Bizim cemaatımızın meşrebi:
Muhabbete muhabbet ve husumete husumettir.
Tarihçe-i Hayat ( 58 )
"Müsbet hareket“, „uhuvvet“, „rüesayı çürütmeyin“ DÜSTURLARINI DOGRU ANLAMAK
Bediüzzaman, harikulâde bir iman kuvvetine malik olan, hiçbir kuvvetin, hiçbir hükümet reisinin zoru ve zulmü karşısında eğilme nedir bilmeyen bir allâme-i asırdır.
Bediüzzaman, Rusya’da esirler kampında kampı, teftiş eden başkumandana kıyam etmeyerek, “İmanlı bir kimse, imansız bir kimse karşısında ayağa kalkmaz,” diyen bir baş...
Bediüzzaman, din yıkıcılığının gaddar öncüsüne, “Kâinatta en yüksek hakikat imandır. İmandan sonra namazdır. Namazdan daha yüksek bir hakikat olsaydı, Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de yüz yerde sarihan, bin yerde zımnen onu emrederdi,” diyen bir baş...
Bediüzzaman, idam ve imha plânı ile verildiği mahkemelerdeki müdafaaların da, “Başımdaki saçlarım adedince başlarım olsa, her gün birisi kesilse yine bu Kur’anî hizmetten vazgeçmeyeceğim. Dünyayı başımıza ateş yapsanız yine bu hizmet-i imaniyeden vazgeçmeyiz ve geçemeyiz,” diyen bir baş...
Bediüzzaman, bulutlara değen ve sıra dağlar kadar yüksek ve izzet-i İslamiye’nin timsali olan bir başa malikti. Hiçbir dinsiz zalim, hiçbir gaddar imparatorun önünde eğilmeyen bir baş...
Bediüzzaman, yediği, içtiği, serveti millet kanı olan cebbar, müstebit başların önünde serfüru etmeyen bir baş...
Bediüzzaman, iman ve İslamiyet’in vakar ve asaletini temsil ve muhafaza eden bir baş...
Bediüzzaman, hayatı kahhar ve dinsiz cebbarların karşısında kahramanlıklara sahne olan bir baş...
Bediüzzaman, “Ey dinsizler! Ey zalimler! Bütün dünya dinsizleri de dâhil olmak üzere hepinize meydan okuyorum. Yapacağınız varsa göreceğiniz de var! Korku bana hayatımda yaklaşmamış. İdam, benim için âhiretteki -başta habibullah Resûl-i Ekrem (a.s.m.) olan- bütün dostlarıma kavuşturan bir pasaporttur. Ölüm, bana bir terhis teskeresidir!” diyen bir baş...
Bediüzzaman, “Bütün dünya bütün ins ve cin şahit olsun ki, şeriatın bir tercih meselesi uğrunda bin ruhum da olsa hepsini feda ederim!” diye haykıran bir baş...
Bediüzzaman, dünyalar gibi maddi kuvvetlere, atom gibi korkunç kahharlara malik dinsizlere ferman okuyan bir baş...
Bunun için değil midir ki, onun eseri ile imanı kuvvet bulan bir liseli çocukta, yine aynı baş...
Bediüzzaman, diğer hocaları idam eden Divan-ı Örfi’de mahkeme reisi Hurşit Paşa’nın dinimize tahkir-amiz davranışına karşı -oturduğu yerden- “Paşa! Senin gözlerini muvahhidînin kalemleri ile oyarım!” diyen bir baş...
(Zübeyir Gündüzap, Not defteri. Kaynak: ÜSTADIM BEDIÜZZAMAN; ZÜBEYIR GÜNDÜZALP NOTLARI, ÖMER CICEK)
Yalnız din düşmanlarına meydan okurdu
Mağrur ve mütekebbirlere karşı, izzet-i İslâmiyenin iktiza ettiği en müstesna bir tavırla ilm-i hakaikın ve yüce dinimizin izzetini, bozulmamış kalbleri meftun ve hayran edecek bir muamele ile muhafaza ederdi.
Âlim ve talebe zatlara sualler sorarak onlara meydan okumazdı. Yalnız ve yalnız dinsizlere ve din düşmanlarına meydan okurdu.
Bid’at ve dalâleti izale için celâdet ve cesaretle sa’yü gayret ederdi.
Dinsizlere ve muhalif şeylere muttali olunca, müthiş fakat müessir bir celâdet ve cesaretle cihanşumül dinimizin emir ve nehiylerini, hak ve hakikatı beyan ederek mukabelede bulunurdu.
Masum ahaliden mürekkeb mü’minlere karşı mütevazı, son derece merhametli ve müşfik idi. Herhangi bir ehl-i iman tarafından şahsı hakkında yapılan, fakat Risale-i Nur’un intişar ve müdafaasını sekteye uğratmayan gıybetleri, hücum ve taarruzları helâl ederdi.
Aksi takdirde tedafüî bir tarzda mektuplarla Nur kardaşlarını, yapılan iftira, itham ve gıybetler hususunda tenvir ederdi. Garazkâr hasedcilere dahi mukabele-i bilmisil etmezdi.
Bu hususiyetlerinin bazılarından ve harikulâde bir nadire-i fıtrat olmasından dolayı mizac ve kabiliyetine muvafık bir usul-ü tedris bulamadığı için, genç Said medreselerden ayrılıyor. Pederinin evine dönüyor.
Genç Bediüzzaman Said Nursî, on üç, on beş yaşlarında ve daha ilerideki gençlik çağlarında gayet kâmil ve muhakkik bir mürşid-i kâmilin evsaf ve etvarını câmi bir mertebe-i kemâlde idi. Havas ve avamı irşad ve tenvirde, ibâdât ve tâatta pek ileri ve mahirdi. Bununla beraber, hiçbir masum avam, âlim ve şeyhe karşı üstünlük taslamaz, kendiliğinden sual sorup imtihan edercesine onların mahcubiyetine kendisi sebebiyet vermezdi. Onları mağrurâne kendiliğinden kırmaz, acıtmaz ve incitmezdi. Altmış, yetmiş senelik büyük bir veliyy-i kâmilin yükseldiği derecat ve meratibin muktezası genç Said’in ahval ve etvarından, harekât ve sekenâtından zaman zaman sudur ve zuhur ediyordu.
Bu hal ve vakıaları safvet-i kalb ve feraset-i iman sahibleri ehl-i insaf kimseler ve bazı zatlar gözleriyle görüyorlar ve istima ile işitiyorlardı. Tabir-i âherle, mebde ve müntehanın fazl-ı İlâhî ve himmet-i Peygamberî sayesinde, üveysî bir tarzda, çocuk yaştaki genç Bediüzzaman’da birleştiği kanaatı, benlik ve enaniyetten halâs bulmuş zatlarca ve onların izhar ve ifşalarıyla da umumiyet kesbediyordu.
(S. 218)