Sadeleştirme Asri Bir Tahriftir

Abdulkadir Badıllı Nisan 1990

 

TAHRİF TERANESİ VE MENş

 

Risale i Nurların te’lif, tertip, tanzim ve tasnifine ait mevzuu Üstâd’ın Barla hayatı kısmında, yaptığımız araştırma ve sunduğumuz belgeler gibi, binler delil ve bürhanlarla Risale i Nur’un harika bir eser olduğu ve Kur’ânın malı olarak onun mertebe i arşiyesinden inen ilhamlar olup, Kur’âna ayine olduğu şeksiz ve muhakkak ispat edilmiştir. Dünyanın ilim ve irfan sahasından bir güneş gibi doğan Nur Risalelerinin dünya çapındaki azametli intişarı ve harikulade fütûhat ve tesiratı karşısında, ilim ve akıl meydanında zillet ve mağlubiyete düçan olan denî ve rezil ehl i dalalet, Nurun bu harika te’sir ve intişarını engellemek, durdurmak veya hiç olmazsa bulandırmak için her bir denî çareye, her bir alçaklığa ve her bir rezil iftiraya tevessül edegeldikleri hadiseler ve delillerle ortaya çıkmış ve ispat edilmiştir.

 

Nurun ilk zuhûr günlerinden ta günümüze kadar hep hükûmetleri iğfal etmek suretiyle, onun kuvvetini engellemek için, kanunların lastikli ve eğilimli ve esnek taraflarını istimal ile, Nur müellifini ve fedakâr sadık kahraman talebelerini defalarca hapislere, zindanlara tıktılar. Fakat o cihetteki planlarından hiç bir şey elde edemedikleri gibi, Nurların parlamasına ve daha çok duyulmasına ve intişarına sebebiyet verdiler. Sadece Hazret i Bediüzzaman’ın sağlığında cereyan eden üç büyük mahkeme hadisesiyle, her defasında da idam planları doğrultusunda, her türlü ifsadlar uygulanmak suretiyle, memleketi velvelelerle şaşırtarak, masum Nur müellifini ve mazlum Nur talebelerini aylarca, senelerce karanlık zindanlarda bıraktırdılar. Fakat Nur, üflenmekle sönmediği, bil’akis parlamasına vesile olduğu için, tüm planları suya düştü ve boşa gitti. Böylece 1949’lara kadar Nur müellifi için çeşitli imha planlarını denediler. Su i kasdler, zehirler, şeni’ iftiralar vesaire vesaireler.. Bunlar tek tek bu kitapta vesikalarıyla ispat edilmiştir.

 

1950’den sonra ise; tarikatçılık, siyasetçilik ve irtica’ gibi iftiralara başladılar, herzeler kustular. Tekrar betekrar hükûmetlerin evhamını tahrik etmeye ve kanunların lastikli tarafını işlettirmeye ve iliştirmeye çalıştılar. Demokrasiyi hazmedemiyen kimseler, eski diktatörlüklerini elden kaçırdıkları için durmadılar, durmadılar... Demokratların siyasî zaafiyetlerinden istifade edebildiler. Yine baskınlar, yine taharriler ve yine hapisler ve Hazret i Üstâd’ın şahsına da yine zehirler, yine ihanetler peşpeşe devam etti.

Bütün bunlar yapıldı ve yapılıyordu ve halen de yapılmaktadır. Amma, Nur müellifi Hazret i Bediüzzaman o zamanlar hayatta olduğu için, meşhur bazı din alimleri adına iftiralı neşriyatlar, broşürler, sahte reddiyeler ve nihayet Risale i Nur aleyhinde o çok rezil “tahrif” bühtanları yapılamıyordu ve yapamıyorlardı.

 

Çünki Hazret i Bediüzzaman hayattaydı, cevab verecekti. Âleme rezil olacaklarını biliyorlardı. Lâkin vakta ki Nur müellifi Bediüzzaman dünyadan göçtü, meydanı artık boş ve iftira mekanizmasına müsaid zanneden habis ve rezil din düşmanları, planlamakta oldukları diğer noktalardan da harekete geçtiler. Bu defa Risale i Nur eserlerinin tahrifleri mevzuunda gizli gizli iftiralar hazırlamaya koyuldular... Amma Kur’ânı inzal eden Rabbimiz kıyamete kadar onu koruyacağını da taahhüd ü Rabbanisi altında bulunduracağını ferman buyurmuştur. Elbette Kur’ân’ın en hakikatlı manevi bir tefsiri ve onun ayrılmaz, infikâk etmez bir çeşit cüz’ü ve hakikatlarının ayinesi olan Risale i Nurları da elbetteki muhafaza edecekti ve etmiştir. Dalalet. ehli olan münafık alçaklar 1964’lerde giriştikleri iftira ve bühtan kampanyalarını nasılki tersine dönderdi, müfterileri dünyada da hemen ve der akab rezil etti ve onları sahtekârlıkla, iftirakârlıkla âleme teşhir etti. 1962’den 1964’lere kadar gizli bir plan dahilinde hazırlayıp neşrettikleri o sahte broşürlerinde, gerek merhum eski şeyh ül İslamımız Mustafa Sabri adına, gerekse Irak reis i uleması merhum Emced Zühavi adına düzenledikleri kapkara iftiraları, bir kara çamur lekesi gibi yüzlerine çarptırıldı ve hakeza...

 

 

BAŞKA OYUN

Evet 1962 1964’lerde gizli planlar neticesinde düzenlenmiş o kapkara ve câhilane iftira ve tezvirleri tutamayınca, bu defa başka yollarla sinsi diğer bazı planlar düşündüler ve gizli faaliyet işine girdiler. şöyle ki: O tarihten itibaren 1964’lerden sonra, iki tane şeytanî metod uygulamaya başladılar. Onun eseri maalesef halen de devam etmektedir.

 

Birinci Metod: Hazret i Üstâd’ın nasıl ki sağlığında da  Bilhassa hapishanelerde  bazı meşreb ve görüş ayrılıklarını körüklemişlerse, 1964’lerden sonra yine aynı metod üzerinde kesif bir faaliyet içine girerek, Nur talebelerinin arasına ihtilaflar sokmak için bir çok yol ve vesileler bulabildiler. Bu yollardan birisi: Nur hizmetinin ve Nur neşriyatının çeşitli şekil ve yollarla olabilen ve hepisi de hak ve doğru olan görüş ayrılıklarını tahrik etmek, münakaşalar çıkartmak ve birbirlerini tenkid ettirmek...

 

Diğeri de: Siyasi mes’elelerde, çeşitli partiler kanalıyla tarafgirlik hislerini tahrik etmekle ihtilaf çıkartmak.. hatta bu vesileyle birbirleri hakkında çok kötü zanlara vardırmak.. Hatta hatta ırkî mes’elelere de bunu sıçratmak için çalıştıkları tahakkuk etmiş.

Bu metodlarda, zahir nazarda bir derece muvaffak gibi oldularsa da, hakikatta muvaffak değil, bil’akis yine Risale i Nur’un hizmeti lehinde Nurun hizmeti çeşitli sahalarda bir nevi memduh olan müsabaka keyfiyetini alarak, parlamasına, genişlemesine ve umumileşmesine vesile oldular. Her ne kadar Nur talebelerinin en küçük bir ihtilafları bir cihette Risale i Nur’un hizmetine zarardır ve şahıslarına da büyük vebaldir. Lâkin arzettiğimiz gibi, bu nisbeten küçük zararlar, hizmetin faaliyet sahasını genişlendirdiği için zararından çok, faydalar getirmiştir.

 

İkinci ve En Sinsi Metod: Hazret i Üstâd’ın vefatından yaklaşık on on beş yıl sonra ortaya bir “TAHRİF” teranesini attırmak suretiyle, işaasına çalışmışlardır. Bu planda çok ustaca davranmak istediler. Bizzat kendileri perde üstünde hiç görünmediler. izleri de görülmedi. Amma Risale i Nurlarla alakadar bazı insanları  gayr i şuuri olarak  bu işte çalıştırmaya muvaffak gibi oldular. Nur Risalelerinin bazı nüsha farklarını göstererek “İşte Hazret i Üstâd’ın vefatından sonra bunlar tahrif edilmiştir.” şeklinde sinsî ,ama çok acemîce ve asılsız, gayr i ilmî ve belahetli bir iftirayı körüklemeye koyuldular.

                      Daha sonraları bu meseleyi siyasî tarafgirlikler alanına götürdüler. Siyasi ihtiras ve intikam hırsları da orada buna inzimam etti. Bazı siyasi ve tarafgir gazetelerle, çok vicdansızcasına bu asılsız meseleyi işaaya çalıştılar. Kendi siyasi tarafdarı olmayan bazı kimselerin zahiren ellerindeki Nur neşriyatını; kendi intikam ve ihtiras hislerine vasıta ederek bu şahısları kötülemek içinde ve Risale i Nur’a da dil uzattılar, durmadan kurcaladılar.

Geçmiş, olmuş.. Ve bitmiş olan şeyler, olmuş ve bitmiştir. Nur talebelerinden işin içinde ve Nur neşriyatının ortasında ve Üstâd’la beraber yaşamış ve Üstâd’ın tarz ı tasarruflarını görmüş ve hatta Üstâd’dan bazı izinler hak etmiş bazı kâmil zatlar, bu dedikodulara ve bu iftiralara  hakikatı hakkalyakin bildikleri için  fazla ehemmiyet vermediler, üzerinde de durmadılar. Hususî ve kısa ve umumî bazı cevablar vermekle yetindiler.

 

TAHRİF TERANESİNİN BİR HAKİKATI VAR MIDIR?

Evet, acaba hakikatta ve vaki’de şu tahrif teranesinin arkasındaki adamların, akıl ve ilim ve hakikat ve vicdan dünyasında ve maddi gerçek âlemde hakikat olarak bir dayanakları ve tutunacak bir mesnedleri var mıdır? Ve hem neden bir kısım dindar ve ehl i iman zatlar dahi bir basit siyaset hissi veya intikam tarafgirliği ile, bu meselenin körüklenmesinde, işaa edilmesinde alet edildiler. Belki de ön ayak oldular.. Ayrıca neden hizmet ehli Nur talebeleri bazı zatlar da, bu bedbahtların elindeki çok gayr i ilmî ve ciddilikten fersah fersah uzak hezeyanlı iftiralarına kapılıp takıldılar? Acaba o hezeyanların bir hakikat tarafı var mıdır?.. Ve hakeza bu gibi istifhamların halli için bu meselede derin bir araştırma yaparak, hakikatı olduğu gibi ortaya koymanın artık zamanı gelmiş, geçmiştir sanıyorum. Biz de Allah dan tevfik istiyerek; Nurların te’lif, tertip, tasnif ve neşriyatını Barla hayatı faslında genişçe ele aldık.. ve:

 

TAHRİF TERANESİNİN MENŞE’İ

 

İslâm tarihini tedkik edenlerin malumudur ki; bu tahrif iftirası en başta Allah’ın ezelî kelamı ve kıyamete kadar Allah’ın muhafaza ve himayesinde olacağı yine Allah’ın o kelamıyla mübeyyen olan.. Ve umum Müslümanların ve İslâm dininin en birinci ve en kudsî kaynağı, rehberi, mercii olan Kur’ân ı Mu’ciz ül Beyan hakkında da olmuştur, hatta ola gelmektedir de, şöyle ki:

Kur’ânın nüzulü tamam olduktan ve sûrelerinin tamamı vahyin emriyle yerli yerine dizildikten sonra, Kur’ânın tercüman ı zişanı vefat etti. Bir müddet sonra, şimdi Risale i Nurlar hakkında yapılmış ve yapılmakta olan tahrif iftirasi nev’inden; Kur’ânın sûre ve ayetleri hakkında da aşağn yukarı aynı tarz ve aynı metod ve aynı mânâda tahrif işaası yapıldı. Bu mesele İslâm ümmetinin en mukaddes kitabı olan Kur’ân hakkında.. ve birde bakıyoruz ki, bu asırda şimdi de onun i’cazının bir lem’ası olan Risale i Nur hakkında hususi şekilde işaa edilen tahrif iftiraları, elbette belli bir kasıd, muayyen bir çevre, ve mazisi eski olan o çevrenin içinde rol oynayan Yahudî komitesinin habis planlarından geldiğine sarahat kazandığına inanıyoruz.

 

Bu mevzuda meseleyi kökten ve menşeinden alarak girmek isterdim. Hususî olarak onu kendim için yaptım, hazırladım. Yani Kur’ân hakkında vuku’ bulmuş tahrif teranesinin menşeini araştırarak nereden ve kimlerden geldiğini, İslâm tarihi adına yazılan sahih kitapların mehazlerini vererek herkese de açıklamak isterdik.Lâkin mesele nazik ve hassas bir mesele olduğu için, belki avam ı ehl i imânâ zararları olabilir düşüncesiyle, Kur’ân hakkındaki o işaaların menşe’ ve me’hazlerini ilan etmekten sarf ı nazar ettik. Yalnız bir kaç kitabın ismini vererek kısa keseceğiz.

Tarih i İbn i Haldun, Kitab ül fasli vel milel vel ehvai ven nihal, Kitabül milel ve nnihal eserlerine ve bu asırda da Seyyid Muhibbüd din Hatib’in “El Hutut uı âridah, lil üsüsilleti kame aleyha din üş şia” eseriyle;şah Abdülaziz gulam hakimî, Mustafa Talip Göngörge’nin “Humeyni ve İslâm” adlı eserine ve Mevlana Ebül hasan En Nedvi’nin “Sûretat ı mutedadetami” eserine havale ediyor ve kısa kesiyoruz.

 

 

 

RİSALE İ NUR VE TAHRİF TERANESİ MESELESİNE GELİNCE

Bu meseleyi de Kur’ân’ın meselesi gibi kökten alarak, derinlemesine tahkik için Risale i Nurların ilk te’lif şekline, istinsah keyfiyetine ve tekemmül safhalarına.. ve sonra mecmualar halinde intişarına, daha sonra da yeni yazı ile matbaalarda tab’edilip matbuat âleminde intişar keyfiyetine bakmak ve incelemek gerekmektedir. Ancak bütün bu hususlar hem yer yer bu kitapta, hem de ayrıca da bu meseleye cevab olarak hazırladığımız “Risale i Nur’un Neşir Tarihçesi” kitabcığında ispatlı şekilde ele alınıp tahlil edildiğinden, bunlara havale ederek burada tafsilata girişmiyeceğiz.

Bizce kesin hakikatlardandır ki; bu meseleyi bu sıralarda ele alıp asılsız şekilde işaaya çalışanların, menşe itibarıyla şimdiki âlemde muvaffak gibi görünen o menşe’in

Yani, Kuran için tahrif iftirasını irtikab edenlerin kökeninin, tevarüs eden silsilesi içinde cereyan edip gelen zihniyetin âlemde estirdiği siyaset rüzgârına kapılanlardan geldiği kesinlik kazanmıştır. Tezahürler de bunu böyle göstermektedir.

