TAHRİFATÇILARIN SİNSİ BİR CERBEZESİNE MUSKİT CEVAB
İDDİA :
O vaiz ve âlim zata benim tarafımdan selâm söyleyiniz. Benim şahsıma olan tenkidini, itirazını başım üstüne kabul ediyorum. Sizler de, o zatı ve onun gibileri münakaşa ve münazaraya sevk etmeyiniz. Hatta tecavüz edilse de bedduayla da mukabele etmeyiniz. Kim olursa olsun, madem imanı var, o noktada kardeşimizdir. Bize düşmanlık da etse, mesleğimizce mukabele edemeyiz. Çünkü, daha müthiş düşman ve yılanlar var.
Kastamonu Lâhikası | Tahlil | 191
Lahikalarda geçen mezkur kısımdan yola çıkarak; F.Gülen ve muhibbinin Risale-i Nur'u sadeleştirme adı altında tahrif ve tahrib girişimleri nazara verilerek;buna mukavemet ve tenkidin Risale-i Nur desatirine zıd olduğu;muhafaza ve müdafada direnenlerin ise '' uhuvvete '' aykırı hareket ettiği söyleniyor.
CEVAB :
Evvela İMAN nedir ?
Kısaca külliyata nazar edeceğiz.Daha sonrada meseleyi Risale-i Nur'da geçen ''hakkın müdafası'' ile ilgili bir iki kısım ile takviye edeceğiz.
Bediüzzaman, İşarat-ül İ'caz tefsirinde, Bakara Sûresinin 3. âyetini tefsir ederken "Ellezîne yu'minûne bil gayb" ayetinde geçen "gayb" kelimesinin izah kısmında,
"İman, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın tebliğ ettiği zaruriyat-ı diniyeyi tafsilen ve zaruriyatın gayrisini icmalen tasdik etmekten hasıl olan bir nurdur."
(İşarat-ül İ'caz -41) diyerek izahat getiriyor.
Mesnevi-i Nuriye'de ise;"İman ise, kasden ve bizzat tâkib ve kabul edilmekle kalbin içine bırakılır." (Katre-78)ifadesi var.
Mevzumuzda bizi ilgilendiren kısım ise Lahikarda geçen ifadedir;
Halbuki Allah'ı bilmek, bütün kâinata ihata eden rububiyetine ve zerrelerden yıldızlara kadar cüz'î ve küllî herşey onun kabza-i tasarrufunda ve kudret ve iradesiyle olduğuna kat'î iman etmek ve mülkünde hiçbir şeriki olmadığına ve "Lâ ilahe illallah" kelime-i kudsiyesine, hakikatlarına iman etmek, kalben tasdik etmekle olur. Yoksa "Bir Allah var" deyip, bütün mülkünü esbaba ve tabiata taksim etmek ve onlara isnad etmek, hâşâ hadsiz şerikleri hükmünde esbabı merci' tanımak ve herşeyin yanında hazır irade ve ilmini bilmemek ve şiddetli emirlerini tanımamak ve sıfatlarını ve gönderdiği elçilerini, peygamberlerini bilmemek, elbette hiçbir cihette Allah'a iman hakikatı onda yoktur.
(Emirdağ Lahikası, 1:203)
Mezkur satırlarda görüldüğü gibi '' günah işlemek Allah ve Rasulunun emirlerine muhalefet etmek; '' gayet derecede sakıncalı gözüküyor.
"Herbir günah içinde küfre giden bir yol vardır."
"Evet, günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra, tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, istiğfarla çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir mânevî yılan olarak kalbi ısırıyor."(Lem'lar)
Büyük günahları '' serbestçe işleyip '' TEVBE etmemek'' ise; imandan nasibsizliği isbat ediyor.
Bir başka deyimle bütün ehl-i sunnetin ittifaken söylediği gibi; Büyük günah işlemek kişiyi dinden etmiyor;lakin '' günahı inkar etmek '' ve '' tevbe etmemek '' kişinin imandan nasibsiz olduğuna delil oluyor.
