Esselamu aleykum muhterem kardeşlerim;


İftiralar.org adlı sitede, Sadeleştirmeyi yapan kim,Fetullah'Hoca' (!) bu hadisenin neresindedir? şeklinde bir sual yöneltilerek, bu suale cevap olarak da 18 Nisan 2013 tarihinde iftiralar.org adıyla bir yazı neşredildi. Bu yazının tamamını görmek isteyenler için, yayınlanmış olduğu site linkini veriyoruz.


http://www.iftiralar.org/fethullah-gulen-hocaefendiye-atilan-iftiralar/1713-sadelestirmeyi-yapan-kim-hocaefendi-bu-hadisenin-neresindedir.html


Bu yazımızda iftiralar.org sitesinde neşredilen ilgili yazıda yer alan bazı hususlara kısaca cevaplar vereceğiz. Bazı hususlara diyoruz, zira bir hayli uzun olan bu yazıda temel olarak iki mes’ele yer alıyor.

Bunlardan birincisinde, sahdeleştirilmiş Risale-i Nur kitabları geniş dairede bulunan yüz binlerin imanlarının kurtulmasına hizmet ederek, onları kabre imansız girme tehlikesinden kurtardığı için, sadeleştirme faaliyetine karşı çıkılmaması gerektiği iddia ediliyor.


İkinci bir mes’ele olarak da, Risale-i Nur’un sahdeleştirme adı altında tahrif edilmesinin meşru bir fiil olduğunu, geçmişte de muhtelif platformlarda öne sürdükleri ve kendilerince kuvvetli olarak gördükleri hususları bir defa daha zikrederek ispat etmeye çalışmışlar.


Bu ikinci mes’ele ile alakalı olarak, bu güne kadar muhtelif cevablar neşredildiğinden dolayı, bu konuyu ilgili yazılara havale ederek, okuyanları da yormamak adına, bu yazımızı fazla uzatmayarak şimdilik yalnızca birinci mes’ele üzerinde cevablar yazıyoruz. İkinci mes’ele ile ilgili olarak, diğer yazılara ilaveten ayrıca Nurhan Alioğlu kardeşimizin şu günlerde kaleme almış olduğu cevabi yazıyı aşağıdaki linki tıklayarak okumanızı tavsiye ediyoruz.


http://www.nurunmudafasi.com/?pnum=72&pt=İftiralar organizasyonuna Cevab

İftiralar.org sitesinde neşredilen bu yazının baş kısmında, geçmişte yapmış olduğu muhtelif açıklamalarından örnekler verilerek Fetullah Gülenin dilin muhafazası hususunda çok hassas olduğu ifade edildikten sonra, Risale-i Nur’u sahdeleştirme faaliyetlerini haklı gösterebilmek için şu şekilde bir savunma yapılıyor.


"Bütün bunlarla birlikte Hocaefendi,dilin muhafazasına bu kadar hassasiyet gösterirken sadeleştirme yoluyla iman hakikatlerini muhtaçlara ulaştırmasına da karşı değildir. Çünkü yukarıda linkini verdiğimiz sohbetin sonunda Üstad’ın talebelerinin tavrını büyük bir saygının ifadesi olarak tavsif ettikten sonra şu ifadeleri kullanmaktadır:“Bu bir saygının ifadesidir. Ben bunu öper başıma korum. … Buna rağmen kanaati-i vicdaniye ile o mevzuda yapılacak şeyler bence yapılmalı,onda da diriğ edilmemeli. Hakperest olmalı.” Elbette ve herkesi kabul edeceği gibi bu konuda ideal olan eserlerin orijinaliyle okunması ve anlaşılmasıdır. Ancak hayatın geniş dairesindeki yüz binlerin bir an önce iman hakikatlerine muttali olmaları,kabre imansız gitmemeleri adına sadeleştirmeye karşı çıkılmamalıdır ki Hocaefendi’nin tavrı da bu yöndedir." deniliyor ve ilerleyen satırlarda yine Fetullah Gülen kasdedilerek, “Zira Üstadımızın olduğu gibi onun da bütün davası imanların kurtarılmasıdır.” Şeklinde beyanatta bulunuluyor.

