Risalelerin Tevafuklu olması

vehbi olduğuna ve tagyir ve

tahrifine müsaade olmadığına kati

hüccettir.

 

 

 

 

 

 

Kur’anın etrafindaki surlar kırıldığında, اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَ اِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَayetin sırrınca..Kuran kendi kendine müdafaa edecek…ve etti. 

 

28. Mektubda bu hakikati Bediüzzaman Hazretleri bir rüya-yı sadıkanın tabiriyle izah etmistir:

  

Eski Harb-i Umumî'den evvel ve evâilinde, bir vakıa-i sadıkada görüyorum ki: Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağı'nın altındayım. Birden o dağ, müdhiş infilâk etti. Dağlar gibi parçaları, dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum vâlidem yanımdadır. Dedim: "Ana korkma! Cenab-ı Hakk'ın emridir; o Rahîm'dir ve Hakîm'dir." Birden o halette iken, baktım ki mühim bir zât, bana âmirane diyor ki: "İ'caz-ı Kur'anı beyan et." Uyandım, anladım ki: Bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılabdan sonra, Kur'an etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur'an kendi kendine müdafaa edecek. Ve Kur'ana hücum edilecek, i'cazı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i'cazın bir nev'ini şu zamanda izharına, haddimin fevkınde olarak, benim gibi bir adam namzed olacak ve namzed olduğumu anladım.

Mektubat ( 368 )

 

Demek Kur’anın müdafaası, i’cazını beyan etmekle tahakkuk etti ve edecek. Âyât-ı Kur'aniyenin i'cazlarını beyan ve Kur'anın kırkvecihle mu'cize olduğunu Risale-i Nur isbat etti.

 

Kuranın 40 i’cazından biri olan tevafukları izhar dahi icazı beyan hükmüne geçer..

 

Günümüzdede Kur’anın manevi bir mucizesi olan Risale-i Nura da “Sadeleştirme” adı altında saldırıldı ve hala saldırılıyor. çok şeyler yazılıp çizildi.

 

Ancak, şüphe yok ki: Kur’an-ı Hakîm’in asrımıza bakan vechesinin keşf edilip, avamdan en havassa kadar her tabakanın istifade edebileceği bir üslûbla izah ve isbat etmiş olan Risale-i Nurlar’da Kur’ana iktidaen, kendi kendini müdafaa edecektir. Kur'an-ı Hakîm'de bir çok garib ve i'cazlı tevafuklar olduğu gibi, Onun manevi tefsiri olan Nur Risalelerinin yazılış tarzlarında da bazı hârika tevafuklar görülmüştür.

Kur’anın I’cazları icinde belki en kuvvetlisi değil, lakin en zahirîsi olan bu göze görülen tevafuklar, Kuranın manevi bir tefsiri olan Risale-i Nur’dada olduğundan, Risale-i Nurun vehbi olduğuna ve tagyir ve tahrifine müsaade olmadıgına kati hüccettir. çünkü Risale-i Nur’daki tevafuklar’da gösterir ki, bu cümleler ve kelimeler aynen bu şekilde kast ve irade edilmiş.  

Hem Tabakat-ı nâs muhtelif olduğu, hem kesretli tabaka olan tabaka-ı avam gözüne daha ziyade itimad ettiği için umuma gösteririlebilen I’caz bu nevi Tevafukladır ve onları izhar etmeye bu zamanda  ihtiyaç vardır. 

 

Kurandaki Tevafukları neden izahr ettiğini beyan eden Üstadın saydığı sebebler:

 

 

mes'elelerin hakkaniyetine delalet ettiği için bence çok ehemmiyetlidir ve çok kuvvetlidir. Hem gururumu kırar ve sırf bir tercüman olduğumu kat'iyyen bana gösterdi. Hem hiç medar-ı iftihar benim için birşey bırakmıyor, yalnız medar-ı şükran olan şeyleri gösteriyor.

 

·        Hem madem Kur'ana aittir

·        ve i'caz-ı Kur'an hesabına geçiyor

·        ve kat'iyyen cüz'-i ihtiyarîmiz karışmıyor

·        ve hizmette tenbellik edenleri teşvik ediyor

·        ve risalenin hak olduğuna kanaat veriyor

·        ve bizlere bir nevi' ikram-ı İlahîdir

·        ve izharı tahdis-i nimettir

·        ve aklı gözüne inmiş mütemerridleri iskât ediyor;

 

elbette izharı lâzımdır, inşâallah zararsızdır.

