Dersde izah nasıl olmalı?

 

Şimdi Risale-i Nur Külliyatından, iman, Kur'an ve Hazret-i Peygamber (Aleyhissalâtü Vesselâm) Efendimiz hakkında olan eserlerden bazı kısımları aynen okuyacağım. Siz bu eserleri elde edip tamamını okursunuz. Okurken, belki izah edilmesini isteyen kardeşlerimiz olacaktır. Fakat bu hususta arzedeyim ki, üstadımız Bediüzzaman, bir Nur talebesine Risale-i Nur'dan bazan okuyuvermek lütfunu bahşederken izah etmiyor, diyor ki: "Risale-i Nur, imanî mes'eleleri lüzumu derecesinde izah etmiş. Risale-i Nur'un hocası, Risale-i Nur'dur. Risale-i Nur, başkalarından ders almağa ihtiyaç bırakmıyor. Herkes istidadı nisbetinde kendi kendine istifade eder. Aklınız herbir mes'eleyi tam anlamasa da, ruh, kalb ve vicdanınız hissesini alır. Ne kadar istifade etseniz, büyük bir kazançtır."

Okunan Türkçe veya Arabça bir risalenin izahı, başka bir risalede varsa, onu getirip okuyor. Risale-i Nur'daki gayet ince nükteleri derkeden basiretli âlimler de der ki: Bir âlimin yüksek bir ilmi olabilir fakat Risale-i Nur'u cemaata okurken tafsilâta girişip eski malûmatlarıyla açıklarsa, [1]bu izahatı, Risale-i Nur'un beyan ettiği, asrımızın fehmine uygun ve ihtiyacına tam cevab veren [2] hakikatların anlaşılmasında ve tesiratında ve Risale-i Nur'un mahiyetinin derkine [3]bir perde olabilir. Bunun için, bazı lügatların manalarını söyleyerek aynen okumak daha müessir ve daha efdaldir.

İstanbul Üniversitesindeki kardeşlerimiz de böyle okuyorlar. Biz de hülâsaten deriz ki: Risale-i Nur, gayet fasih ve vecizdir. Sözün kıymeti; îcazındadır, kısalığındadır. Bir mes'ele-i imaniye ve Kur'aniye umuma ders verilirken, mücmel olarak tedrisinde, daha fazla istifaza ve istifade vardır.” S:772

 

Bu kısımda şöyle bir sual akla gelebilir ki: verilen bu izahat ve konferans eserindeki bilgiler ve bazı talebelerin lâhikalara giren mektupları gibi bahisler bu yukarıda bildirilen kaideye ters düşmez mi? Cevaben denilir ki: Burada verilen izahlar Risale-i nuru vehbi ilimle gösterdiği derslere ilave tarzında değildir. Ancak mevcud manalara dikkat çekilir. Konferansta hâkim olan mana, Risale-i Nura, Hz. Üstada ve hizmet ve düşmanların ehemmiyetine dikkat çekmektir. Keza Risale-i Nurla izah etmek şeklindeki düsturun tatbiki halinde de yine Risale-i Nurun vehbi ilminin hakimiyeti hükmeder.

 

 Bu dürûs-u Kur'aniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehidler de olsalar; vazifeleri -ulûm-u imaniye cihetinde- yalnız yazılan şu Sözler'in şerhleri ve İZAHLARIDIR veya tanzimleridir. M:424

***********************************************
Burada anlatılan izah şekli şöyle açıklanıyor: “Evet Risalet-ün Nur, size mükemmel bir me'haz olabilir. Ve ondan erkân-ı imaniyenin herbirisine, meselâ Kur'an'ın Kelâmullah olduğuna ve i'cazî nüktelerine dair müteferrik risal
elerdeki parçalar toplansa veya haşre dair ayrı ayrı bürhanlar cem'edilse ve hâkeza.. mükemmel bir İZAH
ve bir haşiye ve bir şerh olabilir.” B:371

 

("Enaniyet" derlemesi)

 

 



[1] Yani Risale-i Nur’un izah ve irşadına kesbî ilimle yardım etmek gerekmiyor ve tutarsızdır. Ancak Risale-i Nuru Risale-i Nurla izah tarzı vardır ve aşağıda zikredilmektedir.

[2] Yani Allah’ın bu asırdaki insanların ahvaline uygun manaları has bir kuluna Kur’andan vehben ihsan eder. Bu manaları kesbî ilimle keşfetmek mümkün değildir. (sadeleştirme braşürün 117/1-117/3 p.lar bakınız.)