Bu hususta da neşretmeyi düşündüğümüz genişçe araştırma ve tahlillerden sarf ı nazar ederek, sadece tahrif teranecilerinin dillerine doladıkları bir kaç gülünç örneğini arzetmekle iktifa edeceğiz

 

“Tâhrif” mefhumunun lügat kitaplarından fehmedilen bilgiye göre:

“Bir ibarenin tüm harf ve kelimelerini tağyir ve takdim ve te’hir ile ibareyi sakatlandırmaktır.”(195)

Bu mânâya göre, kasden bir ibareyi bozmak niyetiyle, mânâyı maksud ve murad mecrasından çevirip, başka bir mecraya çevirmekten ibarettir. Buda bır başkası tarafından müellifin izin ve rızası olmadığı halde bir tasarrufdur. O ise ki üzerinde olduğumuz mevzu daha başka çeşittir. İleri sürülmüş meselede ne bir  haşa  kasden bir bozma niyeti ve hareketi vardır. Ne de bir ibarenin harf ve kelimelerinde oynamak suretinde murad ve maksud mânâsından çevirme ameliyesi söz konusudur.

(195)         Kamus u Türki, s: 25.

 

 

 

 

 

SADELEŞTİRME

             

                                                                          (SADELEŞTİRME, ASRî BİR TAHRİFTİR)

 

Gerek sadeleştirme mevzuu hakkında, gerekse şerh ve izah hususunda ve gerekse de, Nurun hâs tarzı olan neşriyat meslesinde, eskiden, bir iki kitap ve bir kaç makale neşretmiştik.”Siyaset Neşriyat, şerh ve izah meseleleri “ve “ Risale i Nur’un Neşir tarihçesi” adlı kitaplar 1979 ve 1987 tarihlerinde Timaş ve Envar’ da yayınladı. Ayrıca, aynı mevzu’da birkaç makalemizde, Yeni Asya ve Yeni Nesil gazetelerinde neşredildi. Mesele, Risale i Nur canibinden tamamıyla aydınlanmış ve bitmiş iken, sadeleştirme meraklılarının fikirlerinden vazgeçmedikleri öğrenilmiştir. Bütün ispatlı ve müdellel vesika ve belgelere rağmen, sadeleştirme denilen asrî tahrifi yürütmeye niyetli kimselere karşı yeniden aynı meseleye eğilme ihtiyacını duyduk. Bu defa meseleyi daha vâzıh ve derli toplu ve net şekilde aksettirmenin zaruretine kani’ olduk.Bu yazımız  inşaallah vicdan ve feraset ehli yanında makbul sayılacak ve hakikat noktasında bir tahrif olan sadeleştirmeye imkan vermiyeceklerdir. Aksi halde sadeleştirme denilen tahrif, Risale i Nura layık görülürse, ta kıyamete kadar dedi kodular ve fitnelerin yayılıp çoğalması derkârdır.ınşaallah öyle olmıyacaktır.

 

MEVZUYA GİRİYORUZ

 

Bir taraftan “Risale i Nurda tahrifat var” diye zihinleri bulandırmak için sinsi taaruzlar olurken, öbür tarafta asıl tahrifat olan “Sadeleştirme denilen sinsi planlar düşünülmekte idi. Bilmiyorum dış görünüşü ile bu ayrı ayrı gibi olan iki müşterek hedefli gurubun menşei birmi yoksa?..

Evet, sadeleştirme tabiri veya fiili zahirde sırıtma gibi sun’i bir gülümseme gösterirsede, hakikatta asıl tahrifin ta kendisidir.Hem sadeleştirme işi bir tercümede değildir.(1) Ya da, bir şerh, izah ve tefsiride değildir.Zira, tercümenin, şerhin, izah ve tefsirin kanun ve kaideleri bellidir.Bindörtyüz senedir islam aleminde kökleşmiş olan o belli kaideler,adeta değişmez muhkem asıllar hükmünü almıştır. Ayrıca sadeleştirme işi Türkiyeden başka dünyanın hiç bir yerinde ve hiç bir milletinde ve lisanında yoktur ve görülmemiştir.

şimdi,Risale i Nurlar hakkında sadeleştirme tahrifini düşünenlerin, onun etrafındeki üç büyük kudsî hukukun kalın surlarını tecavüz etmekte olduklarını ispat etmeğe çalışacağız.

 

( 1 ) Çünki tercüme bir lisanda te’lif edilmiş bir eserin, tamamen başka olan diğer bir lisana zaruret ve mecburiyet tahtında çevirilen bir ameliyedir. O  durumda üslup ve elfaz bir nevi feda edilir.    

 

 

 

BİRİNCİ HUKUK SURU:

 

Risale i Nur’un Kur’âna mensubiyeti ve onun mertebe i arşiyesinden nüzûl eden hâs ve berrak bir ilham eseri oluşu.. ve Kur’ânın imanî hakikatlarını en bariz ve en halis ve en mukni’ şekilde aksettiren nurlu bir ayinesi olması cihetidir.. ve bu cihet, Hazret i müellif tarafından aynı tarz ifadelerle çok defalar risalelerde dile getirilmiştir.Bu husus Risale i Nurları okumuş herkesin malumudur. İşte Cenab ı müellif  hazretleri  Risale i  Nurun  mahiyetini  o  gibi  samimi ifadelerle ta’bir ve tavsif etmiş olmasıyla;herhalde bir donuk gösteriş, yada resmî bir alayış için değildir. Belki mutlaka ve herhalde bir derin,ulvî ve sırlı bir hakikat ve mahiyeti ifade ve tarif içindir.

İşte, Hazret i müellif tarafından Nur risalelerinin bir çok yerlerinde,Nurlar hakkında çekinmeden izah eylediği hakikatlı beyan ve senakârane ifadelerinden nümune için bir kaç pasaj arz etmek istiyoruz.  

 

Birincisi: ”Risale i Nur ısmi A’zam cilvsiyle ve ism i Rahim ve Hakîmin tecellisiyle zuhur ettiğinden;ımtiyazlı hassası Allah ü Ekberden iktibasen celal ve kibriya.. Ve BismillahirRahmanirRahimden istifazaten rahmet ve şefkat.. Ve “                den istifadeten hikmet ve intizamın esasları üzerine gidiyor. Onun ruhu ve hayatı onlardır...” (şua’lar, s: 734)

 

İkincisi: “Risale i Nur Esma i Hüsna içinde ısm i Nur, ısm i Hakim ve ısm i Bedii’in mazharıdır. Zahirinde tarz ı beyanında ism i Bedii’in cilvesi görünüyor.” (Osmanlıca Sikke i tasdik, s: 111)

 

Üçüncüsü: “..İşte bu kuvvetli münasebet i maneviyeye binaen derizki:           (                                               ) cümlesinin sarih bir mânâsı Asrı Saadette vahy  suretiyle kitab ı mübinin nüzulu olduğu gibi; mânây i işarisiylede, her asırda o kitab ı mübinin mertebe i arşiyesinden ve mu’cize i maneviyesinden feyiz ve ilham tarikiyle onun gizli hakikatları ve hakikatlarının bürhanları iniyor, nüzul ediyor diyerek şu asırda bir şâkirdini ve bir lem’asını cenah ı himayetine ve daire i harimine bir hususî iltifat ile alıyor.” (şua’lar, s: 711)

 

Dördüncü: ”Risale i Nur doğrudan doğruya Kur’ânın bâhir bir bürhanı ve kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir lem’a i ı’caz ı manevisi ve o bahrin bir reşhası ve o güneşin bir şua’ı ve ma’den i  ilm i hakikattan mülhem ve feyzinden gelen bir tercüme i  maneviyesi  olduğundan;onun kıymetini ve ehemmiyetini beyan etmek, Kur’ânın şerefine ve hesabına ve senasına geçtiğinden, elbette Risale i Nur’un meziyetini beyan etmekliği hak iktiza eder  ve hakikat ister. Kur’ân izin verir...” (şualar, s: 686)                

 

Beşincisi: şu ayet i azime sarihan asr ı saadette nüzûl u Kur’âna baktığı gibi; sair asırlara dahi ma’anay i işarisi ile bakar ve Kur’ânın semasından ilhamî bir surette gelen şifadar nurlara işaret eder.İşte doğrudan doğruya Tabib i kulûb olan Kur’ân ı hakimin feyzinden ve ziyasından iktibas olunan Risale i Nur benim çok tecrübelerimle umum manevî dertlerime şifa olduğu gibi, Risail i Nur şakirtleri dahi tecrübeleri ile beni tasdik ediyorlar...” (şualar, s: 706)    

 

Altıncısı: ”O tevafuk remz ederki :Bu asırda Resail i Nur denilen otuzüç Söz ve Otuz üç adet Mektup ve otuzbir adet lem’alar,bu zamanda kitab ı mübindeki ayetlerin ayetleridir. Yani, hakaikinin alametleridir ve hak ve hakikat olduğunun bürhanlarıdır..Ve o ayetlerdeki hakaik i imaniyenin gayet kuvvetli hüccetleridir.. Ve “Tilke”kelime i kudsiyesinin işaret i hissiyesiyle gözlere dahi görünecek derecede zahir olduğunu ifade eden, böyle işarete layık delillerdir.” (şualar, s: 709)

 

Yedicisi: Hem Risale i Nur zahiren benim eserim olarak haysiyetiyle sena etmiyorum. Belki yalnız Kur’ânın bir tefsiri ve Kur’ân’dan mülhem bir tecüman ı hakikisi ve imanın hüccetleri ve dellalı olmak haysiyetiyle meziyetlerini beyan ediyorum.” (şualar, s: 727)

 

 

 

İşte Risale i Nur’un ulviyeti, küdsiyeti ve bir nevi i’cazdarlığı hakkında ımam ül mücahidîn olan Hazret i Bediüzzaman böyle diyor.Bu beyanlarının daha bir çok örnekleri nurlarda mevcuttur.Bizce bu ifadeler ve beyanlar, ihtiram hakkına haiz, kudsî ve mübareklik vasfını taşıyan şeylere karşı hürmet hissini kaybetmemiş kimselerin birazcık olsun durup düşünmeleri gerekir.   

Evet, Risale i Nurlar bu ulvî mahiyeti taşıdığı içindirki, bugün ki alemde iman ve Kur’ân hakikatlarının ispat, i’lan, tasrih ve tavsifi için adeta bir alem ve değişmez bir bayrak olmuştur.Ve bu alemin uslûb ve kelimatının değiştirilmesiyle, nuranî ve kudsî olan aheng i manevî ve lahutî olan saday ı hakiki zail olacağı gbi, beklenilen ve hayalat ile umulan faideler yerine de, zarar ve ziyanların, hüsran ve nedametlerin toz ve dumanları kalacaktır. Evet bu iş kati’yyetle böyle biline!.

 

Buna göre; Kelam ı Ezelî olan hazret i Kur’ânın başka herhangi bir lisana, lafız veya uslub ile tercüme edilerek ,onun yerine “Bu Kur’ândır”deyip okunması,  okutturulması ..ya da tükenmez bir umman ı hakikat olan Kur’ânın mânâları”İşte bu tercümelerdir “ diyerek neşrettirilmesi ,nasıl en azim bir cinayet ise; elbette Nurların da Kur’ânın harim i keriminde hususî bir surette yer alması hasebiyle; onunda uslub ve ifade tarzı şu sadeleştirme denilen asrî tahrif , tehcir ve yozlaştırma ameliyesine tabi’ tutulamaz. Nurları bu sinsi tahrif girdabına sokanlar, ya da sokmak isteyenler kesinlikle samimî olamazlar. Başka bir niyet peşinde olmaları kat’iyyetle düşünülebilir.

 

 

 

şimdi mezkûr ma’naları te’kid ve te’yid sadedinde, hazret i Bediüzzaman’ın; Kur’ân ı Mu’ciz ül Beyanın tercümesi meselesinde vaktiyle girişilmiş sinsi bir teşebbüsün önünü kesen ve niyetlerini kursaklarında bırakan ispat ve ilzam edici hüccet ve bürhanlarından bir iki örnek vermek istiyoruz:

 

 

BİRİNCİ ÖRNEK: Yirmidokuzuncu Mektubun beşinci nüktesinin ahirinde: “...acaba o cami’ ve i’cazdarane olan lisan ı nahvî ile mu’cizekarâne bir surette ve her ciheti birden bilir, irade eder bir ilm i muhit içinde zuhûr eden kelimat ı Kur’âniye; sair elsine i terkibiye ve tasrifiye vasıtasıyla, zihni cüz’î, şuuru kısa, fikri müşevveş, kalbi karanlıklı bazı insanların kelimat ı tercümiyesi nasıl o mukaddes kelimat yerini tutabilir...”          (Mektubat, s: 433)

 

 

İKİNCİ ÖRNEK: Yirmibeşinci Sözün Onuncu nükte i belağatından:”şimdi biri çıksa, Kur’ânın getirdiği hakaikten bir kısmına kendi hevesince çocukça bir intizam verse ; Kur’ânın bazı ayatına muaraza için nisbet etse : “Kur’âna yakın  bir kelam söyledim” dese, öyle ahmakane bir sözdür ki...mesela taşları muhtelif cevahirden bir saray ı muhteşemi yapan ve o taşların vaziyetinde umum sarayın nukuş u aliyesine bakan mizanlı nakışlar ile tezyin eden bir ustanın san’atıyle;O nukuş u aliyeden fehmi kasır, o sarayın bütün cevahir ve zinetlerinden bî behre bir adî adam, adî  hanelerin bir ustası,o  saraya girip,o kıymettar taşlardaki ulvî nakışları bozup, çocukça hevesine göre, âdî bir hanenin vaziyetine göre bir intizam, bir suret verse ve çocukların nazarına hoş görünecek bazı boncukları taksa, sonra: “Bakınız, o sarayın ustasından daha ziyade meharet ve servetim var ve kıymettar ziynetlerim var.” dese, divanece bir hezeyan eden bir sahtekârın nisbet i san’atı gibidir..” (Sözler, s: 433)

 

 

Evet, şu iki örnekte gösterilen pek yüksek hakikatlı ve tam ilzam edici beyan ve ifadeler, elbetteki evvela ve bizzat Kur’âna bakarlar ve Kur’ân içindedirler. Amma kıssadan hisse nevinden o Kur’ânın en parlak bir ayinesi olan ve kat’î ilham ı hak olan nurların içindeki kudsî mânâlara giydirilmiş elfaz ve uslub hakkında da elbette ki câridir ve herhalde bir aidiyyeti var...

