Esselamu aleykum aziz kardeşlerimiz;


Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin te’lifi olan Risale-i Nur Külliyatı hakkında, yarım asırdan bu yana, malum bir taife tarafından lisanının ağırlığı sebebiyle anlaşılamadığı iddia edilerek, herkesin kolayca anlayabilmesi için sadeleştirilmesi gerektiği istikametinde, mütemadiyen yayınlar yapılıp bu doğrultuda görüşler öne sürülüyordu.

Ve nihayet 2012 senesi başlarında, bu taife, malum planlarını Ufuk yayınevi eliyle tatbik sahasına geçirdi ve bu şekilde ilk olarak Lem’alardan başlanmak üzere Risale-i Nur kitabları birer birer sadeleştirme perdesi altında tahrif edilmeye başlandı. Risale-i Nur Külliyatı üzerinde bu şekilde bir tahribat faaliyetini irtikab eden Ufuk yayınevi, bu konuda hakiki sadık nur talebelerinden gelen yoğun itirazlar üzerine, yayınevlerine ait sitelerinde yakın bir zamanda “Arz-ı Hâl ve Teşekkür” başlığını taşıyan bir yazı yayınlayarak kendilerini savunmaya çalıştılar. Sözünü ettiğimiz bu yazıya aşağıdaki linki tıklayarak ulaşabilirsiniz.


http://www.ufukkitap.com/index.php?do=dynamic%2Fview&pid=18


Öncelikle bir defa daha şu ehemmiyetli noktayı beyan edelim ki, ilgili yazı aynen emsallerinde olduğu gibi baştan aşağıya fasid kıyaslar ve alakasız misallerle doldurulmuş. Bu yazılarını, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin bu konuda hangi beyanlarda bulunduğundan ziyade, kendi kafa fenerlerinin ışıkçığına tabi olarak mantıksız bir mantık silsilesi üzerine bina etmişler. Ve bunun neticesinde de, hakikatten uzaklaşıp yanlış yollara sapmaktan kurtulamamışlar. Ehl-i dikkat nazarında kolayca fark edilebilecek bu tür yanıltıcı mes’eleler üzerinde pek fazla bir açıklama yapmaya lüzum yoktur. Ancak bilgi eksikliği vesaire sebeblerden dolayı çabuk aldanabilecek kimseler için, ilgili yazıya cevab mahiyetinde bir yazı kaleme alma ihtiyacını hissettik.

Adı geçen yayınevinin sitesinde neşredilen yazıda üzerinde açıklama yapılması gereken çok sayıda hususlar bulunması sebebiyle, bu cevabi yazımız, bilmecburiye biraz uzun olacağından dolayı, okuyanları yormamak adına birkaç bölüm halinde sizlerle paylaşıyoruz.

Bildiğiniz gibi daha önce birinci bölümünü yayınlamış olduğumuz yazımızda, Risale-i Nur’un lisanının ağırlığı sebebiyle herkes tarafından anlaşılamadığından dolayı sadeleştirilmesi gerektiği şeklindeki iddialara ve yine bu konuyla ilgili olarak sadeleştirmeyi haklı göstermeye çalışan bazı sözde delillere cevablar vermiştik. 


Şimdi sizlerle paylaşacağımız bu konudaki yazımızın ikinci bölümünde ise, Ufuk yayınevinin yine sitelerinde yayınlamış oldukları ilgili yazılarında, Risale-i Nur’un sadeleştirmesi faaliyetlerine delil olarak göstermeye çalıştıkları ve ilk yazımızda temas edememiş olduğumuz diğer mes’elelere deyineceğiz. Paylaşmış olduğumuz bu yazıların tarafgirlikten uzak bir şekilde ve insaf ile okunduğu takdirde, zihinlerde bulunabilecek muhtemel tereddütlerin tamamen ortadan kalkıp hakikatin tüm berrak ve şeffaflığıyla birlikte tebeyyün etmesine sebeb olacağından en küçük bir şübhemiz dahi yoktur.

Ufuk yayınevi ilgili yazılarında, Risale-i Nur’u sadeleştirme faaliyetlerine mesned olarak gösterdikleri maddelerden birisinde şu şekilde bir beyanda bulunmuşlar.