 

İşte şu işarat-ı gaybiyenin birisi de şudur ki: Cenab-ı Hak kemal-i rahmet ve kereminden, Kur'ana ve imana hizmet ile meşgul olan bizleri teşvik ve kulûbümüzü tatmin için; bir ikram-ı Rabbanî ve bir ihsan-ı İlahî suretinde hizmetimizin makbuliyetine alâmet veyazdığımız hak olduğuna işaret-i gaybiye nev'inden, bütün risalelerimizde ve bilhâssa Mu'cizat-ı Ahmediye ve İ'caz-ı Kur'an ve Pencereler Risalelerinde, tevafukat-ı gaybiye nev'inden bir letafet ihsan etmiştir. Yani, bir sahifede, misil olarak gelen kelimeleri birbirine baktırıyor. Bunda bir işaret-i gaybiye veriliyor ki: "Bir irade-i gaybî ile tanzim edilir. İhtiyarınıza ve şuurunuza güvenmeyiniz. İhtiyarınızın haberi olmadan ve şuurunuz yetişmeden, hârika nakışlar ve intizamlar yapılıyor." Bahusus Mu'cizat-ı Ahmediye Risalesinde lafz-ı Resul-i Ekrem ve lafz-ı Salavat bir âyine hükmüne geçip, o tevafukat-ı gaybiye işaretini sarih gösteriyor. Yeni, acemî bir müstensihin yazısında, beş sahife müstesna, mütebâki ikiyüzden fazla salavat-ı şerife birbirine müvazi olarak bakıyorlar. Şu tevafukat ise; şuursuz yalnız on adedde bir-iki tevafuka sebeb olabilen tesadüfün işi olmadığı gibi, san'atta meharetsiz, yalnız manaya hasr-ı nazar ederek gayet sür'atle bir-iki saatte otuz-kırk sahifeyi te'lif eden ve kendi yazmayan ve yazdıran benim gibi bir bîçarenin düşünüşü dahi elbette değildir.

 

            İşte altı sene sonra, yine Kur'anın irşadıyla ve İşarat-ül İ'caz olan tefsirin dokuz اِنَّا nın tevafuk suretiyle gelen irşadıyla sonra muttali' olmuşum. Müstensihler ise benden işittikleri vakit, hayret içinde hayrette kaldılar. Nasılki lafz-ı Resul-i Ekrem ve lafz-ı salavat; Ondokuzuncu Mektub'da, mu'cizat-ı Ahmediye'nin bir nev'inin, bir nevi küçük âyinesi hükmüne geçti. Öyle de: Yirmibeşinci Söz olan i'caz-ı Kur'anda ve Ondokuzuncu Mektub'un Onsekizinci İşaretinde lafz-ı Kur'an dahi; kırk tabakadan, yalnız gözüne itimad eden tabakasına karşı, bir nevi mu'cizat-ı Kur'aniyenin, o nev'in kırk cüz'ünden bir cüz'ü, tevafukat-ı gaybiye suretinde bütün risalelerde tecelli etmekle beraber,o cüz'ün kırk cüz'ünden bir cüz'ü, lafz-ı Kur'an içinde tezahür etmiş. Şöyle ki:                                                        

 