Evet, Risale i Nurların elfazını değiştirmek istiyenlerin bazıları;hiç saklamadan onun lisanını ve uslubunu beğenmediklerini söyliyen insanlardır. Oysa ki ;Kur’ânın manevi i’cazına mazhar olan nurların elfaz ve kelimatı da bilerek, düşünülerek, amma herşeyden önce ilham ı ilahi ile dikte ettirilerek yerli yerince konulmuş ve terkib edilmiş her tarafı şuurlu, nurlu ve cami’ lafızlardır. Evet, Nur talebeleri olarak bizlerin  Risale i Nurlar hakkındaki düşüncemiz,telakkimiz ve itikadımız böyledir ve bundan ibarettir.

 

 

 

ÜÇÜNCÜ ÖRNEK: ”...Acaba kendine müslüman diyen bir adam, dünyanın bir menfaatı için, bir  günde elli kelime frengî lügatından taallüm ettiği halde;elli senede ve her günde elli defa tekrar ettiği SÜBHANALLAH ELHAMDÜLİLLAH ve LAİLAHEİLLALLAH ve ALLAHÜ EKBER gibi mukaddes kelimeleri öğrenmezse, elli defa hayvandan daha aşağı düşmez mi?.. Böyle hayvanlar için, bu kelimat ı mukaddese tercüme  ve tahrif edilmez ve tehcir edilmezler : Onları tehcir ve tağyir etmek, bütün mezar taşlarını hâkketmektir.. Bu tahkire karşı titriyen mezaristandaki ehl i kuburu aleyhlerine döndürmektir...” (Mektubat, s: 434)

 

Bu son parağraf dahi gerçi doğrudan doğruya Kur’ânın kelimelerine ve hadislerde gelen ıslam şeairi bazı mukaddes lafızlara bakar. Lâkin çok ibretli bir ders de verir ki; Nesli, ecnebiye endeksli olan yeni uyduruk Türkçe namına yapılacak bir tahriften şiddetle zecreder. Lisan ı hal ile der ki: Risale i Nurlar, vefat etmiş milyarlarca ecdadımızın din ile bütünleşmiş lisanlarıdır. Bu Lisanı öğrenmek, dine dönüş demektir. Onu tağyir ve tehcir ise,ecnebiyeye ve günlük piyasa lisanına kudsî elfazı feda etmektir. Her ne ise, anlıyana sivri sinek saz.. anlamıyana davul zurna az!..”

 

 

 

İKİNCİ HUKUK SURU:

Risale i Nur müellifinin ve nurların öz mahiyet ve hüviyetleri itbarıyla sadeleştirme denilen sinsî tahrife adem i imkan gösterdikleri ve adem i rızaları mevzuudur.. Ve bu mesele iki cenahı ile, yani nur müellifi ve nurların öz kendisi bir çok belgeler ve sahih rivayetlerle gelmiş ve ispatlanmış bir kesin hükmün neticesiyle sabittir. O halde bu pek azim hukuk sûrunu aşıp tecavüz etmek istiyenlerin son derece hata ettiklerini, Nur’un kudsiyetine karşı lazım gelen hürmet hakkını müraat etmediklerini bilmeleri  gerekmektedir.

 

İşte biz, bu büyük hakikatı iki ana Tarik içinde ispat etmeye çalışacağız.

Birinci Tarik :Bizzat Nur müellifi Hazret i Üstâd’ın yazılı olan ifade ve beyanlarıdır ki;Risale i Nur eserleri ve hatta eski kitab ve makaleleri binasında kullanmış olduğu elfazın, başka kelime ve lafızlarla değiştirilemiyeceğini, hatta bu mevzu’da kendisinin dahi, (Müellifinin’de) selahiyetli olmadığını sarih bir şekilde gösteren yazılarından bir kaç numune arzetmek istiyorum:

 

A  Eski eserleri ve makaleleri hakkında:

1  “Evet, nazlanan ve istiğna gösteren nazeninlerin mehirleri dikkattir...   Ve menzilleri dahi kalbin suveydasıdır. Bunlara giydirdiğim elbise ise, zamanın modasına muhaliftir... Hem de şahsın uslub u beyanı şahsın timsal i şehsiyetidir. Ben ise, gördüğünüz veya işittiğiniz gibi,  hallı müşkil bir muammayım...” (Asar ı Bediiye, s: 222)

 

2   “Kaplan postuna benziyen elbisem gibi, uslub u beyanımda  zamanın modasına muhaliftir. Zira alaturka terzilik bilmiyorum, ta, bu ma’aniye iyi libas keseyim ve düğme yapayım...“ (Asar ı Bediiye, s:347)

 

3  “... Zira Bedi’ , garip demektir . Benim ahlakım suretim gibi , uslub u beyanım elbisem gibi garibtir, muhaliftir. Görenekle revaçta olan muhekamat ve esalibi, uslub ve muhakemetıma mikyas ve mihenk i  i’tibar yapmamaya bu unvanın lisanı ı haliyle rica ediyorum . Hem de murad , “Bedi” acib demektir...” (Asar ı Bediiye, s: 394)   

 

4  “... Başkasının tashihine de kat’iyen razı olmuyorum. Zira külahıma püskül takmak gibi, başkasının sözü sözlerimle hiç münasebet ve ülfet peyda etmiyor , sözlerimden tevahhuş eder ...” (Asar ı Bediiye, s: 403)

 

5  Arabî Mesnevînin içinde yer alan HABBE riselesinin başındaki“ ıfade i Meram “ da şöyle bir sual ve cevap vardır:  “...Bana deniliyorki: insanlar diyorlarmışki ; Onun (Bediüzzaman’ın eserlerinin çok yerlerini anlamıyoruz. Böyle kalırsa, korkarız ki bu eserler zayi ola ?..”    

Bende derim : Canab ı Hakkın izni ile inşallah zayi olmayacaklardır.. Ve bir zamam gelecek, bir çok dindar mütefekkirler onları anlıyacaklardır. Çünki bu riselelerdeki ekser mes’eleleri nefsimde tecrübe ettiğim, Furkan ı Hakimin bana i’ta  etmiş olduğu ilaçlardır... Hemde ben sunûhat ı kalbiyemde;  izahet için tahrir aczinden ve tağyir havfinden dolayı tasarruf edemiyorum.  Ancak kalbime  doğduğu gibi yazıyorum.“ (Mesnev i Nuriye  Tercümesi   A. Badıllı S: 234 )      

 

6  Hezret i  Üstâd’ın yeğeni merhum Abdurrahmanın, amucası Bediüzzaman  LEMAAT  adlı kitabının ahirinne yazdığı kısacık hal tercümesinin bir bölümünde  şu gelen müşahedesini  nakletmektedir:    

“...Başka kitapları yanında bulundurmazdı. Ona derdik: “Ne için başka kitaplara bakmıyorsun ?“  Derdi:  “Herşeyden zihnimi tecrid ile Kur’ân’dan fehmediyorum”

Nakil yapsa, bazı muhim gördüğü mesaili yine tağayyürsüz olarak kendi âsarından alır. tekrar ederdi . Derdik : “ Ne için aynen böyle tekrar  ediyorsun?“ Derdi: “Hakikat usandırmaz , libası değiştirmek istemem. “ (Asar ı Bediiye s: 678) 

 

İşte Üstâd Bediüzzaman hazretlerinin eski eserlerinden numune için alabildiğimiz şu üstte yazılın parçalar böyle diyor.. Bence mesele açıktır. Tekellüflü  te’viller  araya girmezse, murad ve meram da bellidir...

 

 

B  Yeni eserleri olan Nur risaleleri nur mektuplarından dahi; dünyanın hiç bir yerinde görülmemiş olan şu sadeleştirme denilen nâzikarane âsri tahrifi reddedip kabul etmediklerini ve ona açık kapı bırakmadıklarını belgeleyen pasajlar kaydetmeye çalışaçağız.

 

BİRİNCİSİ: Mektubat Sahife 383 te : “Kur’ânın bir nevi ‘tefsiri olan Sözlerdeki hüner ve zarafet ve meziyet kimsenin değil.. belki muntazam, güzel hakaik ı Kur’âniyenin mübarek kametlerine yakışacak mevzûn, muntazam üslub libasları, kimsenin ihtiyar ve şuuru ile biçilmez ve kesilmez. Belki onların vücududur ki öyle ister... Ve bir dest i gaybîdir ki, o kamete göre keser, biçer giydirir. Biz ise, içinde bir tercüman ve hizmetkarız.”

 

 

İKİNCİSİ: Yine Mektubat sahife 370 de “Kur’ânın hakaik i i’cazını ben güzelleştiremedim. Güzel gösteremedim. Belki Kur’ânını güzel hakikatları benim tabiratlarımı da güzelleştirdi, ulvileştirdi...”

 

 

ÜÇÜNCÜSÜ: Lem’alar s: 205’te: “Kalbe fıtrî bir surette gelen hatıratı san’atla ve dikkatle bozmamak için yeniden tahkikata lüzum görmedik.”

 

 

DÖRDÜNCÜSÜ: Yine lem’alar S:208 de: “Fıtrî bir surette bu lem’a tahattar ettiğinden, altıncı mertebede iki deva yazılmış..Fıtrîliğine ilişmemek için öylece bıraktık. Belki bir sır vardır diye değiştirmedik.”  

 

 

BEŞİNCİSİ: Elyazma Emirdağ 1 (Asıl)sahife 661 de: Saniyen:Nurun metni izaha ihtiyacı olsa da; ya satırın üstünde, ya kenarda haşiyecikler yazılsa daha münasiptir.Çünki metin içine girse teksir edilen nüshalar ayrı ayrı olur, tashih lazım gelir.. Hem su i istimale kapı açılır, muarızlar istifade ederler. Hem herkes senin gibi muhakik, müdakik olamaz.. yanlış mânâ verir, bir kelime ilave eder, ehemmiyetli bir hakikatı kaybetmeye sebeb olur. Ben tashihatımda böyle bir zararlı çok ilaveleri çok gördüm.. Hem benim tarz ı ifadem bu zamanın türkçesine uygun gelmiyor. Bir parça dikkat ve teenni ister. Belki bununda bir faidesi, bir hikmeti var!..”  

 

 

şu beşinci kısım, eğer insaf ve dikkatle temmül edilirse  tahmin ediyorum üzerinde olduğumuz sadeleştirme mevzuuna tam açıklık getiriyor..Yani ona nurların adem i imakânın tashih ediyor.

 

 

ALTINCISI: şualar  S: 486  da:”.. Hem vekilimiz Ahmet Beye haber veriniz ki ; makine ile müdafaayı yazdığı vakit, sihhatline pek çok dikkat etsin!. Çünki ifadelerim başkasına benzemiyor. Bir harfin ve bazen bir noktanın yanlışı ile bir mesele değişir, mânâ bozulur.”

 

 

YEDİNCİSİ: Eski harf teksir Kastamonu sahife 441 de:”Nur fabrikası sahibi hafız Alinin  Haşr i cismanî hakkındaki hatırına gelen mesele ehemmiyetlidir.. Ve Mektubunun ahirindeki temsili gayet güzel ve manidardır.. O hatıra ile dokuzuncu şua’ın mukaddeme i haşriyeden sonraki dokuz bürhan ı haşrîyi istiyor diye anladım. Fakat maetteessüf bir iki senedir  te’lif vazifesi tavakkuf etmiş.. Risale i Nur’un mesaili ilimle, fikirle ve niyetle ve kasdî ihtiyar ile değil.. Ekseriyet i mutlaka ile sünûhat, zuhûrat, ihtaryat ile oluyor.Bu dokuz berahine şimdi ihtiyac ı hakiki kalmamış ki, te’life sevkolunmuyoruz...”

 

 

DOKUZUNCUSU: Emirdağ lahikası sahife 64 de :   “Risale i Nur’un gıda ve taam hükmündeki hakikatlarından hem akıl, hem kalb, hem ruh, hem nefis, hem his hisselerini alabilir.Yoksa yalnız akıl cüz’î bir hisse alır. Ötekiler gıdasız kalabilirler. Risale i Nur sair ilimler ve kitaplar gibi okunmamalı. Çünki ondaki iman ı tahkiki ilimleri, başka ilimlere ve marifetlere benzemez. Akıldan başka çok letaif i insaniyyenin kuvvet ve nurlarıdır.”             

 

 

 

 

 

İKİNCİ TARİK (İkinci hukuk sûrunun devamı) Risale i Nur’un üst seviyedeki talebelerinin, özelikle Üstâd Bediüzzaman’ın hizmetkarlığı şerefine nail olmuş yüksek zevatın mevzuumuz olan “sadeleştirme” aldatmacalığı ile ilgili, Üstâdlarından duydukları ve gördükleri söz ve davranışlarından bazı örnekler vermek istiyoruz:

 

BİRİNCİ ÖRNEK: Az üstte bahsi yapılmış merhum Ahmet Feyzi Kulun isteklerine karşı Hazret i Üstâd’ın yazmış olduğu iki pusulasıdır. Oraya müracaat. 

 

 

 

İKİNCİ ÖRNEK: Risale i Nur’un ehemmiyetli ve en üst seviyede nâşirlerinden olan merhum Husrev Abiye, teksir edilmesi için, 1955 lerde Hazret i Üstâd tarafından, eski eserlerinden olan meşhur Muhakemat gönderilmiş.. Husrev Abi ise, Hazret i Üstâd’ın bazı risale ve mektuplarında varid olmuş olan “tanzim edebilirsiniz, islah edebilirsiniz” gibi zahirde selahiyet verici beyanlarına dayanarak, Muhakemet eserini bazı tasarruflarla sadeleştirerek mumlu kağıda yazmış ve Üstâdına arzetmek üzere göndermiş...

İşte, buradan itibaren, Üstâdımızın hizmetkarlarından Mustafa Sungur Ağabeyi dinliyoruz, derki: Muhakemat mezkûr tarzıyla Üstâdımıza geldiğinde, Üstâdımız bizleri yanına çağırdı ve buyurdularki: şimdi Hüsrevin yaptığı şu tasarrufları ile benim ifadelerimdeki murad ve mânâlar arasında siz hakem olun. İşte ben şurada şunu murad etmişim.. Burada bunu kasd etmişim.                       

Bakınız, Husrev ise, başka birşeyler yazmış...Soruyorum size,hangimizin ki doğru?..Bizler tabiiki, Üstâdımızınkini doğru bulduğumuzu  söyledik.

Üstâdımız bizimle beraber mezkûr mukayeseyi yaptıktan sonra, bizlere demiştiki: “Yapılan şu tasarruf gibi şeyleri Risale i Nurda gördüğünüzde titremeliydiniz!.” Ve sonra, Hüsrev Abiye herhangi bir şey söylemeden, başka bir işi ona yolladı ve gösterdi..Ve Muhakemat teksirinide durdurdu.”

Muhakematın tasarrufa uğramış o kısmının bir fasikülü bizde mevcuttur.Mukayese için bazı yerlerini burada dercetmek isterdim. Lâkin Hüsrev Abi gibi büyük Nur rüknünün azim hizmetlerinin hatır ve hatıraları için sarf ı nazar eyledik.

 

 

ÜÇÜNCÜ ÖRNEK: 1952’lerde meşhur kalemşör, şair ve edip merhum Necip Fazıl Kısakürek, Nur risalelerinden bazılarını bir takım tasarruflarla günlük piyasa lisanına uydurarak “BÜYÜK DOGU” mecmuasında neşretti. Eşref’ Edipte, o sıra aynı tarzda bir şeyler yaptı .Ancak merhum Eşref Edibinki bazı müdafaat ve mektuplardan ibaret şeyler olduğu için , hemde elinden geldiği kadar aslına sadakat gösterdiğinden, bunlara pek bir şey denilmedi. Lâkin Merhum Necib Fazılın ise, derin ve ilmî risalelere aitti. Hazret i Üstâd bu her iki zata şahsen ve bizzat zahirde birşey söylemedi. Hatta bir cihette okşadı bile . Lâkin kendi yanındaki talebelerini bu işi durdurmak, hususiyle Necib Fazılın yaptıklara mani’ olmak için harekete geçirdi. Üstâd’ın yanındaki  talebe ve hizmetkarlarından merhum Zübeyr Ağabeyle  merhum Ceylan Çalışkan Ağabeyinin Necib Fazıla o gibi yanlış ve mânâsız ve Risale i Nur’un mânâlarıyla bir cihette alakası olmayan o tasarruflu neşriyatı durdurmak yolunda gönderdikleri mektuplarının asılları  Üstâdımızın Urfa’ya göndermiş olduğu hususi kitabları arasında mevcuttur. Ve bu kitablar halen bizde mahfuzdurlar.Merhum Necib Fazılın Risale i Nur üstünde yaptığı sadeleştirmeli tasarruflarının bazı bölümlerin, Risale i Nur’un asıl metni ile mukayese etmek üzere;ve sonraları bazı kimselerin de yaptıkları o gibi tasarrufları ile birlikte yazımızın sonunda derc etmek istiyoruz. şimdi burada merhum Zübeyr Ağabeyle Ceylan Çalışkan Ağabeyinin Necib Fazıla Üstâdımızın izni ile ve belki emirleri ile yazdıkları mektuplarından bazı kısımları kaydediyoruz.

 

Evvela Ceylan Ağabeyin mektubundan:

 

“Büyük Doğu Mecmuası Neşriyat Müdürlüğüne!. memleket muvacehesindeki kudsî cihadınızı tebrik eder, hürmetlerimizi arzederiz...

Hasseten şunu tebarüz ettirmek isteriz ki; intişar eden son nüshalarınızdan birisinde, bir sütün açıp dercetmek vazifeperverliğini gösterdiğiniz Bediüzzaman Hazretlerinin müdafaatından ve Risale i Nurdan parçalar neşretmek meselesine gelince: Çok memnun olmakla beraber, memleket çapında satışını tezayüd ettireceğinize şüphe etmediğimiz kıymetli mecmuanız için medar ı şeref bu mukaddes vazifeyi yaparken, onun yarım milyonu mütecaviz hakikî varislerini  tahattur edip, çok muhterem müellifine mahsus uslup u belağat, fesahat ve tarz ı beyanının aynen hıfzıyla, hakikatların fehme takrip hüsn ü niyetine müstenid tahrifini kaldırmanızı çok rica ederiz.

Bu hususta göstereceğiniz titizlik ve muhafazakârlık manevî mevkimize bir o kadar daha ilave edilmesine inşaallah vesile olacaktır. Bilvesile selam ve hürmetler...                                                                                                                                                                                       

Nur talebelerinden                        

Ceylan”

(Bediüzzaman’ın Urfadaki hususi kitapları No: 79 sahife 175)  

 

 

şimdi de merhum Zübeyr Gündüzalp Ağabiyinin otuzüç sahifelik müdellel  ve hüccetli, bürhanlı mektubundan bir iki bölüm arzetmek istiyoruz :               

  

“Kahraman Necip Fazıl bey,

 “... Nur talebelerinden” olan mektubunuzu okuyunca,(1) lisan i halimde olan minnet ve şükranlarımı  yazı ile de mücbir sebebler dolayısıyla izhar edemediğimden doğan üzüntüm fazlalaşmıştı.Fakat şu maruzatımı takdim etmeye fırsat bulduğum zaman teşekkür vazifemi yerine getirmekten hasıl olan bir ferahlık gelmiştir

Evet , büyük ıslam dahîsi Bediüzzaman Said i Nursî hazretleri ve harika eserlerinin ismini zikretmekten çekinildiği bir sırada ,Risale i Nur gibi bir feyiz denizi olan ve millet ve gençliğimizin manevî kurtarıcısı olduğu delillerle sabit olan bir eser külliyatından neşriyat yapmanız teşekküre layıktır. Mecmuanızın şeref ve itibarını yükselten bir hizmettir.

...Risale i Nur’un bir cümlesinde bile  değişiklik  yapılmadan neşerdilmesi lüzumunu size arzeden arkadaşlarımızın bu fikrine harfiyen iştirakle beraber, bizde arzederiz ki; Risale i Nur harika, muazzam, muhteşem, veciz ve cem’iyetli bir eser külliyatı olması hesabiyle, ta’dilat yaparak neşrine razı olmak mümkün değildir...                                      

Risale i Nur’un tenviri ile, Türk gençliğine nümune olan güzide gençlerin gerisinde olduğumu itiraf ederek; Nur talebelerinin mevzu u bahsi itirazlarının hikmet ve sebeblerini arz etmeye çalışacağım. Bu mühim mevzuyu hakkıyla ifadeden acizim.Fakat sizin idrak ve intikalinize güvenerek cesaret ediyorm şöyle ki:  

Risale i Nur’un değişmiş şeklini görenlerin “Bu tarzda da neşredilebiliyor?” zannıyla onların da böyle bir neşre kalkışmaları ve onların arasında neşir perdesi altında eserleri tahrife sinsi bir şekilde çalışmalarına imkan göstermiş olmak tehlikesi vardır. Böyle olmasa bile, sizin gibi iki üç müellif o şekilde neşriat yapsa, bir müddet sonra  Risale i Nur’un emsalsiz, şirin aslını herkesin iştiyakla okuyamıyacağı ortaya çıkacaktır.

 

( 1 )           Büyük Doğuda “NUR TALEBELERİNE” diye, kendisinin yaptığı sadeleştirme tahrifini haklı göstermeye çalışan yazısına işarettir.  A.B. 

 

şu ince noktayı, yalnız siz gibi tasavvuf ehline arzedebiliriz ki;Risale i Nur, Bediüzzaman hazretlerinin irade ve ihtiyarı ile te’lif edilen bir eser değildir. Zaman zaman şedit ihtiyaç sıralarında ihtar ı Rabbanî ve ılham ı illahî ile yazdırılan Kur’ân ı Hakimin yirminci asırdaki bir mu’cize i mânâviyesidir. Bu hüccetli ve âşikar hakikata nazaran; allame i cihan olan bir müellif dahi, Risale i Nur’un bir cümlesinde bile değişiklik yapmaya asla cesaret edemez... 

Risale i Nur talebelerinin çoğu bu muazzam mânâya ilmel yakin, havas kısmıda hakk el yakin ve ayn el yakin bir surette vakıf oldukları için, istinsah edilen nurların tashihinde hazret i Üstâd’ın istimal ettiği kopya kaleminin kırıntılarını bile düşüremiyorlar.

...şimdi sizde takdir edersiniz ki, Risale i  Nur başka eserlere benzemiyor .O tebdil edilmez .şayet lüzum olursa metin baş tarafa yazılacak , altında  da şerh ve izahatı da yapılabilir...

Sizin “ideolocya örgüsü” ve diğer  yazılarınız da başka muharirlere benzemiyor. Sizin size hâs uslubunuz,  okuyucuların üzerinde bir te’sir bırakıyor . Bununla beraber “İdeolocya Örgüsü”nü bazı kimseler: “Muğlak, ağır, anlaşılmıyor”derler. Bu deyişler üzerine birisi  kalksa da , sizin o yazılarınızı  mânâ bozulmasa dahi  cümlelerde değişikliklere ve metin içinde izahata kalkışsa, harika olan uslubunuz hususiyetini büsbütün kaybetmiş olacaktır. Buna kat’iyyen  müsaade edemezsiniz ya... Faraza ses çıkarmasanız, o yazılardaki uslubun ciddiyet ve değeri ile alışkanlık peyda  eden bizler hemen itiraz ederiz.

Bir fikr i beşer yazısındaki değişiklikler, üslubu tamamen bozarsa; ilham ı ilahî olan eserlere beşer fikrinin mahsûlü sözler karşıtığı zaman, o şahaserlerin ne derece rencide olacağını, iz’an ve idrâkinize havale ediyoruz.

Risale i Nura hüsn ü niyet ile konulan kelimeler, bembeyaz ipekli bir elbise üzerine yamanmış koca parçalar gibi nazara çarpıyor. Bunun için sizde takdir edersiniz ki; Risale i Nura kalem karıştırmak, bilhassa ve bilhassa o şekli, aslıymış gibi, neşretmek bütün bütün hatalı ve yanlış oluyor.Tanıyan idrakli gençler tarafından aşk derecesinde sevilen latif, zarif ve müstesna uslubu alt üst ediyor...

Küçük ve mübtedi bir

dava arkadaşınız

ZÜBEYR”

 

(Bediüzzaman’ın Urfada’ki hususi kitapları no:79 sahife 44 77)

İşte Üstâdımızın en yakın talebe ve hususî hizmetkarlarının, zamanın en meşhur edibi Necip Fazıla yazdıkları mektuplarından birer parça böyle...Mümkün olsaydı da o mektupların tamamını.. Ve Necib Fazılın da kendini müdafaa eden yazısını koyabilseydik.. Lakin şimdilik bu kadar yeter.

 

 

DÖRDÜNCÜ ÖRNEK: (Zübeyr Ağabeyinin Üstâdından gördüğü müşahedeli rivayetindendir)

1969’da, şamda El Mesneviyül Arabîyi tab’etmek üzere hazırlıklar yaparken, Zübeyr Ağabeye bir mektupla: “Mesnevînin içinde bulunan bazı türkçe tarifli başlıklar ve metin içindeki türkçe bazı kelime ve cümleler için; “müsaade ediniz bunları arapçaya çevirerek öyle tab’ettirelim” diye yazmıştım. Zübeyr Abi’den gelen mektubun “Rabian” kısmının metni aynen şöyledir:

 

 “Rabian: İkinci mübarek ve müjdeli mektubunuzu aldım. Bugün ki neslin bilmediği, fakat ihtiyacına binaen öğrenmek zaruretinde olduğu kelimeleri Üstâdımızın harikulade uslub ve belağatını ve hakikatları ifade  sadedinde istimal ettiği lügatları aynen muhafaza etmekle hepimizi mükellef bulunmaktayız. Hem merhum ve muazzez Üstâdımızın sağlığında bu hususlarda:

1  Ya sahife sonlarında bir not halinde..veya satır içinde lügatların yanında parantez içerisinde yazılıp yazılmayacığına:

2  Ve yahut bir Risale i Nur mecmuasının sonuna lügatçe ilavesine dair istenilen müsaadelere mübeccel Üstâdımız izin vermemişlerdir. Bir defasında şu mealde buyurmuşlardır: 

“Bunu, Risale i Nuru tahriftir. Bir zaman biri... yaptı, çok zarar verdi. Birazda okuyanlar zahmet çeksinler, lüğatlardan arayıp bulsunlar.”

Eğer “Santral, eczane, şimendifer” gibi lügatlar, Nuriyede arabî risalelerin içinde ise, mezkür vazifemize ve hakikata binaen yine değiştirmiyeceğiz. Okuyan zatlar öğrensinler. Eğer arapçayı okuyacaklar yen nesil ise, yirminci asrın mevki i muallasından  hitap eden  mübelliğ i umumînin, hadi i ekberin kim bilir akılların ermediği ne hikmete binaen yazdığı mevz u bahis kelimeler misüllü lüğatları merak edip öğrenmek şeref i manevisine yükselsinler.

Hamisen: Arabileri başında eğer başlıklar tükçe ise, yine aynen türkçe olarak kalsın. Madem Üstâdımız o büyük eseri tekrar tekrar okumuş ve mecmua haline getirmiş olduğu sıralarda, o başlıkları aynen bırakmış,bizlerde aynen bırakırız.

Elbaki Hüvel baki

Hasta kardeşiniz

ZÜBEYR

Zübeyr Abinin mektubu bizde mahfuzdur. Onun bir fotokopisini yazımıza ekliyebiliriz .

 

 

BEŞİNCİ ÖRNEK: Risale i Nur’un samimî ve halis  nâşirlerinden  Ahmet Aytimur Ağabeyin aynı mevzu’ ile ilğili Üstâdından duymuş olduğu bir rivayeti :

“Ben tahminen 1952 lerde idi, Üstâdımız ıstambulda bulunduğu günlerde, yine bazıları tarafından: “Risale i Nurlar iyi anlaşılmıyor, onu kolaylaştırmak lazım, sade bir lisanla tanzim etmek gerek...” gibi fikirler söyleniyordu. Bunlar haliyle Üstâdımızın da kulağına gelmiş olacaktı ki ;bu mânâda buyurmuşlardı:

 “Yahu ta Ağrı’dan kalkıp İstanbula birkaç kuruş kazanmak için gelirler ve çalışırlar, dünya için bu kadar zahmet ve meşakkat çekerlerde; Ahiret için, iman için bir kaç günlük lügatlara bakıp nurlardaki lügatların mânâlarını öğrenmezler!..”

 

 

ALTINCI  ÖRNEK: Bu mânâyı en çok kuvetlendiren  mühim bir nakil  ve rivayet ise, çok muhterem İnebolulu İbrahim Fakazlıdan gelmektedir .Bu zat halen hayattadır ve  bizzat müşahade ettiği ve Üstâddan duyduğu hadiseyi şöyle anlatmaktadır:

 “Biz, 1949’da Üstâdımızla birlikte Afyon hapsinde idik. Ahmet Feyzi Ağabeyde vardı . Ahmet Feyzi ağabey bir gün Üstâdımıza dedi ki:

Risale i Nur’dan Geçlik Rehberini sade bir lisanla tanzim edip neşretsek daha çok faydalı olacağını düşünüyorum.

“Buna cevaben Üstâdımız buyurmuşlardıki:”Kardeşim ,sen  yapma demiyorum. Yapabilirsin, amma  benim ismimi koymazsın .Çünki o takdirde o eser benim değildir.”

 

SEKİZİNCİSİ: 1949 larda Afyon hapsinde iken;Hazret i Üstâd tarafından”Nurun manevi Avukatı “diye lakablandırılan Edip, alim ve fazıl bir Nur talebesi olan merhum Ahmet Feyzi Kul Efendi, Bediüzzaman hazretlerine uzun bir mektup yazarak; Nurların herkesin anlıyacağı bir dilde tanzim edilerek umum aleme ve bütün ilim şu’belerine yayılmasının lüzumundan bahseder. Merhum Ahmet Feyzi Efendinin kendi eliyle yazdığı mektubu bizde mevcuttur. Bu mektuptan bazı bölümleri Envar neşriyatın yayınlarından “siyaset Neşriyat şerh ve izah “ kitabı 1979 baskılı ve 164.sahifesinden başlıyan bölümde kaydedilmiştir.

İşte bu uzun edibane mektuba karşı hazret i Üstâd’ın cevabı ise şöyle sudur etmiştir:

 “Ceylan!:Bu mahremdir. Bak, sonra yırt !

Ben manevî bir ihtara binaen bir pusula Feyziye yazdım. Sen onu gördünmü? Sen anla ki o ne ile meşguldür.. Bir cevab vermedi. Başka lüzumsuz şeyleri yazmış. “Nurları bir mecmua ile neşredeceğiz” gibi mânâsız bir şeyler yazdı. Sakın şemsî gibi nurları tağyir etmesin.”

 

İşte, Hazret i Üstâd’ın  bu kesin ve te’vil götürmez tavrı herhalde meseleyi daha açık aydınlatıyor. Üstâd’ın bu mektubunun aslı onun kendi el yazısı pusula bizde mevcuttur. Fotokopisini ekliyoruz. 

 

İşte  bunlar ve  bunlar gibi bütün bu belgeler, ifade ve  beyanlar sarihan gösteriyorlarki; Risale i Nurlar sadeleştirme denilen bir nevi kompleks haleti içerisinde yapılacak zımni bir tahrife gelemez, kaldırmaz ve kabil değildir. Bu husustaki geniş ve umumî bir değerlendirmeyi yazımızın netice kısmında ele alacağımızdan, burada bu işaretle iktifa ediyorum.

 

 

 

 

ÜÇÜNCÜ HUKUK SURU:     

Bu bölümde,Üstâdımızın sağlığında,Risale i Nurlar hakkında ihtisas ve telakkilerini dile getirmiş büyük alim, edip ve şair Nur talebelerinin,hem şu anda hayatta bulunan milyonlarca genç ve yaşlı Nur müştaklarının pek samimi ve çok yüksek telakkilerinin hukukunun müraâtı hususunda bir ikazı göstermeye çalışaçağız.

Evet, bugün tam yetmiş sene evvel te’lifine başlanan Risale i Nur’un eserleri, şimdiye kadar en azından on milyondan ziyade insanlar ondan hakikiat dersini alarak ve bir çoğuda ondan dersini tam anlıyarak akidesini düzeltmiş ve imanlarını hakk el yakinle kurtarmışlardır. İşte bütün bu geçmişteki ve hal ı hazırdaki insanlar Risale i Nurlarını anlamış ve anlıyorlar.. Sevmişler, hırz ı can etmişler ve ediyorlardır. Risale i Nura ciddî müştak olan o merhum insanlar ve hayattaki taleber hiç bir vakit nurların sadeleştirilmesine razı göstermemişler ve kabul etmemişlerdir. Üst tarafta nümunelerde  görüldüğü üzere, nurları tağyir ederek sadeleştirmek istiyenleri de nefret ve nefrinle tevbih etmişlerdir. Evet , bütün bunların hukukları azim bir meseledir. Riayet edilmesede, tecavüz edilmemesi gereken fevkalade mühim bir husustur. İşte o telakkilerden bir kaç nümüne  sıralamak istiyoruz :

 

BİRİNCİ NÜMUNE: Kastamonunun medar ı fahri , muhakkik büyük âlim Mehmet Feyzi Efendinin kaleme alarak, 1946 larda  eski harfle teksir edilen Asay ı Musa mecmuasının ahirine Üstâd tarafından konulmuş fevkalade güzel fıkrasından bazı pasajlar:

 “Bedi’ül beyan olan Risale i Nur’un müellifi, Üstâdımız alamme i  Said i Nursî hazretleri, evvela mücahede i nefsiyeyi her şeye takdim ve sıfat mezmumeyi mahv ve  alaik i dünyeviyeden inkıtâ, hakikat ı himmetle Cenab ı Hakka teveccüh  ettiğinden; kalb i münevverinde hicab ı zülümat, inayet i hakla inkişaf ve Rahmet i ilahiyye feyezan ve nur u samedani leme’an edip                                  sırrına mazhariyetle sadr ı şerifi münteşir olup, Rahmet i Sübhaniye ile sırr ı mellkût mir’at ı kalbine münkeşif  ve hakaik i imaniye ve Kur’âniye tele’lü’ ettiğinden; şüphesiz Risale i Nur doğrudan doğruya ilham ı ilahî ve ihsan i Rahmanî ve ikram ı Rabbani, feyz i Samedanî, intak ı Süphanî, hem i’caz ı manevi i Kur’ânî, hem makbûl u şah ı Risalet, hem medûh u şah ı Velayet, hem merğûb u şah ı Geylanî, hem Kur’ân ı mü’ciz ül beyanın sema i manevisinde parlayan hidayet ve tevfik güneşlerinin nurlarının in’ikası, hem sırr ı veraset i kamile i Nebeviye cihetiyle Resul i  Ekrem (A.S.M.) a ihsan olunan cevam ül kelim gibi; Üstâdımıza dahi kalil ül lafız, kesir ül ma’na kelimat ı camia ikram olunması.. hem Üstâdımız,  Esma ül Hüsnadan ısm i Bedi’a mazhariyetinden, te’lifi olan Risale i Nur, kelimat ı bedi’a ve tabirat ı garibe ile müzeyyen olması..hem tercüme olunacak kelimat ı arabiyede Üstâdımız yalnız lüğatça sathî mânâları düşünmeyip, belki gayet geniş ve pek kudsî olan iman ve Kur’ân hakikatlarını nazara alarak harika deliller, zahir bürhanlar,kat’î hüccetler ispat ve beyan ettğinden; o kelimat ifade edip baktıkları küllî hakikatlardan, küdsî mânâlardan birer ulviyet, birer külliyet kesbetmesi.. Hem Üstâdımız eskiden beri fesahat i aliye ve belağat ı fevkalade sahibi olduğundan, Risale i Nur beleğat ve edebiyatça pek yüksek bir mevkide bulunması, gösteriyor ki; o nurlu kelimatı tercüme etmek imkansızdır...”

İşte Nur hizmetinin ve Bediüzzaman’ın hususî kâtibliğinin yüksek şerfine nail olmuş çok muhterem Mehmet Feyzi Ağabeyin yazdığı fıkrasının bir kısmı böyledir. Başka abilerin telakkileri ve kanaatlarına geçiyoruz.                          

 

 

İKİNCİ NÜMUNE: Denizli kahramanı ünvanıyla meşhur, âlim, fazıl, mutasavvuf ve yüksek bir edip olan şehid i merhum Hasan Feyzî Efendi, Risale i Nur’un üslub, ahenk ve nizamı hakkında telakkilerini şöyle dile getirmiştir:

 “Ey Risale i Nur! Senin Kur’ân ı Kerimin nurlarından ve mu’cizelerinden geldiğine, hakkın ilhamı ve hakkın dili olup, onun emri ve onun izni ile yazıldığına ve yazdırıldığına artık şek ve şüphe yok... Fakat senin bir mislin daha yazılmışmıdır? Türkçe olarak te’lif ve terkib ve tanzim olunan müzeyyen ve mükemmel, fasih ve belîğ nüshalarının şimdiye kadar bir eşi bir yoldaşı görülmüşmüdür? Yüzündeki fesahat ve özündeki beleğat ve sendeki halavet başka eserlerde görülmüyor. Ehil ve erbabına malum olduğu üzere, ayat ı beyyinat ı ilahiyyenin türlü kıraat ile hikmet ve hakikat ve marifet ilimleri ve daha bir çok rumûz ve esrar ve işarât ve ulum u  arabiyeyi hamil olduğu gibi; sende dahi bir çok yücelikler sahife ve satırlarında talebelerini hayret ve dehşetlere düşüren bir çok esrar ve ledüniyyat taşıyorsun. İşte bu halin, senin bir mu’cizeyi Kur’âniye olduğunu ispat ediyor. Öyle yazılmış ve öyle dizilmişsinki; insanın baktıkça bakacağı, okudukça okuyacağı geliyor. En âlî bir taleben senden feyiz ve ilim ve irfan aşkını aldığı gibi; en avam bir talebende, yine senden ders duygusunu alıyor. Sen ne büyük bir eser, ne tatlı bir kevsersin!. Bu halin Türkçemize büyük bir kıymet ve tükenmez bir meziyet bahşediyor. Senin ulviyet ve kerametin Türk dilini bütün diller içinde yükseltiyor. Kur’ân’dan maada hiç bir kitaba ve hiç bir kavmin lisanına sığmayan bu kadar yüksek asalet ve fesahati, seninle dilimizde görüyoruz. Fesahat ve belağatin son haddine çıktığı bir devirde Kur’ân ı Kerim’in nâzil olmaya başlamasıyla; Kur’ân nuru karşısında üdeba ve büleğanın kıymetten düşüp sönen âsarı gibi; Seninde o hudutsuz ve nihayetsiz ve emansız fesahat ve belağatın hütebayı hayretlere düşürmüştür. Sen bir şiir destanı değilsin.. Fakat o kadar fasih ve beliğ ve edalı ve sadalı ve nağmeli yazılmış ve bütün harflerin birbirine dayanarak, kelime ve kelamların, siyak ve sibak, intizam ve insicam ile dizilmiş ve bunlar birbirine  o kadar kuvvet ve kudret ve metanet vermiş ki; mensur ve türkî ibareli olduğun halde, yine mislin getirilemez . Senin gibi parlak bir eser bir daha kimseye nasib olamaz. ıslamiyet güneşinin doğuşundan ta on dört asır sonra, senin gibi ulvî ve ilahî ve arşî  bir nurun tekrar ve yeniden, bahusus bu son asırda hem Türk ilinde  ve hem de Türk dilinde doğması acaba kimin hatır ve hayalinden geçerdi.Bu ne büyük nimet bizlere.. Ve bu asır halkı için ne bahtiyarlık Ya Rabbi !.

Türkçemiz seninle iftihar edip dolmakta, kabarıp şişmekte ve her lisan üstüne bağdaş kurup oturmaktadır. Garp dillerinin her birisine tercüme ve nakil olunan Mevlana Camî ve Mevlana Celaleddinin ve Hazret i Misrî ve Bedreddinlerin âsar ı mübarekeleri sana bakıp: “Barekellah zehi saadet sana ey Risale i Nur! Hepimize baş tacı oldun”diye tebrik ve tehniyelerini sunmaya ve ruy i zeminin insanla beraber bütün zihayat mahlukatı dahi seni kabule hazırlanıyorlar. Hatta çekirge ve arı ve serçe kuşu gibi bir kısım hayvanat dahi senin bu sözlerin ve nurun okunurken pervane gibi etrafında dolaşıp, sana olan incizablarını ve nurundan ve sözlerinden ferahnâk ve zevk yab olduklarını ve başlarını başlarımıza çarpmakla, güya  bize anlatmak istemeleri ne kadar garibtir.

...Senin bürhanlarındaki kuvvet ve kanaat ve asalet ve cezaletin, insanın irade ve ihtiyarını alıp teshir ediyor. Herkesi kendine çekip ram ediyor.Hele o güzel teşbih ve ta’birlerin bir misli bir daha bulunup söylenemez. Sendeki mukayese ve muhakemelerin vaka’a ve temsillerin bir benzeri ve bir naziri bir daha getirilemez. Kur’ân, arabiden türkçe sözlere akan ve bugün öz türkçeden fışkıran bu feyiz ve bu nurlar, kalblerde senin bir numune i kudret ve nişane i rahmet olduğuna hiç bir rayb ve güman bırakmıyor.

Sen ayine i idrâke cila ve alem i kalbe safa ve ruh u  revana gıdasın. Allah Allah!  Türk milleti seninle ne kadar iftihar etse yine azdır. Gözleri nurlandırıp gönülleri surûrlandıran bu hüccetler ve tâbiratın ve bu kelimat ve teşbihatın arş ı a’zamdan indiği muhakkaktır.Çünki kederleri gidererek insana neş’e ve neşat veriyor. Okunurken hiç bir itiraz sesi ve hiç bir inkar kokusu duyulmuyor. O zaman akıl ve mantık duruyor, nefs i insanî safileşiyor. Hem duruluyor. Sanki senin bütün hakikatların evvela Rabbanî ve Rahmanî fabrikaların ulvi ve Semadan tezgahlarında işlenerek, sonra Nur u ilahî deryasında yıkanıp çıkarıldıktan sonra, gülyağı fabrikasına verilmiş, orada yedi defa gül yağlarına batırıldıktan sonra, halis ud ağacı ile buhurlanmış ve bunlar ile yazılmışsın. Bütün mesele ve maddelerin hep sayılı ve saygılıdır. O muntazam ve mükemmel, müzeyyen ve münevver sözlerin şimdiye kadar yazılan ihtitaflıı eserleri büküp bir yana bırakmış, ancak kendini nazargah ı enama arz eylemiştir. şimdi bir nida i nuranî ile hitab ederek:” Artık ihtilaf yok, ittifak var. Cansızlar ve camidler devri geçmek üzeredir, canlılar ve cazibler asrı geliyor. Susunuz dinleyin, şimdi Nur devridir ve Nur hakimdir!.. “

 

İşte Denizli Kahramanı merhum şehid Hasan Feyzi Efendi’nin yirmi sahife kadar geniş ve uzun tarifenamesinden alıp kaydettiğimiz bu nurlu ifadeleri elbetteki durup dinlemye değer şeylerdir.. Ve her halde bir saygı, bir hürmeti ve yanında eğilip ihtiramı icab ettirmektedirler. Merhum Hasan Feyzinin o uzun “şehname” iltifatna layık olmuş tarifli ifadesi eski yazı Zülfikar  mecmuası en sonunda kayıtlıdır .

 

 

ÜÇÜNCÜ NÜMUNE: Risale i Nur’un manevî Avukatı diye hazret i Üstâd tarafından taltif edilen yüksek alim ve seyyal edip merhum Ahmet Feyzi Kul Efendi bu mevzudaki telakkilerini kaleme şöyle döküyor:(Bazı kısımlarını alıyoruz )

“....Sayın Savcı, bize kütübhaneleri dolduran binlerce arapça ve bu günün ruhuna tercüman olamıyan kitapları tavsiye ediyor. Sayın Savcı ve onun gibi düşünenler, Risale i Nur namı altındaki külliyat ı ilmiyeyi ve hazine i hürriyeti ve hakikat ı aliyeyi beğenmiyebilirler, tenkid de edebilirler. Bu kendilerinin bileceği bir iştir. Bizim şu veya bu esere rağbet etmemize ve ona kıymet vermemize karışamazlar. Biz Risale i Nuru seviyoruz..Ve onu Hakikî ve riyasız bir din kitabı ve Kur’ân tefsiri biliyoruz. Kıymet ölçüleri ve hükümleri vicdanî bir takdir meselesirdir. Buna kimse müdahele edemez. Evet, biz Risale i Nur müellifinin  daima aynı hakikat dersi verdiğine kailiz. Kendisinin kabul etmemesi bizim bu kanaatimizi sarsmıyor. Ancak bizim kabul ettiğimiz, Keramet i kavniyesimden değil, Nurların dersinde harikulade ve ekmel tezahürlerine şahid olduğumuz ve bütün cihan ı irfana meydan okuyan keramet i ilmiyesinden dolayıdır. Tahsil hayatı üç aydan başka mevcut olmadığı halde, bu kadar feyz i ilim neşreden ve ilminin harikaları ile en münteha mesail i ilmiye ve âliyede en yüksek mütefekkirleri dahi hayrette bırakacak bir mantık ulviyeti ibraz eden .. Ve hayatının yarısından sonra öğrendiği bir lisanda bu kadar cazibedar bir tarz ı beyan ve sürükleyici bir hararet izhar eden ve gayet feyyaz bir aşk ve heyecan terennüm eden ve bir deryay i iman ve bir hazine i tevhid ve bir umman ı hikmet halinde coşan bir ikinci Bedüzzzaman gösterebilirmisiniz?...

İşte biz Bediüzzaman’a ve eserlerine bu gözle bakıyoruz. Acaba mûmaileyhe sırf imanımızdan neş’et eden bu bağlılığımız ve Kuranın ve beyanat ı Muhammediyyenin(A.S.M.) küfür ve ahlak hakkındaki şiddetli tevbih ve tezyiflerine bu imanımız dolayısıyla iştirakimiz,  bizi levs i fanî addedilen siyasetçi mi yaptı ...”(şua’lar S:565)

İşte merhum Ahmet Feyzi Efendi de Risale i Nur için bunları diyor.

 

 

DÖRDÜNCÜ NÜMUNE: Yine Ahmet Feyzî Efendinin içinde bulunduğu bir kaç büyük Nur talebesi heyetinin beraber imzaladıkları pek parlak bir fıkralarından bazı bölümler ise şöyledir :

 “....Risale i Nur ve tercümanına gelince: Bu eser i alişanda şimdiye kadar emsaline rastlanmamış bir feyz i ulvî ve kemal i nâmütanahî mevcut olduğundan ve hiç bir eserin nail olmadığı bir şekilde meş’ale i ilahiye ve şems i hidayet ve neyyir i saadet olan hazret i Kur’ânın fuyuzatına varis olduğu meşhud olduğundan; Onun esası Nur u mahz ı Kur’ân olduğu ve evliyaullahın âsarından ziyade feyz i envar ı Muhammediyi (A.S.M.) hamil bulunduğu ve zat ı pak ı Risaletin ondaki hisse ve alakası ve tasarruf u kudsîsi evliyaullahın âsarından ziyade olduğu ve onun mazharı ve tercümanı olan manevî zatın mazhariyeti ve kemalatı ise, o nisbette âlî ve emsalsiz olduğu güneş gibi âşikâr bir hakikattır.

Evet o zat, daha hal i sabevette iken ve hiç tahsil yapmadan zevahiri kurtarmak üzere, üç aylık bir tahsil müddeti içinde ulum u evvelîn ve ahirîne ve leddünniyat ve hakaik i eşyaya ve esrar ı kâinata ve Hikmet i ılahiyeye varis kılınmıştır ki; şimdiye kadar böyle mazhariyet i ulyaya kimse nail olmamıştır. Bu harika i ilmiyenin eşi asla mesbuk değildir. Hiç süphe edilemez ki; Tercüman ı Nur bu haliyle baştan başa iffet i mücesseme ve şecaat i harika ve istiğna i mutlak teşkil eden harikulade metanet i ahlakiyesiyle bizzat bir mu’cize i fıtrattır.. Ve tecessüm etmiş bir inayettir ve bir mevhibe i mutlakadır.

O zat ı zihavarık; daha hadd i büluğa ermeden bir allame i biâdîl halinde bütün cihan ı ilme meydan okumuş... Münazara ettiği erbab ı ulumu ilzam ve iskât etmiş ..Her nerede olursa olsun, vaki olan bütün suallere mutlak bir isabetle ve asla tereddüt etmeden cevab vermiş .. Ondört yaşından itibaren Üstâdlık payesini taşımış ve mütemadiyen etrafına feyz i ilim ve nur u hikmet saçmış ızahlarındaki incelik ve derinlik ve beyanlarındaki ulviyet ve metanet ve tevcihlerindeki derin feraset ve basiret ve nur  u hikmet erbab ı irfanı şaşırtmış ve hakkiyle BEDİÜZZAMAN ünvan ı celili’ni bahşettirmiştir. Mezayay i aliye ve fezail i ilmiyesiyle de, Din i Muhammedinin(A.S.M) neşrinde ve isbatında bir kemal i tamm halinde rûnüma olmuş olan böyle bir zat, elbette Seyyid ül Enbiya hazretlerinin en yüksek iltifatına mazhar ve en alî himaye ve himmetine naildir.. Ve şüphesiz, o Nebiyy i akdesin (A.S.M.) emir ve Fermanı ile yürüyen ve tasarrufu ile haraket eden  ve onun envar ve hakaikine vâris ve ma’kes olan bir zat ı kerimüssıfattır...” (şualar S: 670 )

 

Bu fıkranın altında imzalarını koyan zatlar ise şunlardır:Ahmet Feyzi, Ahmet Nazif, Selahaddin, Zübeyr, Ceylan, Sungur, Tabancalı.

İşte bütün Nur talebelerinin fikir ve telakkilerine tercüman olan bu makale ve fıkralar ve daha benzeri nümuneler nev’inden lahikalarda, bilhassa Barla lahikasında emsali çokturlar .Bütün bu beyanlar, ifade ve telakkiler gösteriyorlarki, Risale i Nurlar  her cihetçe makbul ul en’am, misilsiz bir eser i zîbadır. Nurları sıradan bazı kitaplara kıyas ederek şunun bunun üstünde oynayıp tasarruf edebileceği bir eser değildir. Bilakis Risale i Nur’un  Hazret i Üstâd’ın ifadesiyle bir noktası, bir harfi veya bir kelimesinin değiştirilmesiyle büyük hakikatlar ve mânâlarının kaybolmasına sebeb olabilecek mahiyettedir.

 

 

BEŞİNCİ NÜMUNE (Son olarak Hazret i Üstâd’ın hizmetinde on iki sene bulunmuş ve Bediüzzananın en ince ve en hususi hal ve hareketlerini ve davranışlarını ve tarz ı hizmetini bilen çok dirayetli ve çok basiretli merhum Zübeyr Gündüzalp Ağabeyinin Konferans adlı eserinden bir iki bölüm almak istiyoruz :

 “...Evet kardeşlerim! Risale  i Nur öyle bir ziya ı hakikat, öyle bir bürhan ı hak ve bir Sirac ı hakikat neşrediyor ve iki cihanın saadetini temin edecek, Kur’ân ve iman hakikatlarını ders veriyor ve öyle bir lütf u ilahidir ki: Yirmibeş senedenberi çoluk çocuk, genç ihtiyar,  kadın erkek.. muallimi  feylosofu, talebesi  âlimi, mutasavvufu gibi her bir tabaka i insaniye bu nurun âşıkı, bu nurun pervanesi, bu nurun meclûbu, bu nurun muhibbi olmuşlar, bu nura koşmuşlar, bu nurun sinesine atılmışlar, bu nurdan meded istemişlerdir. MiIyonlarca bahtiyar kimselerden müteşekkil muazzam bir kitle bu nurla nurlanıp, bu nurla kurtulmuşlardır.

Evet kardeşlerim! Mahzen i mu’cizat ve Mu’cize i kübra olan Kur’ân ı Azimüşşanın hakiki bir tefsiri olan Risale i Nur o kadar merak âver, o kadar cazibedar, o kadar dehşetli ve muazzam hakikatları ders veriyor ve mesaili ispat ediyor ki; ıman ve İslamiyet’in kıt’alar genişlğinde inkişaf ve füthatına medar oluyor ve olacaktır.

Evet Risale i Nur, kalblere o derece bir aşk ve muhabbet, ruhlara o kadar bir vecd ve heyecan vermiş, akıl ve mantıkları öyle bir tarzda iknâ etmiş ve öyle bir itmi’nan ı kalb hasıl etmiştir ki; milyonlarca Nur talebelerine, kendini defalarca okutmuş, yazdırmış ve bir ömür boyunca mütalaa ettirmiş, ve senelerden beri adeta kendi kendini neşrettirmiştir...

...Belki izah edilmesini istiyen kardeşlerimiz olacaktır. Fakat bu hususta arzedeyim ki ; Üstâdımız Bediüzzaman, bir Nur talebesine Risale i Nurdan bazen okuyuvermek lütfunu bahşederken izah etmiyor, diyor ki :” Risale i Nur, ımanî mes’eleleri lüzumu derecesinde izah etmiş.. Risale i Nur’un hocası, Risale i nurdur. Risale i Nur başkalarından ders almaya ihtiyaç bırakmıyor. Herkes istidadı nisbetinde kendi kendine istifade eder. Aklınız her bir meseleyi tam anlamasa da, ruh, kalb ve vicdanınız hissesini alır. Ne kadar istifade etseniz, büyük bir kazançtır.

Okunan türkçe veya arapça bir risalenin izahı başka bir risalede varsa, onu getirip okuyor. Risale i Nur’daki gayet ince nükteleri derkeden basiretli alimler de der ki : ”Bir alimin yüksek bir ilmi olabilir.. Fakat Risale i Nuru cemaate okurken tafsilata girişip, eski ma’lumatları ile açıklarsa; bu izahatı, Risale i Nur’un beyan ettiği asrımızın fehmine uygun ve ihtiyacına tam cevab veren hakikatların anlaşılmasında ve te’siratında ve Risale i Nur’un mahiyetinin derkine bir perde olabilir. Bunun için, bazı lüğatların mânâlarını söyliyerek aynen okumak daha müessir ve daha efdaldir...

Risale i Nur, gayet fasih ve vecizdir. Sözün kiymeti, îcazındadır, kısalığındadır. Bir mes’ele i imaniye ve Kur’âniye, umuma ders verilirken mücmel olarak tedrisinde, daha fazla istifaza ve istifade vardır...“ (Sözler S: 770 ve 772)

İşte Risale i Nur’un en halis ve en mümtaz talebesi olaz merhum Zübeyr Gündüzalp’ta böyle diyor. Az yukardaki bir müşahedesiyle, Üstâdından duyduğu davranışıda gösteriyorki;Risale i Nurlar, sadeleştirme denilen tahrifin pest ve kısa eli onun mualla damenine değdirilmemeli ...

Velhasıl: Piyasada tasnifat mahsûlü bazı eserlerin menfaat veya ticaret metaı için, şu sadeleştirme denilen asrî tahrif ameliyesinden geçirilmiş olsa da..  ve dış görünüşüylede sırıtan bazı faydalar gibi şeyler mülahaza edilmiş olsa da; gerçek te’lif ve mâanî hazinesi olan Risale i Nurlar için o ameliye kat’iyyetle ve hiç bir suretle uygulanamaz ve uygulanmamalı. şayet inadî ve zorakî bir tarzda nurlara o tahrif uygulansada, lal ü güher dizisi olan nurların melaike misal canlı hakikatlı,her tarafı şuurlu ve çok ince ve nazdar, manidar elfaz, kayb olduğu gibi; sadeleştirilerek onun yerinde ikame ettirilmek istenen şeyler ise, derisi soyulmuş meyveler misali nurlu maânîden mücerred, donuk, bozuk, nursuz, ruhsuz, adî boncuklar nev’inden bir şeyler  elde kalır.

 

 

NETİCE

Tahkikatlı yazımızın başından buraya kadar gösterilen ve getirilen  umum hüccetli belgeler ve kat’î vesikalar muvacehesinde bile; Nur Risaleleri hakkında tahrifdar sadeleştirmeyi reva gören zihniyetin ellerinde delil olacak bir istinadları varmıdır? Ne için Risale i Nurları sıradan rastgele ve normal kişilerin bir eseri tarzında görerek onun pek çok olan ihata surlarını aşıp,  etrafındaki yasak bölgeli  harimini ismetten arî görüp adileştirnek istiyorlar. Neden mukaddes maânîyi ancak kudsî ve mübarek elfazın muhafaza edebileceğini düşünemiyorlar?. Hem neden basit piyasa edebiyatını, yani günlük gazete üslubunu bu kadar benimseyip o yolda bir çok kudsî elfazı feda edebiliyorlar?. Niyet ve gayeleri, hakikaten acaba yalnız, bazı gençlerin istifadeleri mülahazasımıdır?. Ve gerçekten öylesi bir sadeleştirmeye zaruri ve mübrem bir ihtiyaç varmıdır?..

İşte bunlar ve benzeri istifhamların asıl ve menşe’lerinin açık şekilde görülüp mahiyetleri bâriz tarzda meydana çıkması için, meselenin umumî bir değerlendirilmesinin lüzumu vardır sanırım.

 

Evvela: Bu meselede eskilerin, yani mesela Şemseddin Yeşil ve Necib Fazıl gibi zatların, Risale  i Nurun meslek ve meşrebinin dışında ve uzağında olmaları hasebiyle, bu sadeleştirme tağyiri hususunda bir delil veya bir müsaadeye baktıklarını sanmıyorum. Merhum Şemseddin Yeşil, nurların fevkalede cazibedar hakikatlarıyla kendi kitaplarını süslemek ve revaç vermek için bir nevi sirkat yaparak nurlardan aldığı pasajları herhangi bir atıfta bulunmadan aldığını Emirdağ 1 mektuplarında(1)  kaydedilmiştir. Necib Fazıl ise,  Allah rahmet eylesin  başka bir maksadla herhangi bir izin ve ruhsat almadan o işi yaptığı bilinmektedir.

Amma, kendilerini Risale i Nur şâkirdi olarak kabul ettikleri halde ki Nur talebeliğinin şartları Risale i Nurlarda yazılıdır o yersiz ve Risale i Nura karşı adem i ihlası ve samimiyeti işmam eden tağyir ve tahrife kalkışanların ellerinde bir tek delil(!) vardır. O da, 1939 larda, Üstâd Bediüzzaman hazretleri Kastamonuda iken, bazı lise talebeleri için, bilahere Asay ı Musa Mecmuasına girmiş olan “dört parça” üzerinde, ama bizzat müellifi tarafından ufak tefek bazı arapça kelimlerde yapılmış bir tasarruf hadisesinin ihbar edilmesidir. Nur müellifi Kastamonuda mezkûr dört parçalar üzerinde yaptığı basit bir tasarruf hadisesini bir mektupla, ispartadaki Nur talebelerine bildiriyor ki; aynı şeyi, yani müellifin yaptığı ufak tasarrufun aynısı orada da aynı parçalar üzerinde yapılsın diye... Evet, hadise budur.Cüz’îdir, mahallîdir ve hususîdir . Nitekim Hazret i müellif 1956 da nurların yeni yazıya çevrilerek resmen matbaalarda basıldığında o cüz’i ve hususî ve hükmü itibariyle nesh olmuş olan mektubu Kastamonu Lahikasında neşrettirmemiştir.

Mezkûr hususî ve cüz’î hükümlü ve sadece dört parçaya mahsus ve kayıtlı ve zamanla mahdut mektubun o  kısmının metnini aynen dercediyoruz,İşte;

 

“Saniyen:Burada lise mektebine te’sirli bir nur girdi o da otuzikinci Sözün birinci mevkıfı, otuzuncu lem’anın ısm i Adl ve Hakem nükteleri , Tabiat lem’ası hatimesine kadar, Ayet ül Kübra’nın “Evet bu dünya memleketine ve misafirhanesine giren her bir adam“ diye başlıyan birinci makamın başında, ilham ve vahiy mertebeleri hariç kalıp, ta onsekizinci mertebe olan (Kainatın hudûs hakikatı.. ta imkana kadar...) yeni hurufla bir ihtar ı mânevî ile izin verdik. Daktillo el makinesi ile kendilerine yazdılar. Sizde bu dört parçayı birden cild yapıp,yeni hurufla ehl i inkâra onikilik top gibi atabilirsiniz. Fakat yirmi sene evvelki türkçe ile şimdiki türkçe farklı olğundan, yeni türkçe için bazı kelimat ı arabiyede tasarruf edildi. Sizde öyle yaparsınız .Risale i Nur yirmi sene evvelki türkçe ile konuşuyor.O zamanı göremiyen gençlere teshilat olmak için bazı tabiratı değiştirseniz olur...” (Kastamonu eski harf teksir, s:298)

( 1 )           Eski harf yazma Emirdağ ı sh.368 370 (bizim kütüphanemizde mevcud)

 

İşte görüyorsunuz; ilk olarak Risale i Nur’un yeni yazı ile yazılmasına, o da o gün için sadece dört belli parçaya mahsus olarak, onunda sadece o gün yeni yazıya çevrilenler için izin verildiği gibi; Bu dört parçadaki “Bazı kelimat ı arabiyede tasarruf edildi “ifadesiyle meselenin ne olduğu her halde açıkça anlaşılmaktadır. Yani müellif bu tasarrufu dört parça için kendisi yapıyor.. Onu da sadece tek tük bazı kelimat ı arabiyede yapıyor.. Ve Ispartadaki talebelerine, sizde öyle yapın diyor. Ta ki orada da yeni yazıya çevrilecek olan o risalelerde bir farklılık düşmesin.. Nitekim o parçalar bilahere müellifin emriyle Asay ı Musa mecmuasına, o zamanki ufak tasarruflu vaziyetiyle girmişler..Ve Asay ı Musadaki halen mevcut durumlarıyla, asıl yerleri olan Risalelerdeki vaziyetlerinde bazı kelimelerde tek tük farklılaklar olduğu malumdur. Hem bu tasarruf fiiline cevaz gibi görünen mektubun yazıldığı tarihten sonra, bir çok mektublar ve müellifin bu mevzuya dair halleri ile, o gibi tasarruflara müsaade edilmemiştir. Üstâd Bediüzzaman’ın mezkûr mektupları ve bu husustaki davranış ve halleri hakkında üst taraflarda bir kaç nümüneler dercedilmiştir. O halde, nâsih ve mensuh kaidesine göre; o cevazlı mektup, yazıldığı hadiseye ve o güne mahsus fetvasından başka,nurların umumuna aidiyeti, ya da her zaman geçerliliği diye bir şey yoktur. O halde hükmen mensûhtur.

Hazret i Üstâd’ın yukarda yazılı mektupta yazdığı o zaman ki muayyen bir hadise için vermiş olduğu müsaadesinden başka; birde mübarek Sungur Ağabey kanaliyle gelen bir rivayette de: Hüsrev Abiye küçük çoçuklara mahsus bir tek risale için, o da hususi kalmak ve neşredilmemek şartıyla, Kastamonuda cereyan etmiş, hadise gibi, yine çok az bazı arabî kelimelerde tasarrufa izni varid olduğu söylenmektedir. Bu durumda o mektup ve bu rivayet  umumî bir fetva dahi olsalar ; yine de sadeleştirme denilen tahrife aidiyeti yoktur. Çünki sadeleştirme denilen şey, eserin üslubunuda tarz ı ifadesini de, cümle ve kelimelerin ahenk ve nizamındada tasarruf ediyor ve tamamen bozuyor ve değiştiriyor. Mektuptaki izin ise, sadece bazı kelimat ı arabiye için vurud ettiği zahirdir. O ise, sadece lügatçeye bakan bir durumdur.Amma bilahere Risale i Nur’un neşir tarihçesinde ispat ettiğimiz tarzde  ufak tefek tasarruf izinlerini de hz.Üstâd kaldırmıştır. Evet durum bundan ibarettir.

 

SANİYEN: Bu mevzuda, yani sadeleştirmenin Risale i Nur eserleri için mümkün olup olmadığına, ehl i vicdan ve erbab ı irfanın rahatlıkla mukayese etmelerine ve tarafsızca ve vicdanîce hakemlik edip karar verebilmelerine yardım için bir zemin hazırlamak nevinden; 1950’lerden beri zaman zaman şu sadeleştirme fiiline teşebbüs etmiş kimselerin, hemde Türkiye çapında  meşhur kalemşör ve ediblerin yaptıkları sadeleştirme tahrifi ile; Nurların asıl metin ve elfazını yanyana koyacak ve dikkatle inceleyeceğiz. Nur müellifi hazret i Bediüzzaman’ın ifadelerindeki kasıd ve murad ettiği mânâlar ile, aynı ibarenin sadelestirilmiş olanındaki ifadeler ve onlardaki mânâ muradları bir birini tutup tutmadığına bakacağız.

İşte, ilk önce meşhur edip ve şair, merhum Necib Fazıl Kısakürek’in sadeleştirerek BÜYÜK DOGU mecmuasında neşrettiği yazılarını inceliyoruz. (İbret için sadece bazı bölümlerini kaydediyoruz)

 

 

1  Gençlik Rehberi adlı Nur risaleleri  bir parçasından..  Nurun asıl metni şöyle.

“... Madem ecel gizlidir, her vakit ölüm başını kesmek için gelebiliyor.. Ve genç ihtiyar farkı yoktur. Elbette daima gözü önünde öyle pek büyük dehşetli bir mesele karşısında bulunan biçare insan, o idam ı ebedî o dipsiz nihayetsiz haps i münferidden kurtulmak çaresini aramak ve Kabir kapısını bir alem i bakiye bir saadet i ebediyyeye ve alem i Nura açılan bir kapıya kendi hakkında çevirmek hadisesi, o insanın dünya kadar büyük bir meselesidir. Bu kat’î hakikat bu üç yol ile (o üç yollar bahsin üst taraflarında sayılmıştır ) bulunduğunda ve bu üç yolun da mezkûr üç vaziyet ile olacağını ihbar eden yüz yirmidört bin muhbir i sadık ve ellerinde nişane i tasdik olan mu’cizeler bulunan Enbiyalar.. Ve o enbiyaların verdikleri gaybî haberleri keşf ve zevk ve şuhûd ile tasdik eden ve imza basan yüzyirmidört milyon Evliyanın aynı hakikata şehadetleri.. ve hadd ü hesaba gelmiyen muhakkiklerin kat’î deliller ile o Enbiya ve Evliyanın haberlerini aklen ilm el yakin derecesinde ispat ettikleri ve yüzde doksan dokuz ihtimal i kat’î ile idam ve zindan ı ebedîden kurtulmak ve o yolu saadet i ebediyeye çevirmek, yalnız iman ve itaat iledir diye ittifaken haber veriyorlar.

Acaba yüzde bir ihtimal i haleket bulunan bir tehlike yolunda gitmemek için; bir tek muhbirin sözü nazara alınsa.. ve onun sözünü dinlemeyip o yolda giden adamın endişe i helaketten gelen elem i manevî onun yemek iştihasını kaçırdığı halde; böyle yüzbinler sadık ve musaddak muhbirlerin yüzde yüz ihtimal ile;  dalalet ve sefehat;  göz önündeki  kabir darağacına ve ebedî haps i münferidine kat’î sebeb olduğunu ve iman ve ubudiyyet, yüzde yüz ihtimal ile o darağacını kaldırıp, o haps i münferidini kapatıp; şu göz önündeki kabri bir hazine i ebediyeye bir saray ı saadete açılan bir kapıya çeviriyor diye ihbar eden ve emarelerini ve  âsarlarını gösterdikleri halde; Bu acib ve garib ve dehşetli ve azametli mesele karşısında bulunan biçare insan ve bahusus müslüman, eğer iman ve ubudiyeti olmazsa, bütün dünya saltanatı ve lezzeti o bir tek insana verilse, acaba o göz önünde ve her vakit oraya çağrılmasına nöbetini bekliyen bir insana verdiği o endişeden gelen elim elemi kaldırabilir mi ? ilaahir...”

 

 

şimdi de, Necib Fazılın yaptığı sadeleştirme namı altındaki bir kuşa benzetilen ve yüksek ve ateşîn mânâlardan tecrid edilmiş tahrifine bakalım.. şöyle yazıyor :

“Kabir yolunu ebedî saadete çevirmek, sadece iman ve din emirlerine itaat ile mümkündür. Bu nokta üzerinde elleride mu’cize bayrakları taşıyan binlerce peygamber, milyonlarca veli, hadsiz hesapsız ilim ve fikir adamı ve bütün selim akıl ehli birbirlerinin peşi sıra beraberdir.

Ölüm, gerçekten insanın baş mes’elelerinden biridir. Böyle bir dava karşısında insan, fani hayatın kadrosu içinde bütün dünya saItanat ve lezzetine tek başına malik olsa, sonsuzluk aleminin kapısı önünde onları yine hiçe saymak zorunda kalmaz mı? Başımızda en sadık nöbetçi halinde bekliyen mezar deliğinin verdiği kaygıyı bütün nisbetler yekûnü ve imkânlar bütünüyle bu fanî dünya telafi eder mi ?..”

 

Evet, baktınız, gördünüz ve her halde mukayesesini yaptınız !..  Risale i Nur’un mânâ, murad ve maksatları ile ve cevami  ül kelim olan nurun muntazam ve aynı noktaya bakan kelime ve cümle hey’etleri ile gösterdikleri hedef ile, bir alakası  var mı ? Tahmin ediyorum. Eğer okumuş ve dikkat etmiş iseniz,  herhalde “Yoktur“  diyeceksiniz. Daha bir şeyler, yardım için yazmak isterdim. Lâkin sizi başbaşa bırakmak için kafanızı karıştırmıyalım, her ne ise...

 

 

Belki bunu anlamadınız diye, merhum Necib Fazılın başka bir sadeleştirme tahrifini arzedeyim. Bu defa ihlas risalesinden :

Evvela Hazret i Bedüzzzamanın ifadesi, yani nurun asıl metni

“Dördüncü Düsturunuz: Kardeşlerinizin meziyetlerini, şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleri ile şâkirane iftihar etmektir. Ehl i tasavvufun mabeyninde “Fena fişşeyh, fena firresûl“ istilahatı var. Ben sofi değilim.. Fakat onların bu düsturu bizim meslekte “Fena fil ihvan“ suretinde güzel bir dûsturdur. Kardeşler arasında buna  TEFANİ“ denilir. Yani birbirinde fani olmaktır. Yani kendi hissiyat ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyat ve hissiyatiyla fikren yaşamaktır. Zaten mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlad, şeyh ile mürid mabeynindeki vasıta değildir. Belki hakikî kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa,bir Üstâdlık ortaya girer. Mesleğimiz Haliliye olduğu için, meşrebimiz hillettir. Hillet ise, en yakın dost ve en fedakar arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmerd kardeş olmak iktiza eder.  Bu hilletin üss ül esası samimî ihlastır. Samimî ihlası kıran adam bu hilletin gayet yüksek kulesinin başından sukut eder; gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var. ortada tutunacak yer bulamaz.

Evet, yol iki görünüyor.. cadde i Kübra i Kur’âniye olan şu mesleğimizden şimdi ayrılanlar, bize düşman olan dinsizlik kuvvetine bilmiyerek yardım ihtimali var. ınşaallah Risale i Nur yolu ile, Kur’ân ı Mu’ciz ül Beyanın daire i küdsiyesine girenler; daima nura, ihlasa, imânâ kuvvet verecekler ve öyle çukurlara sukut etmiyeceklerdir.”

 

şimdi de Necib Fazılın tahrifine bakalım :

 

“4 Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini nefsinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şükredercesine iftihar etmek. Tasavvuf ehli arasında “şeyhte fani olma“ diye bir istilah vardır. Ben sofi değilim. Fakat onların bu düsturu  bizim mesleğimizde” Dava kardeşlerimizde fani olmak “şeklinde tatbik olunabilir. Kişinin kendi nefsanî hislerini unutup kardeşlerinin meziyetleri ve hisleri ile yaşayabilmesi ne büyük devlettir. Zaten mesleğimizin esası kardeşliktir. Bizde esas, baba ile çoçuk, şeyh ile mürid arasındaki vasıta değildir. Bizim mesleğimizin en yakın dost, en fedakar arkadaş, en civanmerd kardeş mefkürevî oluş derecelerini gösterir. Bu kardeşliğin esasının esası da ihlas ve samimiyettir...”

 

Necib Fazıl buradan itibaren bir kaç cümel nurun metnini atladıktan sonra, alakası olmıyan bir şeyler daha yazmış..