[3] Vehbiyete mazhar olan müceddidiyetine

 


 

 

İzah Şekli Hakkında Lafzî Ve Mefhumî Toplama

 

1.       Risale-i Nur’a Şahsî Fikrin Karışmaması

2.  Me’hazin Kudsiyetini nazara verip hakikatı ve hükmü kitabtan göstermek

3.      Hz. Üstada bedel, haslar dairesine gelenlerle konuşmaları

4.      Risale-i Nur’un muallime ihtiyaç bırakmadığı

5.      İzah yasağı ile alakalı kısımlar

6.      Müzakere

7.      Şerh Meselesi

8.      Çocuklara Bir İzah Örneği

9.      İbtidaî Derslerde İzah Az Olur

10.   Atıflı Bir İzah Şekli


 

 

1.      Risale-i Nur’a Şahsî Fikrin Karışmaması

Bütün Sözlerde konuşan ben değilim. Belki, işarat-ı Kur'aniye namına hakikattır. Hakikat ise hak söyler, doğru konuşur. Eğer yanlış bir şey gördünüz, muhakkak biliniz ki: Haberim olmadan fikrim karışmış, karıştırmış, yanlış etmiş.” (S:651)

 

Hem yazdığım vakit, irade ve ihtiyarım ile olmadığını hissettiğimden, kendi fikrimle tanzim veya ıslah etmeği muvafık görmediğim için bir parça fehmi işkal edecek bir vaziyet aldı. Hem Arabî fıkralar içine çok girdi. Hattâ Birinci Makam baştan başa Arabî olduğundan içinden çıkarıldı, müstakil yazıldı.” (Ş:99)

 

Hem yanlış var ise, tashih edersiniz. Çünki, cevabların aslı sünuhat olmakla beraber tafsilâtında fikrim karışarak yanlış edebilir.” (B:351)

 

Fakat münasebat-ı tevafukiyeye dair işaretler, mutlak ve mücmel ve küllî surette sünuhat-ı ilhamiyedir. Tafsilât ve teferruatta bazan perişan zihnim karışır, noksan kalır, hata eder. Bu teferruatta hatam, asla ve mutlaka zarar îras etmez. Zâten kalemim olmadığından ve kâtib her vakit bulunmadığından tabiratım pek mücmel ve nota hükmünde kalır, fehmi işkal eder.

Biliniz ki; şu zamanda şu vazife-i imaniye çok mühimdir. Benim gibi, zaîf, fikri çok cihetlerle inkısam etmiş bir bîçareye yükletmemeli, elden geldiği kadar yardım etmeli. Evet, mücmel ve mutlak hakaik; biz, zahirî vesile olup çıkıyor. Tanzim ve tasfiye, tasvir ise; kıymetdar, muktedir ders arkadaşlarıma aittir. Bazan onlara vekaleten tafsilâta, tanzimata girişiyorum, noksan kalıyor.

Bilirsiniz ki; yaz mevsiminde dünya gafleti ziyade hükmeder. Ders arkadaşlarımızın çoğu fütura düşüp ta'til-i eşgale mecbur oluyor. Ciddî hakaik ile tam meşgul olamıyor.” (B:138)

 

Not: Yukarıdaki parçada anlatılan şahsî fikirle tafsilata girişmeme meselesi, Hz. Üstadın şahsından talebelere bakan nazikane ikazdır.

 

 

 

2.      Me’hazin Kudsiyetini nazara verip hakikatı ve hükmü kitabtan göstermek

Ben görüyorum ki: Kur'an-ı Hakîm'in hakaikine ait bazı kemalât, o hakaike dellâllık eden vasıtalara veriliyor. Şu ise yanlıştır. Çünki me'hazın kudsiyeti, çok bürhanlar kuvvetinde tesirat gösteriyor; onun ile, ahkâmı umuma kabul ettiriyor. Ne vakit dellâl ve vekil gölge etse, yani onlara teveccüh edilse, o me'hazdaki kudsiyetin tesiri kaybolur. Bu sır içindir ki, bana karşı haddimden çok fazla teveccüh gösteren kardeşlerime bir hakikatı beyan edeceğim. Şöyle ki:(M: 319) (Bak: Aleni Neşriyat Toplaması)

 

 

 

                                                     3.      Hz. Üstada bedel, haslar dairesine gelenlerle konuşmaları

Sâniyen:Şiddetli hastalık ve sair sebeblerin tesiriyle ben Nurcu kardeşlerimle konuşamadığımdan ve o musahabeden mahrum kaldığımdan benim bedelime sizler ve Risale-i Nur'un Kur'an medresesinde Yeni Said'e verdiği ders ve Eski Said'in de Hutbe-i Şamiye ve zeyilleri gibi hayat-ı içtimaiye medresesinde aldığı dersleri ve konuşmaları bu bîçare kardeşiniz bedeline, müştak olduğum kardeşlerimle benim yerimde konuşmalarını tevkil ediyorum.(Em:109)

 

Hem a'zamî ihlasın zedelenmemek için şimdi düşmanlar da dostlara inkılab ettiği bir zamanda sohbet etmek, konuşmak; bu dünyada da uhrevî hizmetlerin bir güzel ve fâni meyvelerine vesile olabilir. O vakit a'zamî ihlas ki, hiçbir şeye âlet olmayacak. Hem vazife-i İlahiyeye karışmamak için kader-i İlahî hakkımdaki bu şiddetli halete aleyhimde değil, lehimde olarak fetva verdi, müsaade etti. Ben yanımdaki vasiyetnamemdeki evlâd kabul ettiğim küçük evlâdları tevkil ediyorum. Onlarla konuşanı, benimle konuşmuş gibi kabul ediyorum...” (Em:226)

 

Demek Nurlar ve kahraman şakirdleri benim vazifelerimi yapacaklar, daha bana hiç ihtiyaç kalmamış. Zâten Nur'un her bir câmi' cüz'ü ve sarsılmayan hâlis şakirdlerinin her birisi, benden daha mükemmel ders verir.” (Ş:530)