Şimdi bu alıntıladığımız bölümde yer alan bir iki husus üzerinde bazı açıklamalar yapalım.


Sizin Risale-i Nur'u sadeleştirme adını vermiş olduğunuz, fakat hakikatta azim bir tahribat olan tahrifata uğratma faaliyetiniz, acaba gerçekten de iman hakikatlerini muhtaçlara ulaştıran faydalı bir hizmet midir? ve hayatın geniş dairesindeki yüz binlerin iman hakikatlerine muttali olmaları,kabre imansız gitmemeleri adına, sadeleştirmeye gerçekten de karşı çıkılmaması mı gerekmektedir, ve bu faaliyet, hakikaten imanların kurtarılması davasına hizmet etmek midir? şöyle bir bakalım.


Madem Risale-i Nur’u sadeleştirmekle mezkur faidelerin husule geleceğini ısrarla iddia ediyorsunuz, o halde 2012 senesi başında sahteleştirerek piyasaya sürdüğünüz Lem’alar ve de yine aynı şekilde 2013 senesi başında şaşaa ile neşretmiş olduğunuz tahrif edilmiş Sözler kitablarınıza şöyle kısaca bir göz atalım ve her iki kitabdan da numune olarak sadece birer misal vererek, hakikaten bu sadeleştirilmiş kitablarınız, iman hakikatlerine muhtaç olan kişilere bir Hızır gibi yetişerek onların imanlarını kuvvetlendirerek, kendilerini kabre imansız gitme tehlikesinden mi kurtarıyor, yoksa tam tersine bu kitabları okuyanları şirke ve küfre bulaştırıp mevcud imanlarını da kaybederek hayat-ı ebediyelerinin mahvolmasına mı vesile oluyor?


Lem’alar kitabından bir misal:

Orijinal Lem’alar (sf. 273)

“…tahayyüzden mukaddes, münezzeh, müberra, muallâ olan Zât-ı Zülcelal'in vücub-u vücuduna ve tekaddüs ve tenezzühüne muvafık düşmeyen tasavvurata sebebiyet verir ve telkinat-ı bâtılaya medar olur.”


Aynı bölüm tahrif Edilmiş Lem’alar (sf. 374)

“…mekândan münezzeh, mukaddes, arınmış ve yüce Zat-ı Zülcelâl’in varlığının vücûbiyetine, mukaddesliğine ve kusurlardan uzaklığına uygun düşmeyen tasavvurlara ve bâtıl telkinlere yol açar.”



Arınmış: Kirlerinden temizlenmiş

Müberra: Beri’, müstesna, fenalıktan uzak kalmış, münezzeh, pâk (Lûgat A.Y.)


‘Arınmış’ kelimesinin, ‘Zat-ı Mukaddes’, ‘Allah-ı Zülcelâl’ hakkında kullanılması ASLA caiz olmaz. İman gider! Çünkü arınmış vasfı (daha önce kirlenmiş sonra temizlenip arınmış şeklinde ) öncesine işaret eder. Müberra sıfatının yerine kullanılamaz.

Siz Allah (c.c.) hakkında Kudsiyyeti, Münezzehiyyeti, Sübhaniyyeti, Vücub ve Vahdaniyeti nasıl anlıyorsunuz?



Sözler kitabından bir misal:


Orijinal Sözler (sf. 194)

“meselâ: Şems bir cüz'î-yi müşahhas iken, eşya-yı şeffafe vasıtasıyla öyle bir küllî hükmüne geçer ki, rûy-i zemini timsalleriyle, akisleriyle dolduruyor.”

Aynı bölüm tahrif Edilmiş Sözler(sf. 243)


“Mesela, güneş belli, tek bir varlık iken şeffaf şeyler vasıtasıyla öyle geniş bir tesire sahip olur ki, yeryüzünü ışığıyla, akisleriyle doldurur.”


Bu misalde de açıkça görülüyor ki, ‘Öyle geniş bir tesire sahib olur ki’ kelimesi ve manası, Sözler kitabının aslında yok. Bu cümle tamamen rububiyet şirkidir. Ve aslındaki mananın tamamen tersidir.