"Günah-ı kebireyi işleyen nasıl mü'min kalabilir?" sualine cevab ise;
Evvelâ, sabık işaretlerde onların hatası kat'î bir surette anlaşılmıştır ki, tekrara hâcet kalmamıştır. Saniyen, nefs-i insaniye, muaccel ve hazır bir dirhem lezzeti, müeccel, gaip bir batman lezzete tercih ettiği gibi, hazır bir tokat korkusundan, ileride bir sene azaptan daha ziyade çekinir. Hem insanda hissiyat galip olsa, aklın muhakemesini dinlemez. Heves ve vehmi hükmedip, en az ve ehemmiyetsiz bir lezzet-i hazırayı ileride gayet büyük bir mükâfâta tercih eder. Ve az bir hazır sıkıntıdan, ileride büyük bir azâb-ı müeccelden ziyade çekinir. Çünkü tevehhüm ve heves ve his, ileriyi görmüyor, belki inkâr ediyorlar. Nefis dahi yardım etse, mahall-i ımân olan kalb ve akıl susarlar, mağlûp oluyorlar. şu halde, kebâiri işlemek imansızlıktan gelmiyor, belki his ve hevesin ve vehmin galebesiyle akıl ve kalbin mağlûbiyetinden ileri gelir.
Lemalar | On Üçüncü Lem´a
Evet;kebairi işlemek imansızlığın delili olmuyor;fakat;kebairi inkar etmek ve tevbe etmemek;kalben hiçbir pişmanlık duymamak;ise imandan nasibsizliğe delil oluyor.
İmanı kazandıktan sonra onu kaybettirecek sebepleri beş-altı maddede toplayan İslam muhakkikleri bunları şöyle sıralamışlardır.
Birincisi: İmanda şüphe ve tereddüt olmamalıdır.Allah’ın birliği ve ahiretin varlığı kesindir.İmanda şüphe küfürdür.İman konusunda bir müminin; "İnşallah ben müminim demesi dahi Hanefi mezhebince mekruh görülmüştür.Şafiiler son nefesi kast ederek, (İnşallah mümin olarak öleceğim) demek istiyorlar.Vesvese akla gelirse mahiyeti ve tedavisi çin bakınız;(Hikmetul istiaze Risalesi )
İkincisi: Kur’an-ı Kerimde iki kapak arasında bulunan 114 sure ve 6666 ayetten ibaret olan “Nass”lardan herhangi bir ayeti kabul etmemek ve reddetmek, Allah’tan geldiğine inanmamak imanı tamamen yok eder.
Üçüncüsü: Haramı helal kabul etmek, helalı da haram görmek Allah’ın ayetlerini inkar anlamı taşıdığı için bu da imanı tamamen giderir.
Dördüncüsü: Allah’ın rahmetimden ümidini kesmek ve kendini kurtulmuş görerek azabından emin olmak.
Beşincisi: İslam dini ile, Kur’an ve peygamberimiz ile çok açık alay etmek, dalga geçmek ve hafife almak infial uyandırıcı tavırlarda bulunmak;elbette imandan nasibi olmamaklığın delilidir.
Altıncısı: İmanın altı esasından birini veya bir cüz’ünü inkar etmek de kişiyi imanın tamamından mahrum eder. Çünkü iman bir bütündür ve altı imanın erkanından ortaya çıkan vahdânî bir hakikattir.
Şimdi Kebair nedir ? Yani '' büyük günah ''lar hangileridir? Zira eğer bir Musluman '' büyük bir günah işler '' ve günahın inkarına gider;tevbe etmez ise '' imandan'' nasibi olmuyor."
Kebâir çoktur; fakat ekberü'l-kebâir ve mûbikat-ı seb'a tâbir edilen günahlar yedidir: Katl, zina, şarap, ukuk-u vâlideyn (yani kat-ı sıla-i rahim), kumar, yalancı şehadetlik, dine zarar verecek bid'alara taraftar olmaktır." (Barla Lahikası )Madde madde yazalım;
1- Katl ( bu günah degildir ! diyen;Bu gunahı işlediği halde günah olarak görmeyen )
2- Zina ( Zina günah degildir diyen ; Bu gunahı işlediği halde günah olarak görmeyen )
3- Şarap (içki haram değildir diyen ) Bu gunahı işlediği halde günah olarak görmeyen)
4-Ukuk-u Vâlideyn (Bu helaldir diyen) Bu gunahı işlediği halde günah olarak görmeyen )
5-Kumar ( Bu helaldir diyen) Bu gunahı işlediği halde günah olarak görmeyen)
6- Yalancı Şehadetlik ( Bu helaldir diyen) Bu gunahı işlediği halde günah olarak görmeyen)
7- Dine zarar verecek bid'alara taraftar olmaktır. (Dine zarar verecek bid'aları meydana getirmek;icad etmek;demiyor.Taraftar olmak diyor.
