Risale-i Nur'un gözüyle Türkçe Olimpiyatlarına ve mehdiyetin vazifelerine bakış.


Esselamu aleykum Muhterem kardeşlerim;

 

 

Öyle acaib bir zamanda yaşıyoruz ki,hadis-i şeriflerde ahir zaman olarak bildirilen dehşetli fitnelerin tam ortasında bulunuyoruz. Bilirsiniz, meşhur duhan hadis-i şerifinde mealen “Kıyâmetin vukuundan önce dünyayı bir duman bulutu kaplayarak, kırk gün ve kırk gece kalacak, mü'minler nezleye tutulmuş gibi, kâfirler ise sarhoş gibi olacaklardır.” Buyrulmaktadır. Bu hadis-i şerifin izahlarında, Duhan kelimesi bir çeşit duman olarak açıklanmaktadır.


Muhterem Rüştü Tafral Ağabeyimiz, “Duhan” hadis-i şerifini, cemiyeti istila eden dehşetli şer cereyanı ve ahir zamanın emsalsiz fitneleri olarak tanımlamaktadır. Hakikat nazarıyla bakıldığında da, “duhan” adı verilen bu dumanın bildiğimiz maddi bir duman bulutundan ziyade, cemiyetin her yanını zulmetli kalın bir duman gibi istila eden fitne-i ahir zamanın dehşetli inkar ve sefahet cereyanları olduğu, ehl-i basiret ve feraset mabeyninde kat’idir. Haber verilen bu duman, hayat-ı içtimaiyede o kadar şiddetli bir hal alacak ki, mü’min olanlar dahi, nezleye tutulmuş gibi olacaklar. Yani nasıl ki nezle olan birisi, yediği, içtiği ve kokladığı şeylerden bir lezzet ve zevk alamaz, aynen öyle de o zaman geldiğinde, mü’minler de imanlarının manevi lezzetini ve kıymetini hissedemeyecek bir duruma düşecekler. Bu dumanın etkisinde kalanların nazarlarında, şeair ve bidatlar ve helal ve haramlar arasında bulunan dehşetli farklar hissedilemeyecek bir hale gelecek. Nefisler haramlara ve bid’atlare son derece meyyal ve taraftar olduğu için, o zamandaki dehşetli duhanın etkisi altında kalmış olan insanları, bu hastalıklarından kurtarabilmek hemen hemen gayr-ı mümkün bir hale gelecek. Ancak ahir zamanın mehdiyet cereyanına ihlas ve sadakatle tabi olanlar, bu dehşetli manevi hastalığa mukabele edebilecekler.

 

Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu ehemmiyetli hususa şu şekilde dikkatleri çekiyor.


“Bu hasta ve gaddar ve bedbaht asrın bela ve vebasından ve zulüm ve zulmetinden en mücerreb bir kurtarıcı, Risale-i Nur'un mizanları ve müvazeneleriyle, neşrettiği nur olduğunu kırkbin şahid vardır. Demek Risale-i Nur'un dairesine yakın bulunanlar, içine girmezse, tehlike ihtimali kavidir.” (Kastamonu Lahikası, sh: 110)

 

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin bu konudaki beyanları gayet açık ve net bir şekilde ortada iken, ehl-i imanı haram ve bid’atlerden uzak tutma istikametindeki hizmetlere tüm kuvvetlerini vermesi gereken ve Risale-i Nur dairesi içinde hizmet ettiklerini iddia eden cemaatlerden birisinin, bunun tam tersi istikamete süluk ederek yüzbinleri ve milyonları bid’atler ve hatta haramlara bulaştıracak ve alıştıracak çığırlar açmaları ve bu fiillere de hizmet adını vermelerindeki maslahat ve hikmeti anlamak ve kabul edebilmek, iman ve İslam dairesi içinde mümkün değildir.


Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Risale-i Nur’daki muhtelif meselelerdeki mükerrer ikaz ve uyarılarını yok sayarak nur dairesi içinde hizmet ettiklerini iddia edenler, bu sözlerinde samimi olmadıklarını fiilen izhar etmektedirler. Bakınız Üstad Bediüzzaman Hazretleri, bu şekilde bid’aları icad edenleri nasıl şiddetle ikaz ediyor.


“Acaba bid'aları icad etmekle o kafile-i uzmadan inhiraf eden; nereden nur bulabilir, hangi yoldan gidebilir? Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam, rehberimiz ferman etmiş ki: كُلُّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٌ وَكُلُّ ضَلاَلَةٍ فِى النَّارِ

 Acaba bu ferman-ı kat'iye karşı ülema-üs su' tabirine layık bazı bedbahtlar hangi maslahatı buluyorlar, hangi fetvayı veriyorlar ki; lüzumsuz, zararlı bir surette şeair-i İslamiyenin bedihiyatına karşı geliyorlar; tebdili kabil görüyorlar? Olsa olsa, muvakkat bir cilve-i manadan gelen bir intibah-ı muvakkat, o ülema-i su'u aldatmıştır.” (Mektubat, sh: 396)

 

Bu mes'eleyi teyiden Bediüzzaman Hazretleri, yine Risale-i Nur şakirdlerine şu ehemmiyetli ikazda bulunuyor.


“Risale-i Nur şakirdlerinin bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı takvayı esas tutup davranmak gerektir. Madem her dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı içtimaiyede yüz günah insana karşı geliyor; elbette takva ile ve niyet-i içtinab ile yüz amel-i salih işlemiş hükmündedir.” (Kastamonu Lahikası, sh: 148)

 

Yukarıdan bu yana çeşitli misallerle beyan etmiş olduğumuz bu hakikat bir güneş gibi ortada dururken, Risale-i Nur dairesi içinde geniş daire vazifesini yaptıklarını iddia eden malum bir taife tarafından, ismine Türkçe olimpiyatları adı verilen ve bid'atler ve haramlarla karışık bir organizasyona, İslami bir hizmet süsü ve rengi verilerek ellerindeki tüm basın ve yayın organları istimal edilerek şaşaa ile tüm dünyaya reklam edilmesi ve hatta cami kapılarında broşür dağıtmak suretiyle neşredilmesi, bu taifenin mehdiyetin ikinci veya üçüncü vazifelerini yaptıkları iddialarını fiilen tekzib etmektedir. Zira geniş daire vazifelerini yapacak cemaatler, değil ehl-i imanı bid'alara ve haramlara bulaştırmak, tam tersine, mevcud olan bid'atleri ortadan kaldırarak şeair-i İslamiyeyi ihya edeceklerdir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri, mehdiyetin ikinci ve üçüncü devrelerini anlatırken, bahsetmiş olduğumuz bu hususu bakınız nasıl beyan ediyor.

 

"İkinci Vazifesi:Hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ünvanı ile şeair-i İslamiyeyi ihya etmektir. Alem-i İslamın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddi ve manevi tehlikelerden ve gazab-ı İlahiden kurtarmaktır.

 

Üçüncü Vazifesi: İnkılabat-ı zamaniye ile çok ahkam-ı Kur'aniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) kanunları bir derece ta'tile uğramasıyla o zat, bütün ehl-i imanın manevi yardımlarıyla ve ittihad-ı İslamın muavenetiyle ve bütün ülema ve evliyanın ve bilhassa Al-i Beyt'in neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakar seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmayı yapmağa çalışır." (Emirdağ Lahikası-1, sh: 266)

 

Evet kardeşlerim, bu nevi hadiselerden de açıkça görülüyor ki, malum taife bu tür fiilleriyle mehdiyetin ikinci ve üçüncü vazifelerini yapmaktan fersah fersah uzaktır. Bu taife, bir yandan Türkçe olimpiyatları vesaire icadlarıyla geniş dairede bid'a ve haramlara cevaz veren ve bu şekilde onların ehl-i iman arasında revacına hizmet eden fiillerle iştigal ederken, diğer yandan da mehdiyetin birinci vazifesini doksan senedir parlak bir şekilde tüm dünyaya neşreden Risale-i Nur'u sadeleştirme adı altında tahrif etmekle meşguldür.

Risale-i Nur'a talebe olduğunu ifade ve iddia eden kişilerin, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin ikaz, uyarı ve irşadlarını, iman ve Kur'an hizmetinde kendilerine değişmez bir rehber yapmaları ve bu beyanlara muhalif olan sözlere, her kimden gelmiş olursa olsun kesinlikle kulak vermemeleri ve itibar etmemeleri gerekmektedir.

 

Aziz kardeşlerimiz, bu konudaki sözlerimizi arif olan anlar diyerek burada nihayetlendiriyoruz ve malum taifenin büyük bir hizmetmiş şeklinde tüm dünyaya neşrettikleri Türkçe olimpiyatlarına temas eden, Risale-i Nur'dan toplamış olduğumuz muhtelif bahisleri sizlerle paylaşıyoruz.

Selam Hüdaya tabi olanlara, bütün levm ve itab da heva ve hevesine tabi olanların üzerine olsun.

 

“Dans ve tiyatro gibi o zamanın lehviyatları ve kebairleri ve bid'aları birer cazibedarlık ile pervane gibi nefisperestleri etrafına toplar, sersem eder. Yoksa cebr-i mutlak ile olsa ihtiyar kalmaz, günah dahi olmaz.” (Beşinci Şua - Şualar, sh: 585)

“Birinci Sual:Bu büyük zelzelenin maddi musibetinden daha elim manevi bir musibeti olarak, şu zelzelenin devamından gelen korku ve me'yusiyet ekser halkın ekser memlekette gece istirahatını selbederek dehşetli bir azab vermesi nedendir?