İşte, Risale i Nur’un nuranî ve parlak lafızları.. Ve işte meşhur Necib Fazılın tahrifderane donuk edebiyatı!..

Bakınız Üstâd Bediüzzaman Hazretleri ”Ehl i tasavvufun mabeyninde fena fişşeyh, fena firResûl istilahatı var“ diyor. Bu zat ise: ”Tasavvuf ehli arasında şeyhte fani olmak diye bir istilah vardır“ diye yazmış.Yani müellif hazretleri, hem fena fişşeyh hem fene firresûl istilahları vardır diyor. Ve bu dediği, filhakika tasavvuf ehli arasında meşhur ve vâki’dir.Necib Fazıl ise sadece bir tek istilah vardır diyor.

Yine Bediüzzaman hazretleri “Mesleğimiz haliliye olduğu için meşrebimiz hillettir. Hillet ise en yakın dost ve en fedekâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmerd kardeş olmak iktiza eder.“ diyor.

Necib Fazıl ise: ”Bizim mesleğimizin en yakın dost, en fedekar arkadaş, en civanmerd kardeş mefkürevi oluş derecelerini gösterir“ diye yazmış..

Soruyorum dikkatinizi çekmek için yazdığımız bu mukayesede Risale i Nur’un maksad ve muradıyla bir alakası varmıdır?. Her ne ise!..

Evet, Necib Fazıl ın sadeleştirme namı altındaki tahrifleri 1952 yıllarında Büyük Doğu mecmuasında ve bir kaç sayısında neşredildi. Bunlar Otuzuncu Söz Ene ve Zerre Risalesi, ıhlas Risalesi, Gençlik Rehberi ve müdafaalarından bazı parçalar idi. Büyük Doğunun sadeleştirerek neşr etmiş olduğu o yazılar bizde mahfuzdurlar.

 

Ne ise, Necib Fazılı, belki bazı kasıtlarla bunları böyle yaptı deyip bırakalım, gelelim kendilerini Risale i Nur talebesi olarak gösterenlerin sadeleştirmelerine de bir göz atalım.

Bunlardan birisi: Tebliğ Yayın Evi, Nurun “Tabiat Risalesi“ kitabını sadeleştirerek, yani nursuzlaştırarak ve yozlaştırarak neşretti. Üstelik bu sadeleştirmeyi yapanda, hem arabî ilimlere, hemde Risale i Nur’un üslubuna vakıf bir kimsedir. Mezkûr kitab için “Risale i Nur’un Neşir tarihçesi” adlı kitapçığımızda uzunca mukayeseleri yapmışız. Burada ise, o çok yanlış ve tamamen basitleştirilmiş o kitabın ibareleri üzerinde değil, sadece bazı kelimelerini medar ı ibret için arzedeceğim :

 

1   Adı geçen kitapta, Tabiat Risalesinin aslında geçen “ıhtar” kelimesini, “Uyarı” diye yazmış. Oysa ki, ihtarın türkçe karşılığı” Hatırlatma “dır. Uyarı, ikazın karşılığı olabilir.

 

2  “Nota“ kelimesini “Bildiri“ diye yazmış. Halbuki asıl risalede onun murad ve mânâsı” Yeni buluş,  yeni çıkan ahenk dizisi,”gibi şeylerdir.

 

3  Mezkür sadeleştirilmiş kitabın 16. sahifesinde;kitabın aslındaki “Yani esbabın içtimâında o mevcut vücut buluyor” yerine, “Ya da sebeblerin birleşmesiyle o varlık var oluyor” diye yazmış. Oysa ki “içtima’”  kelimesi “ toplanma” demektir. Birleşmenin arabisi “ Cima’ “ ile tabir olunur. Hem  “Mevcut” kelimesinin gerçek mânâsı: îcad edilmiş, var edilmiş demektir ki, onun saniini, mûcidin ifade eder. “Varlık” ise, daha çok tabiatçıların ağzında dolaşan yanlış bir mânâdır.

 

4  Yine mezkûr kitabın 15. sahifesinde: ”Dinsizliği işmam eden“ cümIesi karşılığında; “Dinsizlik kokan” diye yazılmış. ışmam “kelimesi“ koklatan, hissetiren “ mânâsındadır.

 

Ve daha benzeri bir çok yanlış, hatalı, fuzulî, mânâsız ve yersiz tasarrufları görmek istiyenleri “ Risale i Nur’un Neşir tarihçesi “ kitabına havale ediyoruz.

 

 

Bir misalde: Zaman Gazetesi 22 Ocak 1990 daki nüshasında, şemseddin Nuri isimli bir zat, iddialı şekilde, sadeleştirme tahrifini meşru göstermek için; kendisinin ifadesiyle “Bir büyüklerinin“ fevkalede hünerli şekilde  yapmış olduğu sadeleştirmesinden numune için ve iftiharkârane bir tarzda bazı pasajlarını dercetti. İşte bizde, yazarın ve onun fikrinde olanlarının kanaatlarına göre; o fevkalede hünerli ve başarılı sadeleçtirmelerden bazı kısımları mukayeseye alacağız. Bakalım, ne derece nurun aslındaki murad ve mânâlara uygun düşmüş göreceğiz,

 

İşte: PENCERELER risalesinden alınmış olan o pasajların ilk önce Hazret i müellifin ifade ve uslubu ile olan asıl metnini Sonra da “ BÜYÜK “ diye gösterilmiş zatın sadeleştirdiği ibaresini alarak beraberce mukayeseye alalım:

 

İşte, Nur müellifinin asıl ifadesinde “Eşya vücud ve teşahuslarında nihayetsiz imkânat yolları içinde mütereddit, mütehayyir, şekilsiz bir surette iken...” tarzdadır.

 

Sadeleştiricinin ifadesi: “Her varlık gün yüzüne çıkarken, her şey olabilme, her kalıb ve şekle girebilme imkân ve dolanbaçları iIe yüz yüze şekilsiz bir vaziyette iken...“ tarzındadır.

 

Görüyorsunuz; Hazret i müellif, bilerek  düşünürek, ayrıca da hakkın ilhamına tabi’olarak “ Eşya vücud ve teşahhaslarında” diyor. Meçhul sadeleştirici zat ise, tabiatçıların ağzını  kullanarak: “ Her varlık gün yüzüne çıkarken “ diyor.

şimdi,Üstâd Bediüzzaman hazretlerinin kendi ifadesiyle kullandığı cümlesinin  eğer caiz ise   tercümesini birde biz yapalım ve bakalım, o meçhul büyük ,Risale i Nur’un hakkını vermişmidir görelim:

Eşya, (şeyler, herşey, kainatta var edilmiş her nesne ) vücud ve teşahhuslarında (vücuda gelirken ve herbirisi ayrı, farikalı ve belli bir şahsiyet kazanmaya doğru adım atarken) nihayetsiz imkanat yolları içinde mütereddit, mütehayyir şekilsiz bir surette iken (yani vücuda gelmeye, birer ayrı ve mümtaz ve farikali şahsiyet ve sima kesbetmeye hazırlanan her bir şey, çeşitli şekillerde tezahür etmeleri mümkin ve muhtemel olan sonsuz yollar içinde kararsız, şaşkın, şekilsiz bir surette iken )

Ve nur müellifi risaledeki aslî cümlesinin devamında.

”Birden bire gayet muntazam, hakîmane öyle bir teşahhus u vechi veriliyor ki “ diyor.

Sadeleştirmecinin ifadesinde. “ Fevkalede bir insan ferdi yüzüne konan farklı çizgiler..”  diye yazmış. Lütfen dikkat buyrun, Üstâdın ifadesindeki mânâ ile bir alakası var mı?..

Evet, Hazret i Üstâd, bir tek insanı değil, her şeyi kasd ederek der ki: Hadsiz imkanat yolları içinde mütehayyir olan o mevcud birden bire hakimane hikmet ve maslahatları irade eden bir vaziyetle ) ve imtiyazlı bir yüz veriliyor “ diyror.

Yine Nur müellifinin öz ifadesinde: ”Her bir insanın yüzünde bütün ebna i cinsinden her birine karşı bir alamet i farika o küçük yüzde bulunduğu ve zahir ve batin duygaları ile kemal i hikmetle techiz edildiği cihetle“ diyor.

Sadeleştirmeci meçhul büyük  ise : “Fevkalede bir insan ferdi yüzüne konan farklı çizgilerle, diğer bütün insanlardan ayrılması ve yine değişik bir kısım iç ve dış duyğularla donatılarak “ diye yazmış.

Dikkat buyurun hazret i müellif “ Her bir insanın yüzünde “diyor. Adam ise,” fevkalede bir insan ferdi “ diye yazmış. Yine cenab ı müellif: “ bütün ebna i cinsinden her birisine karşı” diye açık ifade ile bir hakikatı beyan etmiş.. O adam ise “diğer bütün insanlardan ayrılması” diye yazmış.

Yine Nur müellifi o risalenin bir cümlesinde:! “O yüz  gayet parlak bir sikke i ehadiyyet olduğunu ispat eder “demiş, meçhul sadeleştirmeci ise:” Her şeyin arkasında kendini hissettiren müthiş bir iradeye, parlak bir işarettir” diyor. Hazret i Üstâd bu cümlede   eğer tercüme caiz ise  der ki: “ alamet i farikalı, iç ve dış duygularla teçhiz edilmiş her bir yüz, Allah’ın Ehadiyyet tecellisinin, yani her şeyin üstüne bütün isimleri ile tecelli edebilen ve o şeyin yardımına bütün esması ile medet edebilen zatın bir mührü, bir sikkesi olduğunu ispat eder.

Adam ise gördüğünüz gibi, Ehadiyyet tecellisi yerine müthiş irade diye tercüme etmiş.

 

İşte Zaman gazetesi, adı geçen nüshasında bu mesele daha bir kaç cümle ile devam edip gidiyor. Fazla uzatarak, baş ağrıtmadan ehl i irfan ve akl ı selim ve vicdan ı kerim sahiplerine  soruyoruz; Gerek Necib Fazılın, gerek Tebliğ yayın evinin yaptıkları.. ve gereksede az üstte gösterilen Zaman gazetesindeki sadeleştirme denilen gülünç numuneler, hakikat olarak bir tahriften başka bir şey midirler ? Biz kendi cânibimizden bu gibi sadeleştirme denilen nursuzlaştırmalara düpedüz asrî bir tahriftir diyoruz ve ispat ediyoruz ve etmeyede hazırız. Amma sizler ne dersiniz bilemem!...

 

Ve Salisen: Yazımızın “NETİCE“ bölümü başlığı altında sıraladığımız istifhamların kalan diğer kısımları için toptan olarak deriz ki ; Risale i Nur eserleri Hazret i Bediüzzaman’ın te’lifatıdır. Onun uslubu, Bediüzzaman’ın şahsiyyet ve makamına yakışır bir tarzda ve Bedi’ül beyan olarak tanzim edilmiştir. Bu durumda, hem müellif hazretlerinin ihtarlarıyla, hem de hal ve durum muvacehesinde; başkaları kalkıpta o nuranî uslubu; o cennet misal elfaz libasını değiştirmeye tevessül ederse; hiç şüphesiz ve kesinlikle berbat edecektir. Hem de düşünülen faidelerden hiç biriside elde edilemiyecektir. Aynı zamanda hak ve hakikatın ali hatır ve hürmetini de kıracaktır. Mânâların güzellik ve inceliğini incitecektir. Bütün letaif i insaniyyeye gıda olan,nurlardaki nâzdar mânâların uçup gitmesine, saklanıp kaybolmasına sebebiyet verecektir. Hem ecnebiyeye endeksli bugünkü türkçenin muayyen bir kararı olmaması yüzünden, her bir kaç senede bir, yeni yeni libaslar kesip biçme zarureti ortaya çıkacaktır... ki o durumda Nur uslubunun âli nizamı tar ü mar olması demektir.

Hem,nurları ciddî ve müştakane seven bütün talebeleri diyorlar ki; biz dersimizi güzel anlıyoruz. Nurları yüz kere, bin kere okusakda  bize usanç vermediği gibi, her defa okuyuşumuzda daha yeni yeni mânâlar ufku bize açılmaktadır.

İşte bu durumda, nurları yozlaştırmadan ibaret olan sadeleştirmeye niyetlenenlerin gayeleri halisane olamıyacağı kesindir. Adeten ve hükmen ve kaideten gayr i meşru tarik olan sadeleştirmeye sevkedici saik ve amil;  bize göre parlak bir niyetin, ya da mübrem bir zaruretin neticesi olarak meydana çıkmıştır diye kimse söyliyemez. Olsa olsa, ya Risale i Nurların elfazının sandukçalarındaki lâl ü güher, yakut ve cevherlerden habersiz kişilerdir. Ya da, ırkî bir hiss i hasedden gelen bir çekememezliğin neticesidir.. Ya da ilmî enaniyetin öldürücü ve; boğucu kıskançlığıdır.. Ve yahut da, asrın menfi seylabına kapılmışlığın sonucunda domura uğruyan ihtisasatın, ince  ve esrarlı elfazı takdir edememenin menhus bir sonucudur ve hakeza ...

Herkese rica ediyoruz ve hatırlatıyoruz ki; Risale i Nurlar Kur’ân’ın malıdır. Onun uslub ve elfazı Kur’ânın nahvî üslubuna göre tanzim edilmiştir. Hem Kur’ân’ın i’cazından bir hisse nurlarada aksettirmiştir. Bütün bunlarla beraber Risale i Nurlar Türkçe olarak te’lif edilmişlerdir. İşte eğer Risale i Nurları aslî vaziyeti ve mevcut haliyle beğenmiyenler varsa, lütfen uzak kalsınlar.. Tahrif ve bozma mânâsındaki sadeleştirme oyunuyla tahrib parmaklarını nurların kudsî harimine değdirmesinler. Türkçeden başka bir lisana, zarurî tercümeden gayrı nurlar tağyir edilemez. Tağyir eden olursa ruz u cezada çok büyük vebal ile cezalandırılacaklardır.

şerh ve izah ve tefsir işleri ise, kanun ve kaideleri bellidir. şimdilik nurlar kendi kendilerini lüzumu derecesinde şerh ve îzah ve tefsir ediyorlar. Hazret i müellifde bunu öyle yapmış ve öyle demiştir. Tefsir ve şerhe bir ciddi ihtiyaç belirirse, Medreset’üz Zehra erkânı olan Nur talebelerinin âlim ve edipleri toplanır ve durumu değerlendirirler.. Gereği de ne ise onu yaparlar.

 

ABDÜLKADİR BADILLI

Hicri 19 Zilkade 1416

Rumi 26 Mart 1412

Miladi 8 Nisan 1990   

şanlıurfa