Yirmibeşinci Söz'de ve Ondokuzuncu Mektub'un Onsekizinci İşaretinde; yüz defa Kur'an lafzı tekerrür etmiş; pek nâdir olarak bir-iki kelime hariç kalmış, mütebâkisi bütün birbirine bakıyor. İşte meselâ: İkinci Şua'nın kırküçüncü sahifesinde yedi "Kur'an" lafzı var, birbirine bakıyor. Ve sahife ellialtıda sekizi birbirine bakıyor, yalnız dokuzuncu müstesna kalmış. İşte şu -şimdi gözümüzün önünde- altmışdokuzuncu sahifedeki beş lafz-ı Kur'an, birbirine bakıyor. Ve hâkeza... Bütün sahifelerde gelen mükerrer lafz-ı Kur'an, birbirine bakıyor. Pek nâdir olarak, beş-altı taneden bir tane hariç kalıyor. Sair tevafukat ise, -işte gözümüzün önünde- sahife otuzüçte, onbeş aded اَمْ lafzı var; ondördü birbirine bakıyor. Hem gözümüzün önünde şu sahifede dokuz iman lafzı var, birbirine bakıyor; yalnız birisi, müstensihin fasıla vermesiyle az inhiraf etmiş. Hem şu -gözümüzün önündeki- sahifede iki "mahbub" var, -biri üçüncü satırda, biri onbeşinci satırdadır- kemal-i mizanla birbirine bakıyor. Onların ortasında dört "aşk" dizilmiş, birbirine bakıyorlar. Daha sair tevafukat-ı gaybiye bunlara kıyas edilsin. Hangi müstensih olursa olsun; satırları, sahifeleri ne şekilde olursa olsun alâküllihal bu tevafukat-ı gaybiye öyle bir derecede var ki; şübhe bırakmıyor ki, ne tesadüfün işi ve ne de müellifin ve müstensihlerin düşünüşüdür. Fakat bazı hatta daha ziyade tevafukat göze çarpıyor. Demek, şu risalelere mahsus bir hatt-ı hakikî vardır.Bazıları, o hatta yakınlaşıyor. Garaibdendir ki, en mahir müstensihlerin değil, belki acemîlerin yazılarında daha ziyade görülür. Bundan anlaşılıyor ki; Kur'anın bir nevi tefsiri olan Sözler'deki hüner ve zarafet ve meziyet kimsenin değil; belki muntazam, güzel hakaik-i Kur'aniyenin mübarek

 

kametlerine yakışacak mevzun, muntazam üslûb libasları, kimsenin ihtiyar ve şuuruyla biçilmez ve kesilmez; belki onların vücududur ki, öyle ister ve bir dest-i gaybîdir ki, o kamete göre keser, biçer, giydirir. Biz ise içinde bir tercüman, bir hizmetkârız.

 

Mektubat ( 383 - 384 )

 

 

 

 

Kur’ân-ı Hakîm’i yeni bir tarzda yazmaktaki niyetimin sebebleri üçtür.

[Birincisi] Hutut-ı Kur’âniyenin muhafazasına hizmettir. Çünkü gördüm ki sözlerde tevafukatın zuhuruylafütura düşen müstensihlerin şevkini yeniledi. Gayrete geldiler. Yeni bir heves uyandı. Kendine yazanlar tekrar yazmağa başladı. Hem yüzler âdemlerin sözlere ve dolayısıyla hakaik-i Kur’âniyeye karşı imanları kuvvetlendi. Hatta bir kısım dinsizler dahi o tavafukatı görüp inkar edemedikleri için ikrara mecbur oldular. Hatta bunlardan birisi demiş:

Bunları ikrar etmem fakat inkar da edemem. Çünkü gözümle görüyorum demiş. Madem Kur’ânın ayineleri olan sözlerde bu hal iki mühim faideyi veriyor. O iki faideyi vermesiyle emniyetimiz geldi ki bir inâyet-i İlahiyedir. Ve içinde bir işaret var.

 

·        O ayinelerdeki cilveler Kur’ânın malı olduğu gibi

·        ve Kur’ândan geldiğini

·        ve Kur’ânın hesabına geçtiğini

·        ve hakaikınin güzelliğinin namına bulunduğunu göstermek için

 

o tevafukatın menba-ı nuranisinin bir kısmını göstermek suretinde mevcut ve matbu’ Hafız Osman hattıyla Kur’ânın sahife ve satırlarını muhafaza etmek şartıyla yeni bir Kur’ânı yazdırmayı niyet ettik.                                (Rumuzat-i Semaniye  29-30)

 

 

çok kitaplara baktım. Pek nadir tevafuk ediyor. O da bir ittirad ve intizam tahtında ve bu tefsir gibi umum sahifelerinde bedi’ bir tarzda bulunmaz ve hiçbir cihette tesadüf işi olamaz. Tefsirin bütün sahifelerinde yalnız elif ve ta’nın tevafukatına işaret ettim. Daha başka sırları var olduğuna katiyen kanaatimiz geldi. Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyan tefsiri elbette i’cazının cilvesine ayine olur.                                                                                                                                                                   (Rumuzat-I Semaniye S 72-73)