“Risâle-i Nûrlar’dan istifade etmiş ve bugün bu tecrübelerini insanlarla paylaşan hemen herkes, onları başkalarına okurken kelimelerin anlamlarını söyleyip belli başlı izahlarda bulunuyor, böylelikle onların daha iyi anlaşılmasına vesile oluyor. Sadeleştirme kapsamında yapılanları, büyüklerimizin Risâle derslerinde fiilen yapageldikleri îzah geleneğini kitabın sayfalarına taşımaktan ibaret bir gayret olarak görüyoruz.“

Ufuk yayınevinin Risale-i Nur’dan ders okuyan bazı şahısların bu esnada okudukları yerlerle alakalı olarak bazı açıklamalar yaptıklarını ve dolayısıyla bu durumun Risale-i Nur’un sadeleştirilmesi fiili için bir mesned ve kıyas olduğu şeklindeki beyanlarına karşı, “pes doğrusu” diyerek şaşkınlık ve hayretimizi ifade etmekten kendimizi alamıyoruz.


Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin beyan ettiği üzere, “Bazan arzu fikir suretini giyer. Şahs-ı muhteris arzu-yu nefsaniyesini fikir zanneder.” (Hutbe-i Şamiye, sh: 143)


İşte bu hakikat iktizasınca, fikir suretini giymiş olan arzu-yu nefsaniyelerini savunacağım derken, bakınız hangi hallere düşülüyor. Risale-i Nur’dan ders okuyan bazı şahısların, bu esnada okudukları bahisle ilgili olarak, Risale-i Nur derslerine henüz yeni başlamış olan bazı kişilerin istifadelerini artırmak niyetiyle açıklamalar yapıyor olmaları, hiç kitabın içindeki metnin tahrif edilerek daimi bir surette değiştirilmesiyle aynı şey olarak görülebilir mi? Haydi bir an için, bu iddianızın Risale-i Nur’un sadeleştirilmesine bir delil olabileceğini var sayalım.

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Şefik adındaki talebesine ait olan ve Yirmisekizinci Lem’a içine dercedilerek Lem’alar kitabı içinde neşredilen bir mektubda, bakınız Risale-i Nur’dan ders okunurken arada yapılan izahlar ile alakalı olarak neler yazıyor.


“Onuncu Söz'ü okurken saatler geçmiş. Çocuklar merakından, anlayamadıkları zaman hemen bendenize soruyorlardı. Ben de bu Elmas, Cevher, Nur'u onların anlayabileceği şekilde izah ederken çocukların renkleri, renk renk oluyordu ve güzelleşiyordu.” (Lem’alar, sh: 278)


Şimdi sizlerden soralım, ortalama olarak 1930’lu senelerde te’lif edilen Lem’alar kitabında geçen bu bölümde Risale-i Nur’dan cemaate ders okuyan, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin bir talebesinin, ders arasında bazı izahlarda bulunmuş olması, sizlerin iddia ettiği şekilde Risale-i Nur’un sadeleştirilmesine bir delil hükmüne geçseydi, Bediüzzaman Hazretlerinin bu bahsin geçtiği Lem’alar kitabının te’lifinden onbeş yirmi sene sonra, Ahmet Feyzi Kul gibi kendisine Nurun avukatı lakabını vermiş olduğu en yakın bir talebesinden gelen sadeleştirilme taleblerini reddetmemiş olması ve Necip Fazıl Kısakürek tarafından “Büyükdoğu” dergisinde bizzat tatbik sahasına geçirilen sadeleştirilmiş Risale-i Nur neşriyatını da durdurmamış olması gerekirdi. Ve hatta yeri gelmişken bu sadeleştirme konusuyla ilgili olarak Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin vefatından birkaç sene önce vukua gelen, dikkat çekici bir hadiseyi daha nakledelim.


“1955’te Hz Üstad Muhakemât kitabını Hüsrev ağabeye Osmanlıca teksir edilmek üzere göndermiş. Fakat merhum Hüsrev ağabey, “Bunun dili ağırdır” diyerek, bazı yerleri değiştirerek mumlu kağıda yazmış ve tashih için Hz. Üstad’a göndermiş. Hz. Üstad bunun tashihini yaparken birçok kelimelerinin değişmiş olduğunu görünce; yanındaki hizmetkar talebelerini odasına çağırmış, demiştir ki: “Gelin siz Hüsrev’in vekili olun, ben de kendi namıma olayım. Bakınız, ben şurada- şurada şu-şu manaları kastetmişim. Hüsrev ise değiştirmiş olduğu kelimelerle bunları şunalrı yazmış. Ben mi haklıyım o mu haklı?” diye sormuş. Hz. Üstadın hizmetkarları bir ağızdan: “Elbette siz haklısınız Üstadımız” deyince, Hz. Üstad: “Ama sizler böyle şeyleri gördüğünüzde titremeliydiniz.” demiştir.”

Evet Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin bu sözlerini, orada bulunup bizzat işitmiş olan, Üstadımızın mutlak vekil tayin etmiş olduğu Ağabeylerimiz de, sizlerin Risale-i Nur’a karşı girişmiş olduğunuz bu dehşetli tahrifat faaliyetlerinizi görünce titrediler ve tüm güçleriyle bu cinayet-i azimeye engel olmaya çalıştılar ve bu istikametteki fiillerine şu anda da devam ediyorlar.

Vermiş olduğumuz tüm bu misallerden de açıkça anlaşıldı ki, bazı şahısların Risale-i Nur’dan ders okurken arada izahlar yapıyor olmalarının, sadeleştirme fiiline bir mesned olduğu şeklindeki iddianız da, aynen diğerleri gibi havada kaldı.

Ufuk yayınevinin ilgili yazılarında sadeleştirmeye mesned olarak sunmuş oldukları bir diğer hususda da şunlar beyan edilmiş.

“Üstadımız zamanında tercümesi yapılarak okunan ve bizzat O’nun hüsn-ü kabulüne mazhar olan İşârâtü’l-İ’câz, Mesnevi-i Nûriye ve Tarihçe-i Hayat gibi temel eserler, bazıları yeniden tercüme edilerek bazıları ise mufassal hale getirilerek bugünkü nesillere sunulmuş.”

Bir önceki yazımızda da temas etmiş olduğumuz üzere, orijinali Arabça olan İşarat-ül İ’caz ve Mesnevi-i Nuriye gibi kitabların, tamamen farklı bir lisan olan Türkçeye tercüme edilmesiyle, aslı zaten Türkçe olan Risale-i Nur Külliyatına ait kitabların içinde bulunan kelimelerin sadeleştirme adı altında değiştirilerek yine Türkçe lisanında neşredilmeleri aynı şey değildir ve dolayısıyla Risale-i Nur’un sadeleştirmesi tahrifatınıza bir mesned ve kıyas olamaz.

Yine Ufuk yayınevi, ilgili yazılarının bir bölümünde sadeleştirmeye dayanak olarak göstermeye gayret ettikleri bir hususu da şöyle ifade etmiş.

“Bugüne kadar kimse, “Risâle-i Nûr okumak isteyen Türkçe öğrensin!” demedi, diyemezdi. Bu da bir yoldu; ancak tercih edilmedi ve teklif-i mâlâyutâk yerine insanların anlayacağı ortamlara onları taşıma yoluna gidildi. Onun için dünyada bir hüsn-ü kabul oldu ve dünden farklı olarak büyük kitleler bugün onu okuyor ve inşaallah bundan sonra da okuyacaklar.”

Niçin şu tercüme konusunu bir türlü anlamak istemiyorsunuz ve ısrarla aynı istikametteki iddialarınızı sürdürüyorsunuz? Dünyanın başka bir ülkesinde yaşayan ve lisanları Türkçenin dışında olan kişilerin istifade edebilmesi için, zaruret sebebiyle Risale-i Nur’un o lisana çevrilmiş tercümesini okuyor olmaları, ülkemizde yaşayan ve ana dili Türkçe olan insanlara da, orijinal lisanı yine Türkçe olan Risale-i Nur’un sadeleştirerek okutturulmasına bir mesned ve kıyas olamaz. Eğer bu iddianızda bir hakikat bulunmuş olsaydı, o halde İşarat-ül İ’caz ve Mesnevi-i Nuriye kitablarını Arabçadan Türkçeye tercüme ettiren Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin, Risale-i Nur’un sadeleştirilmesi için yapılan muhtelif teklifleri ve hatta fiilleri engellememiş ve durdurmamış olması gerekirdi.

Ufuk yayınevinin sadeleştirme tahrifatlarını haklı gösterebilmek için ileri sürdükleri bir diğer iddialarında da, “Üstâd zamanında yazılanın üzerinde tasarrufta bulunup değişiklik yapma işi, bizim gayretlerimiz neticesinde ortaya çıkan ürünle de başlamış değil; başta Bediüzzaman Hazretleri’nin bizzat kendisinin bu işi yaptığı; yeni nesillerin anlamakta zorlanacağını hesaba katıp bazı kelimeleri değiştirdiği ve değiştirilebileceğini ifade ettiği herkesin malumudur.” Deniliyor.

Evet sadeleştirme tahrifatlarına sözde çok sağlam bir delil bulmuş edasıyla yazılmış olan bu madde ile alakalı da birkaç kelam etmeden geçmeyelim.

Öncelikle bu konuda çok temel bir noktayı gözden kaçırma çabalarınıza karşı, şu hakikatı beyan edelim. Yeni nesillerin anlamakta zorlanacağını hesaba katıp risalelerdeki bazı kelimeleri değiştirdiğini ifade etmiş olduğunuz şahıs, dikkatinizi çekiyoruz şu veya bu kişi olmayıp bizzat Risale-i Nur Külliyatının müellifi olan Bediüzzaman Said Nursi Hazretleridir. Bir eserin müellifinin elbette kendi kitabı üzerinde bazı tasarruflarda bulunabilmesi mümkündür ve gayet normal bir fiildir. Fakat eser sahibinin kendi eseri üzerinde bu şekilde bir tasarrufta bulunuyor olması, demek değildir ki, önüne gelen herkes o eser üzerinde aynı şekilde tasarrufta bulunabilir. Burada ehemmiyetle üzerinde durmamız gereken bir diğer husus da şudur ki, Ufuk yayınevi ilgili yazısında, “Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Risale-i Nur’daki kelimelerin başkaları tarafından da değiştirilebileceğini ifade ettiği herkesin malumudur.” Şeklinde bir beyanatta bulunup, dolayısıyla kendilerinin de Risale-i Nur üzerinde tasarrufta bulunarak sadeleştirme yapmaya hakları olduğunu ifade etmiş oluyorlar.

Bu iddialarına göstermiş oldukları deliller, eğer Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin bazı lahikalarda talebelerine yazmış olduğu “tashih edebilirsiniz” benzeri ibarelerse, bu ifadelerin talebeler tarafından el ile yazılmış olan risalelerdeki bazı yazım hatalarını düzelterek bu şekilde ilgili kelimeleri orijinal hallerine getirilmesinden ibaret olduğunu, yoksa Risale-i Nur’un orijinal kelimelerini kendi kafalarına göre kaldırıp, yerlerine günlük hayatta halk arasında kullanılan benzer anlamlar taşıyan başka kelimeler koyarak bugünki tabiriyle sadeleştirme yapabilirsiniz anlamına gelmediğini, sanırız burada yazmaya dahi gerek yoktur. Eğer bazı lahikalarda yer alan tashih edebilirsiniz benzeri ifadelerle kasdedilen şey, sadeleştirmecilerin iddia ettikleri gibi, Risale-i Nur’daki orijinal kelimeleri kaldırıp yerlerine başka kelimeler koyarak Risale-i Nur’u sadeleştirebilirsiniz anlamında olsaydı, Üstad Bediüzzaman Hazretleri en yakın talebelerinden olan Ahmet Feyzi Kul ve Hüsrev Altınbaşak gibi Ağabeylerimizin yukarıda da nakletmiş olduğumuz hatıralarda yer alan aynı istikametteki taleb ve fiillerine muhalefet ederek onları engellemezdi.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri yine bu konuyu teyiden Münazarat adlı kitabında bakınız ne buyuruyor.


“Başkasının tashihine de katiyen razı olamıyorum. Zira, külahıma püskül takmak gibi, “Başkasının sözü sözlerimle hiç münasebet ve ülfet peyda etmiyor. Sözlerimden tevahhuş eder.” (Münazarat, sh: 16-17)


Üstad Bediüzzaman Hazretleri, değil başkalarının Risale-i Nur’daki ifade ve kelimeleri değiştirmesine izin vermek, kendisinin dahi böyle bir fiile me’zun olmadığını ifade etmiş olduğunu gösteren beyanatlarından çok dikkat çekici bir misali daha burada nakledelim.