Güneş ‘tekliğiyle beraber, ona ayinedarlık eden şeffaf şeyler vasıtasıyla bir anda hadsiz güneşciklerle (timsalleriyle) hiçbir yerde olmadığı halde, her yerde hazır olması gibi bir teklik ile külli hükmüne geçmesi’ temsili nerede… ‘Tekliğiyle beraber geniş bir tesire sahib olması’ tabiri ile, temsili hiç anlamayıp; güneşi sanki tesir sahibiymiş gibi Müessir-i Hakikî olan Zât’a, tesirde şebih ve şerik ittihaz etmek nerede!?


Risale-i nur tam bir ‘tevhid’ kitabıdır. Bu kitabın içindeki tevhid hakikatleri, sadeleştirmelerle ‘şirk’ haline getirilmiştir.

Sahteleştirerek içini şirk ve küfür ibareleriyle doldurduğunuz bu kitablar, kat’a ve asla Risale-i Nur değildirler ve sizlerin iddia etmiş olduğunuz gibi iman kurtarıcı vasfını kazanamazlar. Bakınız Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu hususu ne de güzel beyan ediyor.


“Hem hangi kitab olursa olsun, böyle hakaik-i İlahiyeden ve imaniyeden bahsetmiş ise, alaküllihal bir kısım mesaili, bir kısım insanlara zarar verir ve zarar verdikleri için, her mes'ele herkese neşredilmemiş. Halbuki şu risaleler ise; şimdiye kadar hiç kimsede, -çoklardan sorduğum halde- su'-i tesir ve aks-ül amel ve tahdiş-i ezhan gibi bir zarar vermedikleri, doğrudan doğruya bir işaret-i gaybiye ve bir inayet-i Rabbaniye olduğu bizce muhakkaktır.” Mektubat sh 374


Evet yukarıda vermiş olduğumuz bu iki cüz’i misalde de açıkça görüldü ki, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin beşinci mektubdaki ifadesiyle, Risale-i Nur “şu zamanın yaralarına en münasib bir ilaç, bir merhem ve zulümatın tehacümatına maruz heyet-i İslamiyeye en nafi' bir nur ve dalalet vadilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehber” iken, sahteleştirmiş olduğunuz Risale-i Nur kitabları, kendilerini okuyanları şirk ve küfre bulaştırarak hayat-ı ebediyelerini kaybettirecek dehşetli bir manevi canavar suretini almışlar.


Risale-i Nur, Kur’an-ı Hakimin bu asrın fehmine ehemmiyetli bir dersi olduğu cihetle, değil yalnızca Anadolu ve Alem-i İslamın, bütün insaniyetin doksan senedir parlak bir surette iman-ı tahkikiyi kazanmalarına vesile olan bin tiryak hasiyetinde mücerreb ilaçlar, hadsiz edviyeler hükmünde vazife görürken, sizin o menhus ellerinizde, tiryak iken zehir olmuş.

Yalnızca cüz’i bir iki misalini vererek iktifa etmiş olduğumuz bu hakikat, tüm şeffaflığıyla güneş gibi gözler önünde dururken, yazınızın devamında, sahteleştirerek manevi bir zehir haline getirmiş olduğunuz ve hiç utanıp sıkılmadan da üzerine müellifi olarak Bediüzzaman yazdığınız kitablarınızı, sanki imanların kurtulmasına hizmet ediyormuşlar şeklinde gösterebilme gayesiyle, okuyanları hayrete düşürecek şu gülünç misali vermişsiniz.


“Daha önce bu husustaki başka yazılarımızda da ifade ettiğimiz gibi sadeleştirilmiş bir risaleyi alarak imanının kurtaran bir genç faraza Üstadımızın huzuruna çıksa Üstad Hazretleri ona “sen neden benim kitabımın orijinalini okumadın” mı derdi,yoksa onu bağrına mı basardı? Bu soruya herkes elini vicdanına koyarak cevap verirse tartışılacak mesele kalmaz.”