 

Bu defa hakikatların yemişleri nev'inde ve Risale-i Nur talebelerinin medar-ı teşviki olan letaif-i tevafukiyeden birisini, Feyzi'nin sebebiyle ve arzusuyla size gönderildi. {(Haşiye): Huruf-u Kur'aniyeyi tercüme ile tahrif, tebdil, tağyir etmek; mülhidlerin dehşetli cinayetlerine mukabil cihad eden Said, ifratkârane ve müsrifane tevafukta çok tedkikatı lüzumsuz değil, manasız olmaz.} Şöyle ki:

                                                               

Bir gün tashihat işim yoktu. İşarat-ül İ'caz'ın تtevafuku hakkında yanlışım ve sehvim hatırıma geldi. Bir keffaret-üz zünub aradım. Birden Lafzullah'ın başı olan elif, Risale-i Nur'un bir muhtasar fihristesi ve çekirdek-i aslîsi olan İşarat-ül İ'caz'da ve resail-i sairede kerametkârane vaziyetler gösterdiğini düşündüm. Acaba Lafzullah'ın ل ve هـ harfleri dahi ne vaziyet gösterecek diye baştan aşağıya bütün İşarat-ül İ'caz'ı sahifelerdeki satır başları ve nihayetlerini saydım. ل ve هـ nin elif gibi kerametkârane vaziyetini gördüm.

Belki inşâallah, tevafukta sehivden gelen kusurlarıma ve yanlışlarıma bu da bir küçük keffaret-üz zünub olur. Evvelki mektubda,İşarat-ül İ'caz'da sair hurufatın mecmuu başka bir tarzda ehemmiyetli bir vaziyet-i hârikaları bulunduğuna bir işaret, bir uç, bir emare gördüğümüzü size yazmıştık; fakat o geniş sırrı tamamen görmek çok zamana muhtaç olduğundan, çok ehemmiyetli vazifeler şimdilik onunla iştigale müsaade etmedi.

Aziz kardeşlerim! Bu sıkıntılı zamanda ve tazyikat altında akıl ve kalbi eğlendiren ve keyiflendiren böyle tefekkühat-ı ilmiyeyi israf saymayınız. Hüsn-ü niyet öyle bir kimyadır ki; şişeleri, elmasa çevirir;

Kastamonu Lahikası ( 67 )

 

 

Bazan bir harf-i Kur'anîde, Kur'an'ın i'cazını isbat eden bu risale ve arkadaşları olan "İşarat-üİ'caz" ve "Mu'cizat-ı Kur'aniye" risaleleri Kur'an-ı Hakîm'in birer elmas kılıncıdırlar.

Mesnevi-i Nuriye ( 267 )

 

Hem bu sır içindir ki, o yolda fazla istihdam edilmedik, yalnız o meslek-i tevafukiyenin tereşşuhatından

 

·        Risale-i Nur'un hakkaniyetine bir imza

·        ve cezaletine bir zînet

·        ve huruf-u Kur'aniyenin intizamından ve vaziyetlerinden tezahür eden bir nevi i'caz çıktı.

 

Daha o yolda çalıştırılmadık.                                                                                                                     Kastamonu Lahikası ( 113 )

 

  

Nasılki aziz Üstadımız bu Kur'anî cevherleri kendisine göstermekle iktifa etmiyor ve muhtaçlara da bakınız, görünüz, istifade ediniz; siz de muhtaçlara, müştaklara, mütehayyirlere göstermeye vasıta olunuz buyuruyorlar. Bu fakir talebeniz bu emre (alerre's-i vel'ayn, sem'an ve taaten) demiş. Ve alâ kadr-il imkân ve mütevekkilen alellah, bu emel uğrunda hizmette bulunmayı minnetdarane arzu etmekte bulunmuştur. Binaenaleyh gaybî tevafuk hakkındaki bu müdellel ve mukni' beyanat da yerindedir, fazla değildir. Bu da herhalde lâzımdır. Buna mutlak ihtiyaç vardır veya olacaktır.

 

Barla Lahikası ( 85 )

 

 

 

 

 

  

Muhterem Husrev Agabeyin yazdigi tevafuklu ondokuzuncu Mektub ve onuncu Söz: