Esselamu aleykum aziz kardeşlerimiz;


Malum bir taifenin yarım asra yakındır bir türlü gerçekleştirememiş olduğu bitmeyen bir hayali olan Risale-i Nur’u sadeleştirme tahrifatını 2012 senesi başından itibaren zahiren gerçekleştirmeye başlayan Ufuk yayınevinin, bu konuda başta Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin varis ve naşir talebelerinin ittifakla itirazları ve hakiki sadık nur talebeleri tarafından muhtelif kanallardan gelen yoğun muhalefet üzerine, yakın bir tarihte kendi sitesinde yayınlamış olduğu “Arz-ı Hâl ve Teşekkür” başlıklı yazıyı okumuş bulunuyoruz.

İlgili yazıyı aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz.


http://www.ufukkitap.com/index.php?do=dynamic%2Fview&pid=18


Öncelikle peşinen şu noktayı beyan edelim ki, ilgili yazı aynen emsallerinde olduğu gibi baştan aşağıya fasid kıyaslar ve alakasız misallerle doldurulmuş. Bu yazılarını, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin bu konuda hangi beyanlarda bulunduğundan ziyade, kendi kafa fenerlerinin ışıkçığına tabi olarak mantıksız bir mantık silsilesi üzerine bina etmişler. Ve bunun neticesinde de, hakikatten uzaklaşıp yanlış yollara sapmaktan kurtulamamışlar. Ehl-i dikkat nazarında kolayca fark edilebilecek bu tür yanıltıcı mes’eleler üzerinde pek fazla bir açıklama yapmaya lüzum yoktur. Ancak bilgi eksikliği vesaire sebeblerden dolayı çabuk aldanabilecek kimseler için, ilgili yazıya cevab mahiyetinde bir yazı kaleme alma ihtiyacını hissettik.

Adı geçen yayınevinin sitesinde neşredilen yazıda üzerinde açıklama yapılması gereken çok sayıda hususlar bulunması sebebiyle, bu cevabı yazımız, bilmecburiye biraz uzun olacağından dolayı, okuyanları yormamak adına iki ayrı bölüm halinde sizlerle paylaşacağız.


Bu birinci yazımızda, Risale-i Nur’un lisanının ağırlığı sebebiyle herkes tarafından anlaşılamadığından dolayı sadeleştirilmesi gerektiği şeklindeki iddialara ve yine bu konuyla ilgili olarak sadeleştirmeyi haklı göstermeye çalışan bazı sözde delillere cevablar veriyoruz. İkinci yazımızda ise, inşallah Ufuk yayınevinin yine ilgili yazılarında, Risale-i Nur’un sadeleştirmesi faaliyetlerine delil olarak göstermeye çalıştıkları ve ilk yazımızda temas edememiş olduğumuz diğer mes’elelere temas edeceğiz. Bu yazıların tarafgirlikten uzak bir şekilde ve insaf ile okunduğu takdirde, zihinlerde bulunabilecek muhtemel tereddütlerin tamamen ortadan kalkıp hakikatin tüm berrak ve şeffaflığıyla birlikte tebeyyün edeceğinden eminiz.

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Yirmisekizinci Mektubda, “Sair te'lifata muhalif olarak ekser Sözler'in başları mücmel başlar, gittikçe genişlenir, tenevvür eder.” (Mektubat sh 360)


Şeklindeki bu ifadesinden de açıkça anlaşılıyor ki, Risale-i Nur diğer kitablara muhalif olarak eline ilk alındığı anda birden bire tamamen anlaşılamaz, fakat ihtiyacını hissederek ciddi iştiyak gösterilmesi ve düzenli olarak meşgul olunmasıyla birlikte yavaş yavaş açılmaya başlar ve ihtiva ettiği yüksek hakikatler ve derin manalar okuyanların aleminde gittikçe daha da fazla parlar.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri Yedinci Şua Ayet-ül Kübra risalesinin hemen başında da, “Mühim bir ihtar ve bir ifade-i meram” başlığı altında yine bu konuda çok ehemmiyetli bazı hususlara temas etmektedir. İlgili bölümü dikkat ve insafla okuyarak, burada bizlere verilen dersler üzerinde şöyle bir düşünelim.