Demek ''zulme rıza zulum;küfre rıza küfür '' kaidesi gibi; bir şahıs bir Bid'a ya taraftar olur ve Bid'a olarak görmez ise İman'dan nasibi olmadığına delil oluyor.
Teyakkuz makamında birkaç hadis zikr edelim.
(Bid'at ehlinin hiç birisi Sırattan geçemez, Cehenneme düşer.) [İbni Asakir]
(Bir bid'at çıkaranın namazı, orucu, haccı, umresi, cihadı, tevbesi, farzı, nafilesi ve hiçbir iyiliği kabul olmaz, hamurdan [yağdan] kıl çıkar gibi, dinden çıkması kolay olur.) [İbni Mace]
âlâ, bid'at ehlinin ne duasını ne zekatını ne haccını, ne namazını, ne de sadakasını kabul eder, yağdan kıl çıkar gibi dinden çıkar.) [Deylemi]
(Bid'at ehlinin tevbesi, bid'ati bırakana kadar kabul olmaz.) [Taberani] (Tevbesi kabul olmaz demek, bid'at ehli, bid'atinden sevap beklediği, iyi bir iş yaptığını sandığı için tevbe etmeyi düşünmez. Bu bid'atten vazgeçmediği için de ibadeti kabul olmaz.)
(Bid’at ehli, yaratıkların en kötüsüdür.) [Ebu Nuaym]
(Bid'atler çıkınca âlim ilmini açığa çıkarsın! İlmini açıklamayana lanet olsun!) [Deylemi]
(Bid’at çıkarıp, onunla amel edenlere lanet olsun.) [Dare Kutni]
Buraya kadar zikr edilen kısımlar; Bid'a destekçisi olmanın;bid'a ile amel etmenin;bid'alara sebeb olmanın ne kadar azim bir tehlike olduğunu isbat etmeye yeterlidir.Üstad en geniş daire olan '' dost '' dairesine;
Bid'a ile amel eden, kalben tarafdar olmamak şartıyla dost olabilir.K:248 demekle;
Mukayyed olarak bir şart vaaz ediyor.Demekki tahrib ve dehşetinde emsalsiz olan fitne-i ahir zamanda; zaman zaman beşer bid'a ile amel edebiliyor;yahud bid'a ya seyirci kalabiliyor;bir çok malum mestur sebebden dolayı ses edemiyor;fakat yukardaki satırda görüldüğü gibi eğer KALBEN TARAFTAR olmak durumu var ise dost dairesi gibi Risale-i Nur'un her ehl-i imanı kucakladığı daireden kişi TARD olmuş oluyor.
Şimdi mevzumuz olan; F.Gülen ve muhibbinin başlatmış olduğu Sahteleşme;Tahrifat girişimleri şeair-i İslam'dan olan Risale-i Nur külliyatına karşı girişilmiş azim bir cinayet teşebbusudur.Mehdiyet cereyanını temsil eden Risale-i Nur'a muhalif '' süfyani '' cereyanın; sena ve istihsanına mazhar her ameliye azim bir bid'adır.Tıpkı '' göz zinasına teşvik '' nevinden bir takım şarkılarla-turkulerle yapılan faaliyetlerin;islami futuhat gibi nazara verilmesi gibi;azim vebal ve sorumluluk getirir.
Eğer bir NUR talebesi Risale-i Nur külliyatının tahrif edilmesini;bunun tehlikesini;vebalini idrak edemiyorsa;külliyattan zerre nasibi olmadığı bedihidir.
[Sözler namındaki yazılan risaleler, Kur’an-ı mu’ciz-ül beyanın bir nevi tefsir-i hakikisi olduğu ve o tefsirin te’lifinde merci’ ve me’haz ve hakiki üstad ve tam rehber sırf ayat-i Kur’aniye olduğu; ve fakir ve aciz bu müellifin hissesi onda sırf bir tercüman olduğu; ve doğrudan doğruya o risaleler Kur’an’ın hakaikı ve o hakaikin bürhanları olduğu ve Kur’an’ın elinde bir kılınç hükmünde olarak, o kal’a-i kudsiyeye gelen tehacüme karşı davranan ve manen Kur’an’ın manası ve layenfek ondan gelmiş manevi bir cüz’ü olduğunu; ve bütün kuvvetleriyle o Kur’an’a bakar ve işaret ederler. Ve onu hedef ittihaz ederler.
