İHLAS

 

Kelimenin kökü hulustur.Yapılan bir iyiliği yani şer’i bir ameli, sadece Allah emrettiği için yapmak ve herhangi bir menfaati gaye etmemek. Her türlü maddî ve manevî menfaatleri gaye edinmemek.

İhlâsın Tarifi:

 

“İhlâsı kazandıran, harekâtındaki sebebi sırf bir emr-i İlâhî ve ne­ti­cesi rıza-yı İlâhî olduğunu düşünmeli ve vazife-i İlâhiyeye karışma­malı.” L:133

 

“İbadetin ruhu, ihlâstır. İhlâs ise, yapılan iba­detin yal­nız emre­dil­diği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir fayda ibadete illet gös­te­rilse, o ibadet bâ­tıldır. Faydalar, hikmetler yalnız müreccih olabi­lirler, illet ola­mazlar.” İ:85

 

İhlâs hakkındaki mezkûr tarife göre yapılan bir ha­re­ketin makbul olması için önce dinde emir veya tav­siye edil­miş ol­ması şarttır. Yapılan bir işin em­redi­lip emredilmediği de ancak kitabtan öğ­renilir.

 

 “Gafletle, kendi hesabına bir iş yaptığın za­man, had­dini teca­vüz etme. Eğer Mâlikin hesabına olursa, istediğin şeyi al ve yap –fakat izin ve meşiet ve emri da­iresinde olmak şartıyla. İzin ve meşîetini de şe­riatın­dan öğrenir­sin.” Ms:82

 

“Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçi, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarik-i hakikat, en makbul bir dua-yı manevi, en kerametli bir vesile-i makasıd, en yüksek bir haslet, en safi bir ubudiyet ihlastır.” L:159

 

“Cenab-ı Hakk’ın rızası ihlas ile kazınılır. Kesret-i etba’ ile ve fazla mu­vaffaki­yet ile değildir. Çünkü onlar vazife-i İlahiyeye ait olduğu için istenil­mez, belki bazan verilir. Evet bazan bir tek kelime sebeb-i necat ve medar-ı rıza olur. Kemmiyetin ehemmiyeti o kadar medar-ı nazar olmamalı. Çünki bazan bir tek adamın irşadı, bin adamın, irşadı kadar rıza-i İlahîye medar olur. Hem ihlas ve hakperestlik ise, müslümanların nereden ve kimden olursa olsun, istifadelerine tarafdar olmaktır. Yoksa benden ders alıp sevap kazandırsınlar düşüncesi, nefsin ve enaniyetin bir hi­lesidir.” L:152

 

“Cây-ı ibret bir hâdise: Bir vakit İmam-ı Ali Radıyallahu Anh, bir kâfiri yere atmış. Kılıncını çekip keseceği zaman, o kâfir ona tükürmüş. O kâfiri bırakmış, kesmemiş. O kâfir, O’na demiş ki: “Neden beni kesmedin?” Dedi: “Seni Allah için kesecektim. Fakat bana tükürdün, hiddete geldim. Nefsimin hissesi karıştığı için ihlasım zedelendi. Onun için seni kesmedim.” O kâfir O’na dedi: “Beni çabuk kes­men için seni hiddete getirmekti. Madem dininiz bu derece safi ve halistir; o din haktır.” dedi.” M:268

 

“İbadet ve dinî hizmetlerde “rıza-yı İlahî kâfidir. Eğer o yar ise, herşey yardır. Eğer o yar değilse, bütün dünya alkışlasa beş para değmez. İn­sanların takdiri, istihsanı, eğer böyle işte, böyle amel-i uhrevîde illet ise, o ameli ibtal eder. Eğer müreccih ise, o ameldeki ihlası kırar; eğer müşevvik ise, safvetini izale eder; eğer sırf alâmet-i makbuliyet olarak, istemiyerek Cenab-ı Hak ihsan etse, o amelin ve ilmin insanlarda hüsn-ü tesiri namına kabul etmek güzeldir ki, (26:84) وَ اجْعَلْ لِى لِسَانَ صِدْقٍ فِى اْلآخِرِينَbuna işa­rettir.” B:78

 

“Evet insanın fiilleri, kalbin, hissin temayülatından çı­kar.” H:77

 

“Kişinin işidir ayinesi, lafa bakılmaz” sözü meşhurdur. Bu ölçüye göre, insanlar kendilerini fiilleriyle ölçüp kontrol etmelidir.