 

Şimdi namazda bir hâtıra kalbe geldi ki: Kardeşlerin ziyade hüsn-ü zanlarına binaen, senden maddî ve manevî ders ve yardım ve himmet bekliyorlar. Sen nasıl dünya işlerinde hasları tevkil ettin, erkânların meşveretlerine bıraktın ve isabet ettin. Aynen öyle de; uhrevî ve Kur'anî ve imanî ve ilmî işlerinde dahi Risale-i Nur'u ve şakirdlerinin şahs-ı manevîlerini tevkil ile o hâlis, muhlis hasların şahs-ı manevîleri senden çok mükemmel o vazifeni kendi vazifeleriyle beraber yaparlar. Hem daima da şimdiye kadar yapıyorlar. Meselâ, seninle görüşen muvakkat bir dirhem ders ve nasihat alsa, Risale-i Nur'dan bir cüz'ünden yüz dirhem ders alabilir. Hem senin yerinde ondan nasihat alır, sohbet eder. Hem Nur şakirdlerinin hasları, bu vazifeni her vakit yapıyorlar. Ve inşâallah pek yüksek bir makamda bulunan ve duası makbul olan onların şahs-ı manevîleri, daimî beraberlerinde bir üstad ve yardımcıdır diye ruhuma hem teselli, hem müjde, hem istirahat verdi.” (Ş:492)

 

Risale-i Nur şakirdleri bu mezkûr dört esasa binaen, muarızlara hiddet ve tehevvürle ve mukabele-i bilmisille karşılamamalı. Yalnız kendilerini müdafaa için musalahakârane, medar-ı itiraz noktaları izah etmek ve cevab vermek gerektir.” (K:196)

 

Risale-i Nur'un aleyhinde bir itiraz kutb-u a'zamdan dahi gelse; Risale-i Nur şakirdleri sarsılmayıp, o mübarek kutb-u a'zamın itirazını iltifat ve selâm suretinde telakki edip, teveccühünü de kazanmak için, medar-ı itiraz noktaları o büyük üstadlarına karşı izah etmek, ellerini öpmektir.” (K:197)

 

 

 

4.      Risale-i Nur’un muallime ihtiyaç bırakmadığı

Üstadımızın bu hastalığı gösteriyor ki, gizli dinsizler konuşturmamak için bir ilâç bulmuşlar, yedirmişler. Elhasıl; Üstadımızın musafahadan, sohbetten ve konuşmaktan men'edildiğini biz de görüyoruz.” (Em:227)

Hem meselâ °*x­9ö°*@«9ö­y²,«,²W«#ö²v«7ö²x«7ö«:ö­šz¬N­<ö@«Z­B²<«+ö­(@«U«<öcümlesi, mana-yı remziyle diyor ki: "Onüçüncü ve ondördüncü asırda semavî lâmbalar ateşsiz yanarlar, ateş dokunmadan parlarlar. Onun zamanı yakındır, yani bin ikiyüz seksen (1280) tarihine yakındır. İşte bu cümle ile nasılki elektriğin hilaf-ı âdet keyfiyetini ve geleceğini remzen beyan eder. Aynen öyle de: Manevî bir elektrik olan Resail-in Nur dahi gayet yüksek ve derin bir ilim olduğu halde, külfet-i tahsile ve derse çalışmağa ve başka üstadlardan taallüm edilmeğe ve müderrisînin ağzından iktibas olmağa muhtaç olmadan herkes derecesine göre o ulûm-u âliyeyi, meşakkat ateşine lüzum kalmadan anlayabilir, kendi kendine istifade eder, muhakkik bir âlim olabilir. Hem işaret eder ki; Resail-in Nur müellifi dahi ateşsiz yanar, tahsil için külfet ve ders meşakkatine muhtaç olmadan kendi kendine nurlanır, âlim olur. Evet bu cümlenin bu mu'cizane üç işaratı elektrik ve Resail-in Nur hakkında hak olduğu gibi, müellif hakkında dahi ayn-ı hakikattır. Tarihçe-i hayatını okuyanlar ve hemşehrileri bilirler ki; "İzhar" kitabından sonraki medrese usûlünce onbeş sene ders almakla okunan kitabları, Resail-in Nur müellifi yalnız üç ayda tahsil etmiş. Hem nasılki bu cümlenin manevî münasebet cihetinde kuvvetli ve letafetli işareti var; öyle de cifrî ve ebcedî tevafukuyla hem elektriğin zaman-ı zuhurunun kurbiyetini, hem Resail-in Nur'un meydana çıkması, hem de müellifinin veladetini remzen haber veriyor. Bir lem'a-i i'caz daha gösterir. Şöyle ki ­šz¬N­<ö@«Z­B²<«+ö­(@«U«<önun makamı, bin ikiyüz yetmişdokuz (1279) olup,°*x­9ö°*@«9ö­y²,«,²W«#ö²v«7ö²x«7«:ökısmı ise, iki tenvin iki "nun" sayılmak cihetiyle bin ikiyüz seksendört (1284) ederek hem elektriğin taammümünün kurbiyetini, hem Resail-in Nur'un yakınlığını, hem ondört sene sonra müellifinin veladetini ­(@«U«<kelime-i kudsiyesiyle manen işaret ettiği gibi, cifr ile de tam tamına aynı tarihe tevafukla işaret eder. Malûmdur ki, zaîf ve ince ipler içtima ettikçe kuvvetleşir, kopmaz bir halat olur. Bu sırra binaen, bu âyetin bu işaretleri birbirine kuvvet verir, teyid eder. Tevafuk tam olmazsa da tam hükmünde olur ve işareti, delalet derecesine çıkar.(Ş:690)

 

 

 

5.      İzah yasağı ile alakalı kısımlar

“ÜÇÜNCÜ KELİME: ­y«7ö«t<¬h«-ö«žŞu kelimeyi, Otuzikinci Söz'ün Birinci Makamı gayet kuvvetli ve şaşaalı bir surette isbat ettiğinden, ona havale ederiz. Onun fevkinde beyan olamaz, ondan daha ileri beyana lüzum yok ve izah edilmez.” (M:231)

 

“Şu Notalar ve Arabî risaleler, Yeni Said'in en evvel hakikat ilminden bir derece şuhud suretinde gördüğü için tağyir edilmeden mealleri yazıldı.

Onun için bazı cümleler sair Sözlerde de zikredilmekle beraber burada da zikrediliyor; ve bir kısmı gayet mücmel olmakla beraber izah edilmiyor, tâ letafet-i asliyesini kaybetmesin.” (L:113)

 

“İfade-i meram

¬v[¬&ÅI7! ¬w´W²&ÅI7! ¬yÁV7! ¬v²K¬"

Ey benim su sekiz tane Arabî risalelerime nazar eden zevat! Biliniz ki, yazdığım şu eserleri, evvelâ ve yalnız kendi nefsim için yazmıştım.  Sonra düşündüm; Bu nimete bir şükür lâzımdır. Onun şükrü ise, bunları neşretmektir.. Ola ki, bazı insanlar, onlardan menfaat göreler. Sonra tekraren bu risaleleri gözden geçirdim. İçlerinde bir sırrın varlığını hissettim. Epey zaman düşündüm, izharında tereddüd ettim. Fakat şimdi o sırrı izhar etmeye kalbimde bir saik hissediyorum. İşte o sır budur: Görüyorum ki, o risalelerin mes’eleleri arş-ı Rahman olan âyât-ı Furkaniye’den tedelli etmiş nuranî zenbil ve asansörlere çıkmaya birer vesile ve merdivenlerdir.

Evet, o risalelerin zurufundaki mesailden hiçbir mes’ele yoktur ki, Furkan-ı Hakîm’in bir âyetinin kadem-i manevîsine başı temas etmesin. Her ne kadar o risalelerdeki meseleler, hîn-i tahsilde bana şuhudî ve hadsî ve zevkî bir tarzda hasıl olmuşlarsa da, fakat zevil-ebsar olan bir kısım ehl-i hakikatın gözlerini oralarda kapadıkları olan cünun sahrasına, aklımın refakatı beraber olduğu halde, gözlerim açık olarak dâhil olduğum için; aklım, kendi âdet-i daimesi üzere kalbimin gördüklerini kendi mikyasları içinde sarıyor ve ölçüleriyle ölçüyor ve bürhanlarına yapışıyordu. İşte bu cihetten bu risalelerin bütün mesaili âdeta bürhanî istidlaliyat hükmündedirler. Öyle ise, fikir ve ilim cihetinden dalâlete düşenlerin, onlardan istifade ederek efkâr-ı felsefiyenin ayak kaydırmasından kendini kurtarmaları mümkündür. Hattâ belki yine mümkündür ki; bu risaleleri tehzib, tanzim ve izah ile, bu zamanın fikrî dalâletlerinin reddi için, en kuvvetli ve resanetli yeni bir akaid-i imaniye ve taze bir ilm-i Kelâm kitabını onlardan istihrac etsin. Belki yine mümkündür ki, aklı kalbiyle ihtilat etmiş, yahut kalbi, afak-ı kesrette teşettüt edip dağılmış olan aklına iltihak etmiş olanlar için, bu risalelerden, Kur’an-ı Kerim’in taht-ı irşadında demiryolu gibi sağlam, emin bir yol istinbat edip onda yürüsün.

Öyle mi? Evet!.. Çünkü, şu risalelerimde olan bütün mehasin ve kemalât, yalnız Kur’anın feyzinden mülhemdirler. Velillahilhamd, bu yolda Kur’an-ı Hakîm, bana tam bir mürşid ve bir üstad olmuştur. Evet kim ki, Kur’ana (hâlisane ve sâdıkane) temessük ederse, en sağlam ve en kopmaz bir zincire yapışmış olur.” (Bms:234)

 

“Bahtiyar kardeşim Hüsrev!

Şu risale (*), bir meclis-i nuranîdir ki, Kur'an'ın şu münevver, mübarek şakirdleri, içinde birbiriyle manen müzakere ve müdavele-i efkâr ediyorlar. Ve yüksek bir medrese salonudur ki, Kur'an'ın şakirdleri onda her biri aldığı dersi arkadaşlarına söylüyor. Ve Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın hazine-i kudsiyesinin sandukçaları olan risalelerin satıcı ve dellâllarına muhteşem ve müzeyyen bir dükkân ve bir menzildir. Her biri aldığı kıymetdar mücevheratı birbirine ve müşterilerine orada gösteriyor. Bârekâllah, sen de o menzili çok güzel süslendirmişsin.

--------------------------------

(*): Yani Yirmiyedinci Mektub'un umumu.(B:65)

 

“Aziz, sıddık, muktedir, müteyakkız kardeşlerim!

Sizin mübarek leyali-i aşerenizi ve Kurban Bayramınızı tebrik ederiz. Nur fabrikası sahibi Hâfız Ali'nin haşr-i cismanî hakkındaki hatırına gelen mes'ele ehemmiyetlidir ve mektubun âhirindeki temsili gayet güzel ve manidardır. O hatıra ile Dokuzuncu Şua'ın Mukaddeme-i Haşriye'den sonraki dokuz bürhan-ı haşriyeyi istiyor diye anladım. Fakat maatteessüf bir-iki senedir te'lif vazifesi tevakkuf etmiş. Resail-in Nur'un mesaili; ilim ile, fikir ile, niyet ile ve kasdî bir ihtiyarla değil; ekseriyet-i mutlaka ile sünuhat, zuhurat, ihtarat ile oluyor. Bu dokuz berahine şimdi ihtiyac-ı hakikî kalmamış ki, te'life sevkolunmuyoruz.

Evet erkân-ı imaniye içinde "İman-ı Billah" ve "İman-ı Bilyevm-il âhir" Âlem-i İslâmiyet'in iki kutbu ve iki güneşidir.

Birincisini; Risale-i Nur, tamamıyla bürhanlarını izah etmiş.

İkinci kutub ise; kısmen müstakil olarak Onuncu Söz, Yirmidokuzuncu Söz, Yirmisekizinci Söz, hususan cismanî lezzetlerin isbatında ve Mukaddeme-i Haşriye gibi risalelerde gayet kuvvetli haşr-i cismanîyi isbat etmiş, muannidleri de susturmuş. Ve iman-ı billah gibi, bu dünyadaki mevcudat zahir bir surette onu göstermediğinden kısm-ı ekserîsi ise, sair erkân-ı imaniye içinde haşri kuvvetli bir surette isbat eder.

Ezcümle: Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın hakkaniyetini isbat eden bütün hüccetleri, ikinci derecede haşr-i cismanîyi, binler âyât-ı Kur'aniyenin tasvir ve izahatlarıyla isbat ediyor. Acaba, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın mu'cizane Cennet'in lezaiz-i cismaniyesinden bahisleri ve izahları derecesinden daha başka bir izaha lüzum kalır mı?

Hem Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın hakkaniyetini isbat eden bütün mu'cizeleri, hüccetleri ikinci derecede haşr-i cismanîyi ve Cennet ve Cehennem'in lezaiz ve âlâm-ı cismanîsini hârika belâgatıyla tasvir ve izah ediyor. Ve o izahtan sonra, daha izaha ihtiyaç kalır mı?

Hem Cenab-ı Hakk'ın vücub-u vücudunu ve rahîmiyet ve hakîmiyetini ve ilim ve kudretini ve âdiliyet ve hafîziyetini ve sıfât-ı kudsiyesini isbat eden bütün bürhanlar, hüccetler, bir cihette haşri isbat ettiği gibi; rububiyetin muktezası olan irsal-i Rusül ve inzal-i Kütüb cihetiyle, hem Risalet-i Muhammediye'yi (A.S.M.) istilzam...

Hem Kur'an, O'nun konuşması ve kelâmı olduğunu isbat etmekle, haşr-i cismanîyi tafsilâtıyla bu iki noktadan yine isbat ediyor.

Elhasıl:Risale-i Nur'da iman-ı billah ve iman-ı bilyevm-il âhir olan iki kutb-u imanî, tam birbirine müsavi gelecek bir derecede isbat edilmiş. Yalnız bu kadar var ki, haşr-i cismanî kısmen sarihan ve kısmen zımnî ve tebaî isbat edilmiş. Çünki bu âlem-i şehadet, Sâniini gayet sarih ve zahir gösteriyor; ve haşri zımnî ve perdeli haber verir. İnşâallah bir zaman, Risale-i Nur'un şakirdlerinden birisi veya birkaç tanesi, o dokuz makamı ve berahini te'lif edecek ve Mukaddeme-i Haşriye'nin başındaki âyât-ı a'zamın dokuz fıkrasının hazinelerini, Risale-i Nur'da münteşir haşr-i cismanî berahiniyle ve kalblerine gelen sünuhat ve ilhamat ile açıp; Dokuzuncu Şua'ı, Onuncu Söz'den daha parlak, daha kuvvetli bir tarzda tekmil edecek.

Bütün kardeşlerimize birer birer selâm ve bayramlarınızı tebrik ediyoruz.” (K:210)

 

 

 

6.      Müzakere

“Aziz, sıddık, sarsılmaz kardeşlerim!

Evvelâ: ­yÁV7!ö­˜«*@«B²'!ö@«8ö]¬4ö­h²[«F²7«!ö

sırrınca mes'elemizin te'hirinde hayır var. Kalbim ve Nurların serbestiyeti öyle istiyordu. Siz hem birbirinizi teselli, hem kuvve-i maneviyeyi takviye, hem tatlı sohbetle müzakere-i ilmiye, hem Nurların yazması ve mütalaalarıyla bu geçici zahmetin noktasını siler rahmet yapmağa, bu fâni saatleri bâki saatlere çevirmeğe muvaffak olursunuz inşâallah.” (Ş:520)

 

 

 

7.      Şerh Meselesi

"Bu dürûs-u Kur'aniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehidler de olsalar; vazifeleri -ulûm-u imaniye cihetinde- yalnız yazılan şu Sözler'in şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünki çok emarelerle anlamışız ki: Bu ulûm-u imaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enaniyet-i ilmiyeden aldığı bir his ile, şerh ve izah haricinde birşey yazsa; soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklidcilik hükmüne geçer. Çünki çok delillerle ve emarelerle tahakkuk etmiş ki: Risale-i Nur eczaları, Kur'anın tereşşuhatıdır; bizler, taksim-ül a'mal kaidesiyle, herbirimiz bir vazife deruhde edip, o âb-ı hayat tereşşuhatını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz!.."(M:426)

 

Mübarek Sözler şübhesiz Kitab-ı Mübin'in nurlu lemaatıdır. İçinde izaha muhtaç yerler eksik olmamakla beraber küll halinde kusursuz ve noksansızdır. Beşerin her tabakası kendi fıtrî anlayışları nisbetinde hissemend ve faidemend olurlar. Şimdiye kadar tenkid olunmaması, her meslek ve mezheb ve meşreb ehline hoş gelmesi ve mülhidlerin dil uzatamayıp ebkem kalmaları, kanaatımızın sıhhatine delalet etmeğe kâfidirler.

Evvelâ:Bid'atların çoğaldığı bir zamanda ülemanın sükût etmemeleri lâzım geldiğine dair beyan buyurulan hadîsteki emir ve zecr.

Sâniyen:Peygamberimizin ittibaına mükellef olduğunuzdan onlar gibi müddet-i hayatınızca vazifeye devam mecburiyeti olduğu.

Sâlisen:Madem bu hizmet münhasıran re'yiniz ile değil, istihdam olunuyorsunuz; nasıl Mübelliğ-i Kur'an, Fahr-i Cihan, Habib-i Yezdan Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz Hazretleri bir gün ²v­U«X<¬(ö²v­U«7ö­a²V«W²6«!ö«•²x«[²7«!   ferman-ı celilini tebliğ buyurmakla aynı zamanda vazife-i risaletinin hitamına remzen işaret eylemişti. Muhterem Üstadın da hizmeti kâfi görülürse, bildirilir kanaatındayım.

Râbian:Sözler hakkında bugüne kadar sükût edilmesi ve tenkide cür'et edilmemesi, ilâ-nihaye bu hâlin devam edeceğine delil olamaz. Hâl-i hayatınızda muhtemel hücumlara evvelen ve bizzât zât-ı fâzılaneleri cevab vereceksiniz.

Hâmisen:Dünyayı unutmak isteseniz, başka hiç bir sebeb olmasa dahi yalnız bu mübarek Sözler'le rabıta peyda eden insanların rica edecekleri izahatı vermek isteyecek ve cevabsız bırakmayacaksınız.

Sâdisen:Allah için sizi sevenlere ve sizden istizahta bulunanlara yazdığınız pek kıymetli yazılarla meclis-i ilmînizde takrir buyurduğunuz mütenevvi ve Sözler'e bile geçmeyen mesail kat'iyyetle gösteriyorlar ki: İhtiyaç da, hizmet de bitmemiştir.” (B:26)

 

Muhterem Üstadım, fakirin bir nokta çok hayretini mûcib oluyor. Sizden bir mes'elenin izahını rica ediyorum. İzah ediyorsunuz. O izahta da, muhtac-ı izah noktaları bulunuyor. Öyle latif ve şümullü cümlelerle cevab veriyorsunuz ki, o cümleleri de anlamak için sual îcab ediyor. Bundan şu netice çıkıyor ki; Sözlerinizin her satırı, bir kitab teşkil edecek kadar şümullü ve manidardır. İstenildiği kadar izah olunabilecektir.” (B:190)

 

“Sâniyen:Bana karşı umumen dost bir şehir ahalisinden bir müftü, sathî bir nazar ile, vâhî bazı tenkidatı, Onuncu Söz'ün teferruat kısmına etmiş diye Abdülmecid yazıyor. Abdülmecid'in ona verdiği cevablar, iki yer müstesna, mütebâkisi kâfidir. Fakat iki yerde, o da o zâtın sathî sualine, sathî olarak cevab vermiş:

Birincisi:O zât demiş ki: "Onuncu Söz'ün hakikatları münkirlere karşı değil. Çünki sıfât ve esma-i İlahiyeye bina edilmiş." Abdülmecid cevabında diyor ki: "Münkirleri hakikatlardan evvelki dört işaretle imana getirmiş, ikrar ettirmiş. Sonra hakikatları dinlettiriyor." mealinde cevab vermiş.

Hakikî cevabı şudur ki: Herbir hakikat, üç şeyi birden isbat ediyor; hem Vâcib-ül Vücud'un vücudunu, hem esma ve sıfâtını, sonra haşri onlara bina edip isbat ediyor. En muannid münkirden tâ en hâlis bir mü'mine kadar herkes her "Hakikat"tan hissesini alabilir. Çünki "Hakikat"larda mevcudata, âsâra nazarı çeviriyor.

Der ki: Bunlarda muntazam ef'al var, muntazam fiil ise fâilsiz olmaz. Öyle ise bir fâili var. İntizam ve mizan ile o fâil iş gördüğü için, hakîm ve âdil olmak lâzımgelir. Madem hakîmdir, abes işleri yapmaz. Madem adaletle iş görüyor, hukukları zayi' etmez. Öyle ise bir mecma-i ekber, bir mahkeme-i kübra olacak.

İşte "Hakikat"lar bu tarzda işe girişmişler. Mücmel olduğu için üç davayı birden isbat ediyorlar. Sathî nazar farkedemiyor. Zâten o mücmel "Hakikat"ların herbirisi, başka risaleler ve Sözler'de kemal-i izah ile tafsil edilmiş.” (B:320)

 

“Evvelâ:Onuncu Söz'ün Birinci İşareti'nin âhirinde, "Evet, bir şeyden her şeyi yapmak ve her şeyi bir tek şey yapmak her şeyin Hâlıkına has bir iştir." Şu cümle hem Yirmiikinci Söz'ün Lem'alarında, hem Otuzüçüncü Mektub'un Pencerelerinde, hem Yirminci Mektub'un onbir kelimelerinde izah ve isbat edilmiştir. Buradaki külliyet nisbî ve örfîdir. "Bir şeyden her şeyi yapmak"taki murad, bütün dünyanın mevcudatını bir şeyden yapmak ve icad etmek değildir. Belki ondaki murad; bir şeyden yani bir katre sudan, bir insanın, bir hayvanın her şeyini, her eczasını, herbir cihazatını halkediyor ve bir şey olan topraktan nebatat ve hayvanatın herbir şeylerini ondan halkeder demektir. Hem "her şeyi bir tek şey yapmak" cümlesindeki külliyet mukayyeddir, nisbîdir. Yani insanın yediği her nev' taamdan, o insanda basit bir cild ve bir kan ve bir et ve hâkeza...

Elhasıl: Bu külliyetten maksad odur ki; bir şeyi çok muhtelif eşyaya çevirmek ve birçok muhtelif eşyayı da bir tek şey yapmak, ancak Hâlık-ı Küll-i Şey'e mahsustur.” B:339

 

Senin ikinci sualin olan, mana-yı ismî ile mana-yı harfînin bahsi ise; ilm-i nahvin umum kitabları başlarında o mes'ele izah edildiği gibi, ilm-i hakikatın Sözler ve Mektubatlar namındaki risalelerinde temsilâtla kâfi beyanat vardır. Senin gibi zeki ve müdakkik bir zâta karşı, fazla izahat fazla oluyor. Sen âyineye baksan, eğer âyineye şişe için bakarsan, şişeyi kasden görürsün, içinde Re'fet'e tebaî, dolayısıyla nazar ilişir. Eğer maksad, mübarek sîmanıza bakmak için âyineye baktın, sevimli Re'fet'i kasden görürsün. «w[¬T¬7@«F²7!ö­w«,²&«!ö­yÁV7!ö«¾«*@«A«B«4   dersin. Âyine şişesi tebaî, dolayısıyla nazarın ilişir. İşte birinci surette âyine şişesi mana-yı ismîdir. Re'fet mana-yı harfî oluyor. İkinci surette âyine şişesi mana-yı harfîdir, yani kendi için ona bakılmıyor, başka mana için bakılır ki akistir. Akis mana-yı ismîdir. Yani¬y¬,²S«9ö]¬4ö]®X²Q«8ö]«V«2öÅÄ«( olan tarif-i isme bir cihette dâhildir. Ve âyine ise ¬˜¬h²[«3ö]¬4ö]®X²Q«8ö]«V«2    ÅÄ«( olan harfin tarifine mâsadak olur. Kâinat nazar-ı Kur'anî ile, bütün mevcudatı huruftur, mana-yı harfiyle başkasının manasını ifade ediyorlar. Yani esmasını, sıfâtını bildiriyorlar. Ruhsuz felsefe ekseriya mana-yı ismiyle bakıyor, tabiat bataklığına saplanıyor. Her ne ise....” B:348

 

“Aziz, sıddık kardeşlerim!

Nur fabrikasının sahibi, Birinci Şua'ın Dördüncü Âyeti bahsinde, hakikat-ı İslâmiyetin yedi esası parlak bir surette isbat edildiği cümlesine dair soruyor ki: Erkân-ı İslâmiyeyi beş biliyoruz. Hem vücub-u zekat rüknü, risalelerde ne suretle izah edildiğini soruyor.

Elcevab: İslâm'ın rükünleri başkadır, hakikat-ı İslâmiyet'in esasları yine başkadır. Hakikat-ı İslâmiyet'in esasları; altı erkân-ı imaniye ile .... ve esas-ı ubudiyet ki, İslâmın beş rüknü olan (savm, salât, hacc, zekat, kelime-i şehadet) mecmuunun hülâsasıdır. Risale-i Nur, altı rükn-ü imaniye ile bu esas-ı ubudiyeti isbat edip ]¬9@«C«W²7!ö«p²A«, cilvesine mazhariyeti muraddır. Vücub-u zekatın izahından murad ise, zekatın teferruat tafsilâtı değil; belki zekatın, hayat-ı içtimaiyede derece-i lüzumu ve ehemmiyetli kıymeti isbat edilmiş demektir. Evet Risale-i Nur'dan evvel yazdığımız risalelerde, hem de Risale-i Nur'un müteaddid yerlerinde, vücub-u zekatın hayat-ı içtimaiyede ne derece ehemmiyetli olduğu kat'iyyen ve vâzıhan isbat edilmiş demektir.” K:199

 

İşarat-ı Gaybiye-i Gavsiye ve Aleviye'de, altmışdörtte Risale-i Nur te'lifçe tamam olur. Demek o tarihten sonra, yalnız izahat ve haşiyeler ve tetimmeler olacak.” E:41

 

 

 

8.      Çocuklara Bir İzah Örneği

İşte bu Elmas, Cevher, Nur'un ikinci kerametini isbat ile, üç yaşından sekiz yaşına kadar akrabalarım ve evlâdım, bu Elmas, Cevher, Nurlar için fedakârane ve bu yolda hayatlarını hiç düşünmeden feda edeceklerini isbat ederim. Çünki bu Elmas, Cevher, Nur'u okurken hepsi başıma toplandı. Onları sevdim ve birer çay verdim; bu Elmas, Cevher, Nur'u okumağa devam ettim. Hepsi birden "Bu nedir? Bu yazı nasıl yazıdır?" sordular. Ben de dedim: "Bu Elmas, Cevher, Nur'dur!" diye bunlara okumağa başladım. Onuncu Söz'ü okurken saatler geçmiş. Çocuklar merakından, anlayamadıkları zaman hemen bendenize soruyorlardı. Ben de bu Elmas, Cevher, Nur'u onların anlayabileceği şekilde izah ederken çocukların renkleri, renk renk oluyordu ve güzelleşiyordu. Bendeniz de çocukların yüzüne baktıkça hepsinde ayrı ayrı nurlu Said görüyordum. Suallerinde "Nur hangisi? Cevher hangisi ve Elmas hangisi?" diye sorduklarında; "Evet Nur, bunu okumaktır. Bak sizde bir güzellik meydana geldi." Onlar da birbirinin yüzüne baktılar tasdik ettiler. "Ya elmas nedir? Bu sözleri yazmaktır." O zaman, yani yazdığınız zaman sizin yazılarınız elmas gibi kıymetli olur. Tasdik ettiler. "Ya cevher nedir? İşte o da bu kitabdan aldığınız imandır." Hepsi birden şehadet getirdiler. Bu sohbette üç dört saat geçmiş, bendeniz farkına varmadım.

İşte Elmas, Cevher, Nur budur dedim. Tasdik ettiler. Hepsi birden bana bakıyorlardı ve "Bunu kim yazdı?" diyorlardı. L:278                                                          Âciz talebeniz Şefik

 

 

 

9.      İbtidaî Derslerde İzah Az Olur

Eski zaman peygamberleri ümmetlerine Kur'an gibi izahat vermediklerinin sebebi, o devirler beşerin bedeviyet ve tufuliyet devri olmasıdır. İbtidaî derslerde izah az olur.” Ş:220

 

 

 

10.   Atıflı Bir İzah Şekli

Sorduğunuz ikinci cihet ise, Hâfız Mustafa'ya verdiğim yeni hurufla iki risale, çoğu ayrı ayrı olsun, bazı da beraber olsun. Gençlere ait risaleciğin başında isim olarak "Sirac-ül Gafilîn" veyahut "Gençlik Rehberi" namı; tevhide ait risaleye "Hüccetullah-il Baliğa" namını veyahut "Misbah-ul İman"; Keramet mecmuasının ismi ise, "Sikke-i Tasdik-i Gaybî" veya "Tasdik-i Gaybînin Hâtemi" namını başında yazarsınız. Arabî "Vird-ül Ekber-i Nuriye" tab'edilmişse, arabî bilmeyen Risale-i Nur şakirdlerine bir teshilât olmak için Yedinci Şua Âyet-ül Kübra ve Yirminci Mektub'da izah ve tercüme edilen sahifelerinin numaraları, Vird-ül Ekber'in kenarlarına rakamla bir haşiyecik gibi yazılsa iyi olur. Yani "Bu arabî makam, filan risalede, filan sahifede izahı var" diye işaret edilse ve elmas kalemli kardeşlerimiz bunu tevzi' edip, herbiri bazı nüshaları böyle işaretlerle kaydetse ve hem el makinesiyle yaptığınız veya matbaadan gelen risalelerden nümune için bir-iki nüshasını bize gönderseniz iyi olur.” K:222

 

 

ALINAN YERLER:

SÖZLER: 651

MEKTUBAT: 231 – 319 – 426

LEMALAR: 113 – 278

ŞUALAR: 99 - 220

BARLA: 26 – 65 – 138 – 190 – 320 – 334 – 339 – 351

KASTAMONU LÂHİKASI: 196 – 197 – 199 – 210 - 222

EMİRDAĞ LÂHİKASI –1-:41

EMİRDAĞ LÂHİKASI –2-: 114

BÜYÜK MESNEVİ-İ NURİYE: 234