Ve ayatından gelen sünûhat ve ilhamat olduğunu ve müellifinin ihtiyar ve iktidarının pek fevkinde bir tarzda olduklarını mükerreren ispat edip beyan ettiğimiz halde; Kur’an namına ve Kur’an hesabına rakabetkârane bunlara (Risale-i Nur’a) bakmak ve onlardaki i’caz-ı Kur’an’dan in’ikas eden cilvelerini Kur’an’ın hakiki i’caziyle muvazene etmek ve rakabetkârane onların sukutunu ve kesadını ve çürüklüğünü arzu etmek elbette Kur’an’a sadakat değildir. Çünkü Kur’an’ın elindeki kılıncı Kur’an’a çevirmek ve Kur’an’ın sadık hizmetkarını Kur’an’a karşı mübareze vaziyetini vermek; ve Kur’an’dan gelen ve Kur’an’ın nurundan ve mizan-ı i’cazında bulunan nurlarını Kur’an’a karşı muvazene etmek, elbette bir hıyanettir ve bir cinayettir.]
(Yazma 29. Mektup sh.34)
1-)Bu itibarla tahrifatı onaylamak kalben bid'alara destek olmaktır.
2-)Bu gibi şahıslar Risale-i Nur'da geçen DOST dairesine de dahil olamazlar.
3-)Bu tahrifatın onayını vermek kebair-i azimedir.
4-)Bu kebairi mudafa etmek;bir gunahı inkar etmekle eşdeğer bir vebaldir.
5-)Bir günahı inkar etmek '' imandan nasibi olmamağa '' delildir.
6-)İmandan nasibi olmayanlar ile bizim kardeşliğimizde olamaz.
İlgili kısımları zikr edelim;
Risale-i Nur, bir daire değil, mütedahil daireler gibi tabakatı var. Erkânlar ve sahipler ve haslar ve nâşirler ve talebeler ve taraftarlar gibi tabakatları var. Erkân dairesine liyakati olmayan Risâle-i Nur’a muhalif cereyana taraftar olmamak şartıyla, daire haricine atılmaz. Hasların hasiyeti, zıt bir mesleğe girmemek şartıyla, talebe olabilir. Bid’a ile amel eden, kalben taraf tar olmamak şartıyla dost olabilir. Onun için, az bir kusur ile düşman sınıfına iltihak etmemek için dışanya atmayınız. Fakat, Risâle-i Nur’un erkânlarında ve haslarındaki esrarlar ve nazik tedbirlere, onlan teşrik etmemek gerektir.
Kastamonu Lahikası, s.188.
Üç madde sıralanıyor;
1-Risâle-i Nur’a muhalif cereyana taraftar olmamak.
2-Zıt bir mesleğe girmemek;
, kalben taraf tar olmamak ;
Bu ''üç '' madde imtihanından ikmale kalan bir insan DOST dairesinde dahi olamaz.
"Bununla beraber zamanın ilcaatıyla zaruretler ortalıkta zannederek bazı hocaların bid'alara taraftarlığından dolayı onlara hücum etmeyiniz. Bilmeyerek "Zaruret var" zannıylahareket eden o biçarelere vurmayınız. Onun için kuvvetimizi dahilde sarf etmiyoruz. Biçare, zaruret derecesine girmiş, bize muhalif olanlardan hoca da olsa onlara ilişmeyiniz. Ben tek başımla daha evvel aleyhimdeki o kadar muarızlara karşı dayandığım, zerre kadar fütur getirmediğim, o hizmet-i imaniyede muvaffak olduğum halde, şimdi milyonlar Nur talebesi olduğu halde, yine müsbet hareket etmekle onların bütün tahkiratlarına, zulümlerine tahammül ediyorum.( Emirdağ Lâhikası (2) - Mektup No: 151)
Yukardaki kısımda BİLMEYEREK şartı konulmuş.
Kardeşlerim, çok dikkat ve ihtiyat ediniz. Sakın, sakın hocalarla münakaşa etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar musalâhakârane davranınız. Enaniyetlerine dokunmayınız. Bid'at taraftarı da olsa ilişmeyiniz. Karşımızda dehşetli zındıka varken, mübtedi'lerle uğraşıp, onları dinsizlerin tarafına sevk etmemek gerektir. Eğer size ilişmek için gönderilmiş hocalara rastgelseniz, mümkün olduğu kadar münazaa kapısını açmayınız. İlim kisvesiyle itirazları, münafıkların ellerinde bir senet olur. İstanbul'da ihtiyar hocanın hücumu ne kadar zarar verdiğini bilirsiniz. Elden geldiği kadar Risâle-i Nûr lehine çevirmeye çalışınız.Umum kardeşlerime birer birer selâm...( Emirdağ Lâhikası (1) - Mektup No: 80)
Yukardaki kısımda ise '' İstanbul'da ihtiyar hocanın hücumu '' nazara verilmiş.
Risâle-i Nûr'a, daha vatana, idareye zararı dokunmak bahanesiyle tecavüz edilmez; daha kimseyi o bahaneyle inandıramazlar. Fakat cepheyi değiştirip, din perdesi altında bazı safdil hocaları veya bid'a taraftarı veya enaniyetli sofi meşreplileri bazı kurnazlıklarla Risâle-i Nûr'a karşı-iki sene evvel İstanbul'da ve Denizli civarında olduğu gibi-istimal etmek ve Risâle-i Nûr'a ve şakirtlerine ayrı bir cephede tecavüz etmeye münafıklar çabalıyorlar.İnşaallah muvaffak olamazlar. Risâle-i Nûr şakirtleri, tam ihtiyatla beraber, bir taarruz olduğu vakitte münakaşa etmesinler, aldırmasınlar. Aldanan ehl-i ilim ve imansa, dost olsunlar, "Biz size ilişmiyoruz. Siz de bize ilişmeyiniz. Biz ehl-i imanla kardeşiz" deyip yatıştırsınlar.
( Emirdağ Lâhikası)
HAKKIN MUDAFASI
Risale-i Nur ve hizmet prensiblerini;meslek dusturlarını;esasat-ı nuriyesini;kıyamete kadar tüm muntesiblerin hiçbir tasarruf hakkına sahip olmadan aynen kabul etmek zorunda olduğu değişmez desatirini;muvazenesiz;tüm külliyatı nazara almadan;Üstadın tarzı düşüncesini;hissiyatını tefekkur etmeden;en azından muhterem mutlak vekil varislerin her taraftaki ilanatlarını dahi görmezden gelerek;tağyire kalkışıp;Sahteleştirme tahribat ;tahrifat ;hedefi ile ortaya atılan '' sadeleştirme '' cinayetine karşı Kim olursa olsun, madem imanı var, o noktada kardeşimizdir. cümlesinin makamına bakmayarak F.Gülen ve zihniyetini aklama;paklama çabalarına girişmek en nazenin deyim ile ahmaklıktır.
Külliyat lisanında üstad Hazretleri yanlış yolda olan insan sınıflarına iki farklı lisan ile hitab ediyor.
1- Aldananlar.2- Aldatanlar.
Birinci sınıftaki beşere;alim olsun cahil olsun üstad Hazretleri gayet derecede nazenin bir lisan tercih ediyor.
İkinci sınıftaki beşere ise tabiri caiz ise hiç gözünün yaşına bakmadan kılıcı indiriyor.
Buna dair bir düstur-u hakikatı beyan etmek lâzım. Şöyle ki: Nasıl "hukuk-u şahsiye" ve bir nevi hukukullah sayılan "hukuk-u umumiye" namıyla iki nevi hukuk var; öyle de: Mesail-i şer'iyede bir kısım mesail, eşhasa taalluk eder; bir kısım, umuma, umumiyet itibariyle taalluk eder ki; onlara "Şeair-i İslâmiye" tabir edilir. Bu şeairin umuma taalluku cihetiyle umum onda hissedardır. Umumun rızası olmazsa onlara ilişmek, umumun hukukuna tecavüzdür. O şeairin en cüz'îsi (sünnet kabilinden bir mes'elesi) en büyük bir mes'ele hükmünde nazar-ı ehemmiyettedir. Doğrudan doğruya umum âlem-i İslâma taalluk ettiği gibi; Asr-ı Saadetten şimdiye kadar bütün eazım-ı İslâmın bağlandığı o nuranî zincirleri koparmaya, tahrib ve tahrif etmeye çalışanlar ve yardım edenler düşünsünler ki, ne kadar dehşetli bir hataya düşüyorlar. Ve zerre miktar şuurları varsa, titresinler!..(M:396)
Evet, hukuk-u umumiye-i kâinata cinayet eden affolunmaz, râh-ı adem verilmez.
Muhakemat 1.Makale: Unsur-u Hakikat
Hem âlicenâbâne affetmek ise, yalnız kendine karşı cinayeti affedebilir. Kendi hakkından vazgeçse hakkı var; yoksa başkalarının hukukunu çiğneyen cânilere afüvkârâne bakmaya hakkı yoktur, zalemeye şerik olur.
Sikke-i Tasdik-i Gaybi > 8.Parça: Güzel mektuplar ve parlak fıkralar
"Meşihat ve adliyenin yanması münasebetiyle, bir sözüme yanlış mana verilmiş. Şöyle ki: Bundan on dokuz sene evvel, haksız bir surette İstanbul’a menfî olarak perişan bir surette gönderildiğim vakit, bir zaman meşihat’taki Dârü’l-Hikmette bulunduğumdan, meşihat’ı sordum: "Ne haldedir?" Dediler: "Büyük kızların lisesi olmuş." Ben de hiddet ettim. Bir beddua ettim. Hem dedim: "Ya Rab! meşihat’ı kurtar." O gece meşihat kısmen yandı. Ben de o münasebetle dedim: "Bazen ateş temizlik yapar. Bu fakir millete beş milyon zarar veren adliyenin yanması da belki inşaallah bir temizliktir; o zarar telâfi edilir." dediğim halde zararımıza bir rıza manası verilmiş. "
( Gayr-i münteşir, Müdafaalar > Isparta ve Denizli Mahkemesi [1944] > Ankara Bilirkişi Raporuna bazı izahlar)
Ezcümle: Ben menfî olarak İstanbul’a getirildiğim vakit bir zaman Meşihat-ı İslâmiye dairesinde bulunan Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyedeki hizmet-i Kur’âniyeye çalıştığım için, o alâkadarlık cihetinde, “Meşihat dairesi ne haldedir?” diye sordum. Eyvah! Öyle bir cevap aldım ki, ruhum, kalbim ve fikrim titrediler ve ağladılar. Sorduğum adam dedi ki: “Yüzer sene envar-ı şeriatın mazharı olmuş olan o daire, şimdi büyük kızların lisesi ve mel’abegâhıdır.” İşte o vakit öyle bir hâlet-i ruhiyeye giriftar oldum ki, dünya başıma yıkılmış gibi oldu. Kuvvetim yok, kerametim yok; kemal-i me’yusiyetle ah vah diyerek dergâh-ı İlâhiyeye müteveccih oldum. Ve bizim gibi kalbleri yanan çok zâtların hararetli ahları, benim âhıma iltihak ettiler. Hatırıma gelmiyor ki, acaba Şeyh-i Geylânî’nin duasını ve himmetini, duamıza yardım için istedim mi, istemedim mi? Bilmiyorum. Fakat her halde o eskiden beri nurlar yeri olmuş bir yeri zulmetten kurtarmak için, bizim gibilerin ahlarını ateşlendiren onun duasıdır ve himmetidir. İşte o gece Meşihat kısmen yandı. Herkes “Vâ esefâ” dedi; ben ve benim gibi yananlar, “Elhamdü lillâh” dedik. Zannederim ki, bu fakir millete iki yüz milyon zarar veren Adliye dairesindeki yangında böyle bir mânâ var. İnşaallah bu da bir ikaz ve intibahı verecektir. Ateş bazan sudan ziyade temizlik yapar.
(8.Lem'a dan )
"müsadere kararıyla kahr duasına müstehak oldular"
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz kardeşlerimiz!
Avukatımız Temyiz’e bir istida yazmış. Afyon’daki kitablarımızın tamamını müsadere eden kararname ile bana gönderdi. Ben de istida ve kararnameyi Ankara’daki Nurculara bu hülâsa ile bera-yı malûmat gönderdim. Bu hülâsa da size gönderildi.
Said Nursî
Reis Tevfik Önen, Aza Kâzım Kaynak, Aza Dursun İlhan, Aza Vedat Mengi, Savcı Büker, Kâtib Alaaddin, Kâtib Fevzi Yaman, Kâtib Lütfü Kaynak
Bunlar bu defaki müsadere kararıyla kahr duasına müstehak oldular.