Yine manevi cevab: Şöyle denildi ki: Ramazan-ı Şerifin teravih vaktinde kemal-i neş'e ve sürur ile sarhoşçasına gayet heveskarane şarkıları ve bazan kızların sesleriyle radyo ağzıyla bu mübarek merkez-i İslamiyetin her köşesinde cazibedarane işittirilmesi, bu korku azabını netice verdi.” (14. Söz – Sözler, sh: 171)

 

“Bir zaman, Eskişehir hapishanesinin penceresinde bir cumhuriyet bayramında oturmuştum. Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raksediyorlardı. Birden manevi bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Ve gördüm ki: O elli-altmış kızlardan ve talebelerden kırk-ellisi kabirde toprak oluyorlar, azab çekiyorlar. Ve on tanesi, yetmiş-seksen yaşında çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini muhafaza etmediğinden sevmek beklediği nazarlardan nefret görüyorlar.. kat'i müşahede ettim. Onların o acınacak hallerine ağladım.” (Onbirinci Şua – Şualar, sh: 198)

 

“Altıncısı:Bana bidayette hizmet eden Ömer, namaza başladı, şarkıları bıraktı. Fakat bir akşam, kapıya yakın bir şarkı kulağıma geldi, evrad ile meşguliyetime zarar verdi. Ben hiddet ettim,çıktım gördüm ki; hilaf-ı adet Ömer'dir. Ben de hilaf-ı adet bir tokat vurdum. Birden, sabahleyin hilaf-ı adet olarak Ömer, başka hapse gönderildi.

Yedincisi:Hamza namında onaltı yaşında sesi güzel olmasından şarkı söylüyor, başkalarının da iştihalarını açıyor, haylazlık ediyordu. Ona dedim: "Böyle yapma, tokat yiyeceksin." Birden, ikinci gün bir eli yerinden çıktı, iki hafta azabını çekti.

Evet, doğrudur.

Hamza.” (Şualar, sh: 334)

 

“Bundan sonra birden gördü ki: Sol cihetinden Şeytan gibi dessas, ayyaş aldatıcı bir adam, çok zinetler, süslü suretler, fantaziyeler, müskirler beraber olduğu halde geldi. Karşısında durdu. Ona dedi:

–Hey arkadaş! Gel gel, beraber işret edip keyfedelim. Şu güzel kız suretlerine bakalım. Şu hoş şarkıları dinleyelim. Şu tatlı yemekleri yiyelim.” (Yedinci Söz – Sözler, sh: 31)

 

“Ben büyük bir şehre giriyorum. Baktım ki, o şehirde büyük saraylar var. Bazı sarayların kapısına bakıyorum, gayet şenlik, parlak bir tiyatro gibi nazar-ı dikkati celbeder, herkesi eğlendirir bir cazibedarlık vardı. Dikkat ettim ki, o sarayın efendisi kapıya gelmiş, it ile oynuyor ve oynamasına yardım ediyor. Hanımlar, yabani gençlerle tatlı sohbetler ediyorlar. Yetişmiş kızlar dahi, çocukların oynamasını tanzim ediyorlar. Kapıcı da onlara kumandanlık eder gibi bir aktör tavrını almış. O vakit anladım ki, o koca sarayın içerisi bomboş. Hep nazik vazifeler muattal kalmış. Ahlakları sukut etmiş ki, kapıda bu sureti almışlardır.” (Yirmiüçüncü Söz – Sözler, sh: 322)

 

“(Medar-ı ibret ve hayret bir hadisedir)

Risale-i Nur'un erkan-ı mühimmesinden bir zat yazıyor ki: "Adapazarı zelzelesinin aynı gününde, zelzeleden birkaç saat evvel, umumi ve herkese göstermek için, bir büyük tiyatro teşekkülüyle ve oyuncu kızlardan dört güzelini çırılçıplak olarak alayişle çarşı ve pazarda gezdirerek, o cazibedarlara kapılan tiyatro binasında toplanan bin kişiden fazla seyirciler, oyun başlarken, birdenbire arz kemal-i hiddet ve gayz ile onların hayasız yüzlerini dehşetli tokatladı, mahvedip zir ü zeber etti. Ve o binayı hak ile yeksan eyledi." (Kastamonu Lahikası, sh: 262)

 

“Hatta bazı genç talebelere, hevesatlarını tahrik için, bazı genç kızları musallat ediyorlar.” (Emirdağ Lahikası-1, sh: 125)

 