Meselâ: Dinî hizmetlerde”menfaat-ı maddiye cihetinden gelene rekabet, yavaş yavaş ihlası kırar. Hem netice-i hizmeti de zedeler. Hem o maddi men­faati de kaçı­rır. Evet hakikat ve âhiret için çalışanlara karşı bu millet, bir hürmet ve bir muave­net fikrini daima beslemiş. Ve bilfiil onların hakikat-ı ihlaslarına ve sâdıkane olan hizmetlerine bir cihette iştirak etmek niyetiyle, onların hacat-ı maddiyelerinin teda­rikiyle meşgul olup, vakitlerini zayi et­memek için, sadaka ve hediye gibi maddi menfaatlerle yardım edip hizmet etmişler. Fakat bu muavenet ve menfâat istenil­mez, belki verilir. Hem kal­ben arzu edip muntazır kalmakla lisan-ı hal ile dahi iste­nilmez; belki umma­dığı bir halde verilir. Yoksa ihlası zedelenir.

Hem (2:41) وَلاَ تَشْتَرُوا بِآيَاتِى ثَمَنًا قَلِيلاًâyetinin nehyine yanaşır ameli kısmen yanar. İşte bu maddi men­faati arzu edip muntazır kalmak, sonra nefs-i emmare hodgâmlık cihe­tiyle, o menfaatı başkasına kaptırmamak için, hakiki bir kardeşine ve o hususi hiz­mette arkadaşına karşı bir rekabet damarı uyandırır. İhlası zedelenir, hiz­mette kudsiyeti kaybeder. Ehl-i hakikat naza­rında sakil bir vaziyet alır. Ve maddi menfaati de kaybeder.” L:164

 

Demek rekabet ve menfaat-ı maddiye istemek, ihlası kırar.

 

“İkinci misal: “Şimdi hükmeden öyle kuvvetli cereyanlar içinde si­yasete gi­renlerden hiçbir kimse, istiklaliyetini ve ihlasını muhafaza edemez. Herhalde bir ce­reyan onun hareketini kendi hesabına alacak, dünyevî mak­sadına âlet edecek. O hizmetin kudsiyetini bozacak.” Ş:362

 

Demek, bu bozuk asrın bozuk siyasetine girenler, ihlasını tam muhafaza ede­mezler.

 Hazret-i Üstad ihlas dairesinde ders ve ibret için nazara verdiği bazı talebeleri için diyor ki:

 

“Hâfız Ali Efendi, kendine rakib  olacak diğer bir karde­şimiz hak­kın­da gösterdiği hiss-i uhuvveti, çok kıy­mettar gördüğüm için size be­yan ediyorum: O zat yanıma geldi ötekinin hattı, kendisinin hat­tın­dan iyi ol­duğunu söyledim. “O daha çok hizmet eder” dedim. Baktım ki, Hâfız Ali kemal-i samimiyet ve ihlâsla, onun tefevvukuyla if­tihar  etti, telez­züz ey­ledi. Hem Üstadının nazar-ı muhabbetini celb et­tiği için memnun oldu. Onun kalbine dikkat ettim, gös­teriş de­ğil, samimî olduğunu hissettim. Cenab-ı Allah’a şükrettim ki, kardeş­lerim içinde bu âli hissi taşıyanlar var. İnşaallah bu his bü­yük hizmet görecek.” B:125

 

Evet, bu hizmet dairesinde en çok zarar veren, sen değil ben önde bulunayım hissidir ki buna rekabet denir. İşte burada Hafız Ali ağabey eneye dayanan bu rekabet hissini ihlas kuvveti ile tesirini kırıp rıza-i ilahiyeye nail olmak yolunu tercih etmiştir. İşte hakiki bahtiyarlık ve hakiki nurculuk budur.

Yine talebeler arasında ihlas için ölçü olacak meziyeti şudur:  

Süleyman namındaki bir talebeme

 

“Ara sıra birer bardak çay ısrar ediyordum, il­hâhıma karşı istin­kâf edi­yordu. “Niçin böyle yapıyor­sun?” derdim. “Hizmetimize maddî fâide girme­yip, fîsebîlil­lâh, ihlâslı olmak istiyoruz” derdi.” B:200

 

“Madem mesleğimiz âzamî ihlâstır; değil benlik, enaniyet, dünya salta­natı da verilse, bâki bir mesele-i imaniyeyi o saltanata tercih et­mek âzamî ihlâsın ikti­zasıdır.” Em:246

 

Hz. Üstad

“Van'da inzivada iken Garba nefyedilip Isparta'nın Barla Nahiyesinde ikamete memur edildiği zamandan başlar ki; "Risale-i Nurun zuhuru ve intişarıdır." Âzamî ihlâs, âzamî fedakârlık, âzamî sadakat, metanet ve dikkat ve iktisad içinde Risale-i Nurla giriştiği hizmet-i imaniyye ve manevî cihad-ı diniyyedir.” T:27

 “Sual: Herşeyden evvel bize lazım nedir?