Said Nursî
GAYR-i MÜNTEŞİR > Muhtelif Lahikalar > Emirdağ-2 Mektupları
"Ben de şimdi onlara, hukuk-u âmmenin hukukullah hükmüne geçtiğini bilenlere, umumen selâm ve dua ediyorum. Bana olan şiddetlerini umûmen helâl ediyorum.
Said Nursî"
Müdafaalar Mecmuası
Şimdi Risale-i Nur şahsi hukuk mudur ?;Yoksa umumi hukuk mudur ?
Ulema-us su'i kimlere denir ?'' Miri malımıdır ? '' Yoksa '' Vakıf '' malımıdır ?
Meydan-ı istifadeye vaz'edilen eserler, mîrî malıdır; yani Kur'an-ı Hakîm'in tereşşuhatıdır. Hiç kimse, enesiyle onlara temellük edemez!...
Hizmet Rehberi ( 185 )
Fakat o sersem inad edip dedi:
"Yok, mîrî malı değil, belki vakıf malıdır, sahibsizdir. Herkes istediği gibi tasarruf edebilir.Sözler49
deni-le-mez...
Yoksa o boşboğaz başıbozuktan, "mîrî malıdır" diye elinden alınıp, tecziye edilir.
Asa-yı Musa 240
Şahsına yapılan bütün zulumlere tabiri mumkun olmayan bir sabır ile tahammul gösteren Üstad hazretleri başındaki sarığa ilişene '' başından bulasın '' diye beddua ederken;Risale-i Nur'ları hiç hakkı ve selahiyeti olmadığı halde tağyir edenlere;hemde bunu buyuk bir kustahlık ve bilgiçlik ile '' ilim adamı '' pozlarında mudafa edenlere ne derdi acaba ?
Ben herşeyden vazgeçerim, fakat adalet-i İlahiyenin huzurunda bu dehşetli gıybete karşıhakkımı helâl etmem! Titresin!.. Bütün sâdâtın ceddi olan Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Sünnet-i Seniyesini muhafaza için hayatını ve herşeyini feda eden bir mazlûmun şekvası, elbette cevabsız kalmayacak!..
Sikke-i Tasdik-i Gaybi 61
yada ;
(Eğirdir Müftüsüne son ihtar)
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Eski bir dost ve ilim noktasında bir arkadaş olmak üzere sizinle bir hasb-i hal edeceğim. İkimize taalluk eden mühim bir musibet-i diniyeyisize haber veriyorum. Bunun telafisine mümkün olduğu kadar beraber çalışmalıyız. Şöyle ki:Zâtınız, herkesten ziyade hizmetimize taraftar ve hararetle himayetkâr olmak lâzım gelirken, maatteessüf meçhul sebeblerle aksimize tarafgirane ve bize karşı soğukça rakibane baktığınızdan, oğlunuzu bu köyde yerleştirip ona dost-ahbab buldurmak için çalıştınız. Neticesinde burada öyle bir vaziyet hasıl olmuş ki, mahiyetini düşündükçe senin bedeline ruhum titriyor. Çünki اَلسَّبَبُ كَالْفَاعِلِ kaidesince bu vaziyetten gelen günahlardan, seyyiattan siz mes'ulsünüz…. Barla Lahikası 196
yada;
Usûl-ü şeriatın kaide-i mühimmesindendir: اَلرَّاضِى بِالضَّرَرِ لاَ يُنْظَرُ لَهُ Yani: "Bilerek zarara razı olana şefkat edip lehinde bakılmaz." İşte ben çendan Kur'an-ı Hakîm'in kuvvetine istinaden dava ediyorum ki: "Çok alçak olmamak ve yılan gibi dalalet zehirini serpmekle telezzüz etmemek şartıyla, en mütemerrid bir dinsizi, birkaç saat zarfında ikna etmezsem de, ilzam etmeye hazırım." Fakat nihayet derecede alçaklığa düşmüş bir vicdan ki, bilerek dinini dünyaya satar ve bilerek hakikat elmaslarını pis, muzır şişe parçalarına mübadele eder derecede münafıklığa girmiş insan suretindeki yılanlara hakaiki söylemek; hakaike karşı bir hürmetsizliktir. كَتَعْلِيقِ الدُّرَرِ فِى اَعْنَاقِ الْبَقَرِ (mealen öküzün boynuna inci takmak)darb-ı meseli gibi oluyor.