Yukarıda sadece iki cüz’i misal vererek, okuyanları şirke ve küfre bulaştırma vazifesini gören sahteleştirilmiş kitablarınızın, iman kurtarmaya vesile olmak gibi ulvi bir hizmet görmekten ne derece uzak olduğu açıkça tebeyyün ettiği için, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin, sahte Risale-i Nur kitablarını okuyup imanını kurtaran bir genci bağrına basacağı şeklindeki misalinizin muhal-i adi olduğu izahtan varestedir.

Madem siz bu konuda hakikata istinad etmeyen böyle gülünç bir misali verme ihtiyacını hissettiniz, biz de bu mes’ele üzerinde yukarıda beyan etmiş olduğumuz ve sadeleştirme tahrifatınızın nasıl azim bir cinayet olduğunu gösteren iki adet delile istinaden, aynı hak ve mahz-ı hakikat olan başka bir misal veriyoruz.


Kendisine vermiş olduğunuz sahteleştirilmiş kitablarınızı okuyarak, Cenab-ı Hakk’ın arınmış ve güneşin de geniş bir tesire sahip olduğu vesaire batıl fikirler ile imanını kaybederek şirk ve küfre düşen bir genç ahrette tam cehenneme atılmak üzereyken, “ama bu nasıl olur, oysaki ben Bediüzzaman Hazretlerinin yazdığı söylenerek bana verilen Risale-i Nur kitablarını, imanımı kuvvetlendirmek için okumuştum diye feryad edince, bu hadiseyi gören Üstadımız da “evladım sen benim hangi kitabımı okuyup da imanını kaybettin” diye kendisine sorsa, genç de, “filanca kişi bana, sen bu kitabların orijinalini anlayamazsın” diyerek herkesin kolayca anlayabileceğini söylediği sadeleştirilmiş kitabları vermişti, ben de imanımı kuvvetlendirsin diye o kitabları okumuştum diye cevab verince, Üstadımız, sahteleştirilmiş kitabların üzerine Bediüzzaman adını yazarak, bu dehşetli cinayeti yapanlara ve imana hizmet ediyoruz diyerek orijinal halleriyle tiryak iken sahteleştirilmiş şekliyle okuyan kişilerin manen ölmesine yol açan dehşetli bir zehir haline getirilmiş bu kitabları canla başla umuma neşredenlere nasıl bir tavır göstereceğini elinizi vicdanınıza koyarak şöyle bir düşünün. Burada sadece bir tek genç üzerinden misalini verdiğimiz bu dehşetli manzarayı, sahteleştirilmiş kitablarınızı kıyamete kadar okuyacak olan on milyonlarca kişinin yaşayacağını göz önüne alın ve bu azim cinayetlerinizin neticesi olarak ahrette içine düşeceğiniz müdhiş azabı şöyle bir tahayyül etmeye çalışın ve titreyin.

Kur’an-ı Kerimde mealen, “Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir nefsi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur." (Maide suresi, 5/32) buyruluyor.


Dünyada sadece bir kişiyi öldürerek o şahsın otuz kırk senelik fani hayatına son vermenin neticesi Cenab-ı Hak katında bu kadar dehşetli ve azim olursa, on milyonlarca kişiye hayat-ı ebediyelerini kaybettirerek onları manen öldürmenin nasıl dehşetli bir neticeye yol açacağını, kalbiniz ölmemiş ise aklınız sönmemiş ise, idrak edebilmeniz icab eder.


Not: bu konuyla bağlantılı olarak, aşağıda linkini vermiş olduğumuz, “Risale-i Nur anlaşılamıyor diyerek sadeleştirenler, acaba bu iddialarında ne derece samimiler?” başlıklı yazımızı da, insaf ve dikkatle okumanızı tavsiye ediyoruz.

http://www.nurunmudafasi.com/?pnum=70&pt=“Risale-i Nur anlaşılamıyor” diyerek sadeleştirenler, acaba bu iddialarında ne derece samimiler?


Selam Hüdaya tabi olanlara, bütün levm ve itab da heva ve hevesine tabi olanların üzerine olsun.

(Talib-i Hakikat 25.04.2013)