Sıdk, ihlâs, sadakat, sebat, tesanüd.(*)Mü:64

 

 Keza, “Hizmet-i Kur’âniyede bulunana, ya dünya ona küs­meli veya o dün­yaya küsmeli –tâ, ihlâs ile, ciddiyet ile hizmet-i Kur’âniyede bulun­sun.” L:42

 

Hüsnü kabul ve hüsn-ü tesir ve te­veccüh-ü nâsı kazanmak noktalarının Cenâb-ı Hakkın vazifesi ve ihsanı ol­duğunu ve kendi vazi­fesi olan teb­liğde dahil olmadığını ve lâzım da olmadığını ve onunla mükellef olma­dığını bilmekle ihlâsa mu­vaf­fak olur. Yoksa ihlâsı kaçı­rır.” L:149

 

Demek mezkûr ifadede anlatılan şartların nazara alınmaması ihlası kazanmaya manidir.

 

 “Hakaik-i Kur’âniye nurdur, ziyadır. Tasannu, temellük, tezellül zulmet­leriyle birleşemiyor. Onun için, bu nurların hakikat­lerinin meâli benden uzaklaşı­yor tar­zında bulunarak bana yabanî görünüyor, yabanî kalı­yordu. Cenâb-ı Haktan niyaz ediyorum ki, bundan sonra Cenâb-ı Hak bana o hizmete lâyık ihlâs ihsan et­sin, ehl-i dünyaya tasannu ve riyâ­dan kurtarsın.” L:44

 

“Hırs, ihlâsı kırar, amel-i uhreviyeyi zedeler. Çünkü, bir ehl-i tak­vânın hırsı varsa, teveccüh-ü nâsı is­ter. Teveccüh-ü nâsı mürâât eden, ihlâs-ı tâmmı bulamaz.” L:146

 

“Teveccüh-ü nâs istenilmez, belki veri­lir. Verilse de onunla hoşlanılmaz. Hoşlansa ihlâsı kaybe­der, riyâya girer. Şan ve şeref arzu­suyla teveccüh‑ü nâs ise, ücret ve mükâfat değil, belki ihlâs­sız­lık yüzün­den ge­len bir itab ve bir mücazattır.” L:149

 

“Hizmet-i diniyenin mukabilinde dün­yada bir­şey istenilme­meli ki, ihlâs kaçmasın. Çendan hakları var ki, ümmet onların maişetle­rini te­min et­sin. Hem zekâta da müstehak­tırlar. Fakat bu iste­nilmez, belki verilir. Verildiği vakit de “Hizmetimin üc­retidir” denilmez.” L:150

 

“Gafletli ehl-i dünya ise, yalnız hayat-ı dünyeviyeyi düşündükle­rin-den, bütün hissiyatıyla ve ruh u kalbiyle şiddetli bir surette hayat-ı dünyeviyeye ait mes'elelere sarılır. Ve o mes'elede ona yardım edene kuvvetli yapı­şır. Ve hakikat nokta-i nazarında beş paraya değmeyen ve ehl-i hak ona on para kıymet vermeyen mes'elelere, divane olmuş elmasçı bir yahudinin beş paralık cam parçasına beş lira fiat verdiği gibi, beşyüz lira kıymetindeki vaktini o mes'eleye hasreder. Elbette bu kadar fiyat ve­rip ve şiddetli hissiyat ile sarılmak, bâtıl yolunda dahi olsa samimî bir ihlas olduğundan, o mes'elede muvaffak olur ve ehl-i hakka galebe eder. Bu galebe neticesinde ehl-i hak zillete ve mah­kû­miyete ve tasannua ve riyâya düşüp ihlâsı kay­beder. O nâmerd, him­metsiz, hamiyetsiz bir kı­sım ehl-i dünyaya dalka­vukluk etmeye mecbur olur.” L:155

 

 “Bazı hissiyat-ı süfliye ve menâfi-i cüz­’iyenin ha­tırıiçin ihlâsı kırmakla, hem bu hiz­metteki umum kardeşle­rimizin hukukuna tecavüz, hem hiz­met-i Kur’âniyenin hizmetine taarruz, hem hakaik-i imaniyenin kudsiyetine hür­metsizlik etmiş oluruz.” L:160