Çünkü bu işleri yapanlar, kaç defa hakikati Risale-i Nur'dan işittiler. Ve bilerek, hakikatleri zındıka dalâletlerine karşı çürütmek istiyorlar. Böyleler, yılan gibi zehirden lezzet alıyorlar. (mektubat.28.mektup)
NETİCE :
Risale-i Nur sahteleştirilemez.Risale-i Nur tahrif edilemez.Risale-i Nur tahrib edilemez.Dost kisvesi altında ve cehil;zerre kadar özür taşımadan bu filiyata girişenler kebair derecesinde günahkar ve bid'a sahibi ve icadcısı nadanlardır.
Bütünüyle ALDATANLAR sınıfındadırlar.
in Risale-i Nur'un mümtaz varislerinin cemaati fethullahiyeye söz etmemesi;mumkun mertebe ''dost'' kalmaya çalışmasıda onların zulumlerini bertaraf etmek;tahribatlarını küçültmek;bir hastaya '' iyisin iyisin '' diyerek iyileştirip;müdara edip daire içinde hatalarını örtmek kabilinden bir tedbirdir.
Fakat; artık '' umumun hukukuna '' tecavuz edilmiştir.Buna rıza gösterilmez;buna seyirci kalınmaz.Susulmaz;hem hiç bir tahkiki NUR talebeside susmaz.
Çünkü bu işleri yapanlar, kaç defa hakikati Risale-i Nur'dan işittiler. Ve bilerek, hakikatleri zındıka dalâletlerine karşı çürütmek istiyorlar. Böyleler, yılan gibi zehirden lezzet alıyorlar. (mektubat.28.mektup)
Bir şahıs bir şahsı, nasîhatle fena bir şeyden men etmek üzere şöyle tevcih-i kelâmda bulunur: "Ey kişi! Aklın varsa şu yapmak istediğin şey muhaldir, hem nefsine zarardır. Hem iyiyi kötüyü tefrik edecek bir hissin yok mudur? Anlaşılan, hakikatı hurafe, tatlıyı acı gösteren seciyende bir hastalık vardır. Şüphesiz o hastalıktan kurtulup şifayab olmak istiyorsun. Fakat senin bu halin, o hastalığı izale değil, tezyid ediyor. Eğer bu halinle bir lezzet, bir zevk istersen, en şedit bir elemi intaç eden bir azap eline geçer. En nihayet sarhoşluktan ayrılıp, kötü halinden vazgeçmediğin takdirde, fesadın başkalara geçmemek üzere hortumun üzerine, bir damganın vurulmasıyla seni teşhir ve ilân etmek lâzımdır."
(işaratul icazdan)
Bundan sonra eğer o insan mesleğinde ısrarla nasihatları kabul etmezse anlaşılır ki, onun ıslahına hiçbir çare ve hiçbir deva yoktur. Yalnız onun fesadı halka sirayet etmemek için, mesleğinin muzır ve fena olduğunu ilân etmek lâzımdır ki, herkes ondan tahaffuz etsin. Zira o insan aklını çalıştırmıyor, şuurunu istihdam etmiyor ki, böyle zahir olan birşeyi hissedebilsin.
(işaratul icazdan)
Eğer desen: “Sen necisin, bu meşahire karşı meydana çıkıyorsun?Sen bir sinek gibi olup da kartalların uçmalarına karışıyorsun?” Ben de derimki: Kur’ân gibi bir üstad-ı ezeliyem varken, dalâlet-âlûd felsefenin ve evham-âlûd aklın şakirtleri olan o kartallara, hakikat ve marifet yolunda sinekkanadı kadar da kıymet vermeye mecbur değilim. Ben onlardan ne kadar aşağıisem, onların üstadı dahi benim üstadımdan bin defa daha aşağıdır. Üstadımın himmetiyle, onları gark eden madde ayağımı da ıslatamadı. Evet, büyük bir padişahın, onun kanununu ve evâmirini hâmil küçük bir neferi, küçük bir şahın büyük bir müşirinden daha büyük işler görebilir...(sözler)
Bütün kardeşlerimden çalışmamdaki kusurlara değil külliyatın altınlarına bakmalarını ve mihenge vurmalarını rica ediyorum.Evet ben acizim;ama mevzu Risale-i Nur ve mudafası olunca muhabbet ve mufridane alaka ile sinek iken kartal gibi uçuyorum.
Hakkınızı helal edin.
Ali Fuat T