargibi güzel ah­lâklara sahip kı­lar.» (Sözler sh: 765)

İşte şu kısa ve tercihli kısımlarda görüldüğü üzere ve bil­hassa dinî hiz­mette ciddiyet ve vakara ehemmiyet ve­rili­yor ve sarahaten ve tekraren ve bir düstur olarak tesbit edi­liyor. Evet, lakaydâne ve lâûba­liyane halleri, hizmetin ma­nevî şahsiyeti ve izzeti kabul etmiyor.

 

 

http://www.ittihad.com.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=60&Itemid=34