“Bu ehemmiyetli risalenin, herkes herbir mes'elesini anlamaz. Fakat hissesiz de kalmaz. Büyük bir bahçeye giren bir kimsenin, o bahçenin bütün meyvelerine elleri yetişmez. Fakat, eline girdiği mikdar yeter. O bahçe yalnız onun için değil, belki elleri uzun olanların hisseleri de var.” (Şualar sh 98)


Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu ehemmiyetli ihtarında, Risale-i Nur’un her mes’elesini herkesin anlayamayacağını fakat istifade noktasında hissesiz de kalmayacağını beyan ediyor ve büyük bir bahçeye giren bir kimsenin, bahçedeki meyvelerin tümüne yetişemeyeceğini, fakat eline girdiği miktarın kendisi için yeterli olacağını ifade ediyor. Ve ilgili temsili, o bahçenin sadece onun için olmadığını, elleri uzun kimselerin de hisseleri olduğunu beyan ederek tamamlıyor.

Bu ifadelerde de açıkça görülüyor ki, Risale-i Nur’un her mes’elesini herkes tamamen anlayamıyor. Fakat bu anlayamama hususu, kitab içinde geçen kelimelerin ağır olduğu için anlaşılamamasından dolayı değil, risalelerde anlatılan bazı mes’elelerin çok yüksek hakikatleri beyan ediyor olması sebebiyledir. Şu halde, Risale-i Nur’un herkes tarafından tamamen anlaşılabilmesi için, ihtiva ettiği kelimelerin günümüzde halk arasında kullanılan kelimelerle değiştirilerek sadeleştirilme yapılması gerektiği iddiasının,kabul edilebilir sağlam ve geçerli hiç bir dayanağı yoktur. Sadeleştirmeyi savunan çevrelerin iddia ettiği şekilde, Risale-i Nur’un her mes’elesini herkesin anlayabilmesi hususu, sadece kitabda yer alan kelimeleri bugünki günlük hayatta kullanılan sıradan kelimelerle değiştirmek kadar basit bir şey olsaydı, bunu başkalarına bırakmadan en başta Üstad Bediüzzaman Hazretleri kendisi yapardı. Halbuki Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur’un herkes tarafından anlaşılması hususunda, kelimatının günlük hayatta kullanılan kelimelerle değiştirilmesi gerektiği şeklinde bir görüş beyan etmediği gibi,.bunun tam tersine müteaddit yerlerde Risale-i Nur’un ifade tarzına ve kelimelerine kesinlikle dokunulmaması gerektiğini ısrarla ifade ediyor.


Bakınız Üstad Bediüzzaman Hazretleri, yine yukarıda vermiş olduğumuz Ayet-ül Kübra risalesinin başındaki ihtarın devamında, “Bu risalenin fehmini işkal eden beş sebeb var” diyerek tek tek ifade etmiş olduğu bu beş sebebin beşincisinde ne diyor.


”Ben Ramazanın feyziyle bu risalenin nurlarına mazhar olmaklığımla beraber, birkaç cihette halim perişan ve birkaç hastalıkla vücudum sarsıldığı bir zamanda acele yazılıp, birinci müsvedde ile iktifa edildi. Hem yazdığım vakit, irade ve ihtiyarım ile olmadığını hissettiğimden, kendi fikrimle tanzim veya ıslah etmeği muvafık görmediğim için bir parça fehmi işkal edecek bir vaziyet aldı.” (Şualar sh 99)


Evet Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu gayet açık ve kesin beyanında, Risale-i Nur’u kendi fikriyle tanzim ve ıslah etmeyi muvafık görmediğini ifade ediyorken, kimin haddine düşmüş ki Risale-i Nur’un hem kelimatına hem de ifade tarzına açıkça müdahale etmek anlamına gelen ve adına sadeleştirme denilen azim tahrifat cinayetine cesaret edebilsin. Risale-i Nur’u sadeleştirme faaliyetine girişenlerin, kendi niyetlerinin halis olduğunu ifade etmeleri veya bu tahrifatlarını haklı gösterebilmek için alakasız misaller vermeleri ve fasid kıyaslar yapmaları, hiçbir şekilde neticeyi değiştirmez ve irtikab ettikleri bu dehşetli cinayetlerini haklı gösteremez.