“Kırk sene evvel İstanbul'da Kağıthane şenliğinin yevm-i mahsusunda, Köprüden ta Kağıthane'ye kadar Haliç'in iki tarafında binler açık-saçık Rum ve Ermeni ve İstanbul'lu karı ve kızlar dizildikleri sırada, ben ve merhum meb'us Molla Seyyid Taha ve meb'us Hacı İlyas ile beraber kayığa bindik, o kadınların yanlarından geçiyorduk. Benim hiç haberim yoktu. Halbuki Molla Taha ve Hacı İlyas beni tecrübeye karar verdikleri ve nöbetle beni tarassud ettiklerini bir saat seyahat sonunda itiraf edip dediler: "Senin bu haline hayret ettik, hiç bakmadın." Dedim: "Lüzumsuz, geçici, günahlı zevklerin akibeti elemler, teessüfler olmasından istemiyorum." (Emirdağ Lahikası-1, sh: 264)

 

“Nasılki bir cazibedar, sefihane ve sarhoşane şaşaalı bir eğlence bulunsa, çocuklar ve serseriler gibi büyük makamlarda bulunan insanlar ve mesture hanımlar dahi o cazibeye kapılıp hakiki vazifelerini ta'til ederek iştirak ediyorlar; öyle de, bu asırda hayat-ı insaniye, hususan hayat-ı içtimaiyesi öyle dehşetli fakat cazibeli ve elim fakat meraklı bir vaziyet almış ki; insanın ulvi latifelerini ve kalb ve aklını, nefs-i emmaresinin arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor.” (Kastamonu Lahikası, sh: 104)

 

“Dördüncü Esas:Sanem-perestliği şiddetle Kur'an men'ettiği gibi, sanem-perestliğin bir nevi taklidi olan suret-perestliği de men'eder. Medeniyet ise, suretleri kendi mehasininden sayıp Kur'ana muaraza etmek istemiş. Halbuki gölgeli gölgesiz suretler, ya bir zulm-ü mütehaccir veya bir riya-yı mütecessid veya bir heves-i mütecessimdir ki, beşeri zulme ve riyaya ve hevaya, hevesi kamçılayıp teşvik eder. Hem Kur'an merhameten, kadınların hürmetini muhafaza için, haya perdesini takmasını emreder. Ta hevesat-ı rezilenin ayağı altında o şefkat madenleri zillet çekmesinler. Alet-i hevesat, ehemmiyetsiz bir meta' hükmüne geçmesinler.” (Yirmibeşinci Söz – Sözler, sh: 410)

 

“Medeniyet ise, kadınları yuvalarından çıkarıp, perdelerini yırtıp, beşeri de baştan çıkarmıştır. Halbuki aile hayatı, kadın-erkek mabeyninde mütekabil hürmet ve muhabbetle devam eder. Halbuki açık-saçıklık, samimi hürmet ve muhabbeti izale edip ailevi hayatı zehirlemiştir. Hususan suretperestlik, ahlakı fena halde sarstığı ve sukut-u ruha sebebiyet verdiği şununla anlaşılır: Nasılki merhume ve rahmete muhtaç bir güzel kadın cenazesine nazar-ı şehvet ve hevesle bakmak, ne kadar ahlakı tahrib eder. Öyle de: Ölmüş kadınların suretlerine veyahut sağ kadınların küçük cenazeleri hükmünde olan suretlerine hevesperverane bakmak, derinden derine hissiyat-ı ulviye-i insaniyeyi sarsar, tahrib eder.” (Yirmibeşinci Söz – Sözler, sh: 410)

 

“Kadınlar Yuvalarından Çıkıp Beşeri Yoldan Çıkarmış, Yuvalarına Dönmeli (1)

Mimsiz medeniyet, taife-i nisayı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metaı yapmış. Şer'-i İslam onları

Rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayat-ı ailede. Temizlik zinetleri.

Haşmetleri, hüsn-ü hulk; lütf-u cemali, ismet; hüsn-ü kemali, şefkat; eğlencesi, evladı. Bunca esbab-ı ifsad, demir-sebat kararı

Lazımdır ta dayansın. Bir meclis-i ihvanda güzel karı girdikçe riya ile rekabet, hased ile hodgamlık debretir damarları!

Yatmış olan hevesat, birdenbire uyanır. Taife-i nisada serbesti inkişafı, sebeb olmuş beşerde ahlak-ı seyyienin birdenbire inkişafı.” (Lemaat – Sözler, sh: 727)

 

“Bir meclis-i ihvana güzel bir karı girdikçe; riya, rekabet, hased damarı intibah eder. Demek inkişaf-ı nisvandan, medeni beşerde ahlak-ı seyyie inkişaf eder.” (Hakikat çekirdekleri 100 – Mektubat, sh: 478)

Bediüzzaman Said Nursi

 

(Abdullah Faruk – 28.05.2013)