“Halbuki tanzimsiz, müşevveş bir surette idiler. Onlar ne hal ile yazılmış ise, öyle kalması lazım geliyordu. Sonradan tashih ve tanzim etmeye me'zun değiliz!” (Mektubat, sh: 488)


Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin hem Risale-i Nur’da yer alan bu nev’i kat’i ifadelerinden, hem de hayatta bulunduğu zamanda aynı istikametteki muhtelif taleblere karşı göstermiş olduğu kesin ve kararlı tavırlarından açık ve net bir şekilde anlaşılıyor ki Risale-i Nur’un ifade tarzı ve kelimeleri üzerinde tasarruf edilmesine hiçbir şekilde rızası yoktur. Eser sahibinin bu konudaki görüşü gayet açık ve kesin bir şekilde ortada dururken, artık bin dereden su getirmeye çalışmak misali, Risale-i Nur’u sadeleştirme cinayetlerinizi meşru gösterebilmek gayesiyle alakasız bahaneler arama çabalarınızdan vazgeçin.

Ufuk yayınevinin sitelerinde neşretmiş olduğu bu yazıda, yanlış bilgilendirme ve cerbeze gibi tashih edilmesi gereken o kadar fazla bahisler var ki, bu yazımız gibi bir veya iki bölüm ile tümüne cevab verebilmek mümkün değil. Bu yüzden Ufuk yayınevinin ilgili yazılarına cevab olarak kaleme almış olduğumuz yazımızın bu ikinci bölümünü, bir başka maddeye cevab vererek nihayetlendirmek istiyoruz. İnşallah yazımızın üçüncü bölümünde bu konudaki cevablarımıza devam edeceğiz.

Ufuk yayınevi, ilgili yazılarında şu şekilde bir başka görüş daha ileri sürerek, Risale-i Nur’u sadeleştirme tahrifatına yeni bir kılıf aramaya çalışmış.


“Yine tarih şahittir ki kitleleri iyi okuyup taleplerine cevap vermekte gecikmeyen, söylemlerini yenileyip onların ülfete kurban gitmesine müsaade etmeyen ve “muhabbet” diyerek üzerine kapanıp onu başkalarından esirgemeyen, mevhum korkularıyla “hayr-ı kesir”in önünde kalın duvarlar oluşturmayan; bilakis kurduğu manevi sofrasına herkesi davet etmede her geçen gün yenilikler üreten düşünceler hep açılım meydana getirmiş, büyük kitleler nezdinde onların sesleri yankı bulmuş ve gönüllerde yer edinenler de hep onlar olagelmişlerdir. Şayet ilk etapta karşılaşılan tepkilere hüküm bina edilmiş olsaydı, insanlığa mâlolan bunca hizmet de o düşüncelerin darlığına kurban gitmiş olurdu!”

Evet çok engin bir ufuk sahib oldukları iddiasıyla Risale-i Nur’un sadeleştirilmesine fetva veren malum bir taifenin, bu dehşetli planını tatbik sahasına geçirerek Risale-i Nur’u baştan başa tahrif etme faaliyetine girişen Ufuk yayınevinin bu iddiasına karşı deriz ki:

Niçin her konu üzerinde, o mes’elenin sadece kendi işinize gelen cihetlerini alıp, hatalarınızı görmenize vesile olup, sizleri intibaha getirebilecek olan diğer taraflarına hiç bakmıyorsunuz? Sizleri, hiçbir düstur, kayide ve kural tanımaz bir tarzda girişilen her yenilik ve açılımın, daima müsbet neticeler vereceği şeklinde ifrat bir düşünceye sevkeden şeyin ne olduğunu anlayabilmek mümkün değil doğrusu. Sizler gibi, kendilerini engin ufuklu kişiler olarak nitelendirip, hiçbir düstur ve kural tanımayarak açılım ve yenilik yaptıklarını iddia ederek haddini fersah fersah aşanlar hakkında, Üstad Bediüzzaman Hazretleri bakınız hangi beyan ve ikazlarda bulunuyor.