 

 “Hem şimdi hükmeden öyle kuvvetli ce­reyan­lar içinde siya­sete girenlerden hiçbir kimse, istiklâliye­tini ve ihlâsını muhafaza ede­mez. Her­halde bir cereyan onun hareke­tini kendi hesabına alacak, dün­yevî mak­sa­dına âlet edecek, o hiz­metin kudsiyetini bozacak.” Ş:362

 

“İbadetlerde rekabet edilmemelidir. Olduğu takdirde ihlâsı kay­bo­lur. Ve o rekabeti yapan, halkın takdir ve tahsinleri gibi dünyevî bir mükâfatı dü­şünür. Zavallı düşünmüyor ki, o düşünceyle ame­lini adem-i ihlâsla ibtal eder.Ms:227

 

 “Hakaik-i diniyenin fevâid-i dünyeviyesi, yal­nız müreccih (tercih edici) ve teşvik edici derecesinde olabilir. Eğer illet derece­sine çıksa ve o amel-i hay­rın yapmasına sebep o faide olsa, o ameli ibtal eder lâ­akal ihlâsı kırılır, sevabı kaçar.” K:110

 

Bir sual: “Neden, ne dahilde, ne hariçte bulunan cere­yan­lara ve bilhassa siya­setli cemaatlere hiçbir alâka  peydâ etmiyor­sun? Ve Risale-i Nur ve şakird­lerini mümkün ol­duğu kadar o ce­reyanlara temastan men edi­yorsun? Halbuki, eğer temas etsen ve alâ­kadar olsan, birden bin­ler adam Ri­sale-i Nur da­iresine girip, parlak hakikatle­rini neşrede­cek­lerdi hem bu kadar sebepsiz sıkıntılara hedef olma­yacaktın.

Elcevap: Bu alâkasızlık ve içtinabın en ehem­mi­yetli sebebi: Mes­leği­mizin esası olan ihlâs bizi men edi­yor. Çünkü, bu gaflet zamanında, hususan ta­rafgirâne mefkûreler sahibi, herşeyi kendi mesleğine âlet ederek, hattâ dinini ve uhrevî harekâtını da o dün­yevî mesleğe bir nevi âlet hükmü­ne getiriyor.” E:38

 

Münafıklar, hizmete fayda veren keyfiyetli talebelere hücum ederler diye Hz. Üstadın ehemmiyetli bir ikazı şöyledir:

 

“Evet şeytan-ı ins ve cinnî her cihette hücum ederler. Arkadaşlarımızdan metin kalbli, sadakatı kuvvetli, niyeti ihlaslı, himmeti âlî gördükleri vakit başka noktalardan hücum ederler. Şöyle ki:

İşimize sekte ve hizmetimize fütur vermek için, onların tenbelliklerinden ve tenperverliklerinden ve vazifedarlıklarından istifade ederler. Onlar, öyle desiselerle onları hizmet-i Kur’aniyeden alıkoyuyorlar ki; haberleri olmadan bir kısmına fazla iş buluyorlar, tâ ki hizmet-i Kur’aniyeye vakit bulmasın. Bir kısmına da, dünyanın cazibedar şeylerini gösteriyorlar ki; hevesi uyanıp, hizmete karşı bir gaflet gelsin ve hâkeza...

Bu hücum yolları uzun çeker. Bu uzunlukta kısa keserek, dikkatli fehminize havale ederiz.

Ey kardeşlerim! Dikkat ediniz: Vazifeniz kudsiyedir, hizmetiniz ulvîdir. Herbir saatiniz, bir gün ibadet hükmüne geçebilecek bir kıymettedir. Biliniz ki, elinizden kaçmasın!...” M:426  

 

 

 

NETİCE: Risale-i Nur’un kıymetini bilmek, ona sadakat göstermek. Yani, kitaptaki hükümlere riayet etmek ve maddî ve manevî hiçbir şeye alet etmemek ve onu tecavüzlerden ve düsturlarını sinsice saptırmak isteyenlere karşı Risale-i Nur’un bekçiliğini yapmaktır. Bu hakikatların kıymeti bilinmezse, yani vicdanen ve fikren sahip çıkılıp düşmanlarından koruma hissine ve gayretine sahib olunmazsa, kader bu hakikatları kişinin elinden alır. Hatta bazan kişinin elinden alındığı halde haberi bile olmayıp kendini beğenir.


(*) Madem muhatablar içine Nurcular girdiler. Sıdk kelimesine ihlâs, sadakat, sebat, tesanüd gibi kelimeler ilave olur. (Müellif)