“Batın-ı umura gidip, Sünnet-i Seniyeye ittiba etmeyerek, meşhudatına itimad ederek yarı yoldan dönen ve bir cemaatin riyasetine geçip bir fırka teşkil eden fırak-ı dallenin bütün imamları hakaikın tenasübünü, müvazenesini muhafaza edemediğindendir ki, böyle bid'aya, dalalete düşüp bir cemaat-ı beşeriyeyi yanlış yola sevketmişler.“ (Sözler, sh: 442)


“Musa Bekuf ise, ziyade teceddüde taraftar ve asriliğe mümaşatkar efkarıyla çok yanlış gidiyor. Bazı hakaik-i İslamiyeyi yanlış teviller ile tahrif ediyor. Ebu-l Ala-i Maarri gibi merdud bir adamı, muhakkikinlerin fevkinde tuttuğundan ve kendi efkarına uygun gelen Muhyiddin'in Ehl-i Sünnete muhalefet eden mes'elelerine ziyade tarafdarlığından, ziyade ifrat ediyor.” (Lem’alar, sh: 274)


“Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kainattaki kanun-u fıtrata muvafık hareket etmezse; hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamaz. Bütün hareketi şerr ve tahrib hesabına geçer.” (Lem’alar, sh: 171)


“Muhtelif renklerde çok çiçekler açıldı. Pek geniş olan alem-i İslamiyetin aktarına, o fırtına ile tohumlar atıldı; yarı yeri gülistana çevirdi. Fakat maatteessüf o güller ve gülistan içinde ehl-i bid'a fırkalarının dikenleri dahi çıktı.” (Mektubat, sh: 101)


Evet, ey Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin bu çok ehemmiyetli uyarı ve ikazlarını işiten ve Risale-i Nur’u baştan başa tahrif ederek kendilerini büyük bir hizmet yapıyor zanneden sadeleştirmeci taife! Sakın bu önemli uyarıların bizlerle alakası yok deyip, hakikatlere karşı gözlerinizi kapatmayın. Siz de gördünüz ki, hiçbir düstur ve kural tanımadan engin ufuklara yelken açtığını sanarak, yenilik ve açılım yapıyoruz sözleri eşliğinde karagözlülükle girilen her yol, insanı nura götürmüyormuş. Haydi bu konuyla alakalı olarak Risale-i Nur’da geçen ve hakikate karşı kapatmış olduğunuz göz ve kulaklarınızı açacak ve dalmış olduğunuz o derin gaflet uykusundan sizleri uyandırabilecek bir misal daha verelim.


“Acaba bu ferman-ı kat'iye karşı ülema-üs su' tabirine layık bazı bedbahtlar hangi maslahatı buluyorlar, hangi fetvayı veriyorlar ki; lüzumsuz, zararlı bir surette şeair-i İslamiyenin bedihiyatına karşı geliyorlar; tebdili kabil görüyorlar? Olsa olsa, muvakkat bir cilve-i manadan gelen bir intibah-ı muvakkat, o ülema-i su'u aldatmıştır. Mesela: Nasılki bir hayvanın veyahut bir meyvenin derisi soyulsa, muvakkat bir zarafet gösterir; fakat az bir zamanda o zarif et ve o güzel meyve, o yabani ve paslı ve kesif ve arızi deri altında siyahlanır, taaffün eder. Öyle de şeair-i İslamiyedeki tabirat-ı Nebeviye ve İlahiye, hayatdar ve sevabdar bir cild, bir deri hükmündedir. Onların soyulmasıyla, maanideki bir nuraniyet, muvakkaten çıplak -bir derece- görünür; fakat cildden cüda olmuş bir meyve gibi, o mübarek manaların ruhları uçar, zulmetli kalb ve kafalarda beşeri postunu bırakıp gider.. nur uçar, dumanı kalır.” (Mektubat, sh: 396)


Evet Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin bu ehemmiyetli ikazlarından gereken dersleri alacağınızı ümit ederek, sizleri Risale-i Nur’a ilişmekten vazgeçmeye davet ediyoruz ve aşağıda linkini verdiğimiz “Sadeleştirme adı altında Risale-i Nur’a ilişenlere Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin muhtelif ikaz ve uyarıları.” Başlıklı yazımızı dikkat ve insaf ile okumanızı öneriyoruz.

Not: Ufuk yayınevinin malum yazısına cevab olarak kaleme almış olduğumuz bu ikinci yazımızı burada nihayetlendirerek, üçüncü yazımızda yine bu konudaki iddialara cevablar vereceğimizi bildirmek istiyoruz.

Selam Hüdaya tabi olanlara, bütün levm ve itab da heva ve hevesine tabi olanların üzerine olsun.