Bakınız yine bu hususu teyiden Üstad Bediüzzaman Hazretleri Yirmisekizinci Mektubun Sekizinci Risalesinde ne buyuruyor.


Kur'anın bir nevi tefsiri olan Sözler'deki hüner ve zarafet ve meziyet kimsenin değil; belki muntazam, güzel hakaik-i Kur'aniyenin mübarek kametlerine yakışacak mevzun, muntazam üslub libasları, kimsenin ihtiyar ve şuuruyla biçilmez ve kesilmez; belki onların vücududur ki, öyle ister ve bir dest-i gaybidir ki, o kamete göre keser, biçer, giydirir. Biz ise içinde bir tercüman, bir hizmetkarız.”

(Mektubat sh 383)


Bilirsiniz, “cahil cesur olurmuş” diye meşhur bir söz vardır. Fakat ne kadar ilginçtir ki, meğer cesur olanlar sadece cahiller değilmiş. Cehalet bilgi eksikliğinden kaynaklandığı için, cesur bir cahil şahıs belki bir derece mazur görülebilir. Fakat Risale-i Nur’un sadeleştirilme adı altında tahrib ve tahrif edilmesinin mahzurları ve kat’iyen caiz olamayacağı hususlarında, bu güne kadar o derece kesretli tahşidat yapıldı ve muhtelif nev’iden öyle kuvvetli hakikatler beyan edildi ki, faraza bu konuda hiçbir bilgisi olmayan bir kimsenin dahi artık cahil kalabilmesinin imkan ve ihtimali yoktu.

Sadece Yirmisekizinci Mektubdan verdiğimiz şu misal dahi, konuyu aydınlığa kavuşturma açısından tek başına kafi derecede yeterli değil midir? Üstad Bediüzzaman Hazretleri burada, bir dest-i gaybi tarafından o kamete göre kesilip, biçilip giydirilen Risale-i Nur’un muntazam üslub libaslarının hiç kimsenin ihtiyar ve şuuruyla değiştirilemeyeceğini, gayet açık ve net bir şekilde ifade ediyor ve “Biz ise içinde bir tercüman, bir hizmetkarız.”

Diyerek de, bizlerin hakiki vazifesinin yalnızca o nurları asliyetine hiçbir şekilde dokunmadan orijinal haliyle muhtaçlara ulaştırmaktan ibaret olduğuna dikkat çekiyor.

Risale-i Nur Külliyatı baştan başa buna benzer gayet açık ve net kesin ifadelerle dolu iken, aralarında Ufuk yayınevi de dahil olmak üzere bir bazılarının kalkıp da, “Kur’an-ı Kerimin ve hadis-i Şeriflerin başka lisanlarda mealleri oluyor da, Risale-i Nur’un kelimelerine niçin dokunulamasın?, Risale-i Nur başka lisanlara tercüme edilirken herkes memnun oluyor ve buna itiraz etmiyorlar da, şimdi sadeleştirilip günümüz lisanına uygun hale getirilince niçin buna karşı çıkılıyor?” ve benzeri alakasız kıyaslar yapmaları ve fasid deliller getirmeye çalışmaları, Risale-i Nur’a ve Üstad Bediüzzaman Hazretlerine sadakatsızlık göstermek ve dahası hürmetsizlik etmektir. Zira Risale-i Nur’da bu minval üzere azim tahşidat bulunduğu halde, bir örnek olması açısından yukarıda sadece birkaç misalini vermiş olduğumuz şekilde, Üstad Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur’un kelimat, ifade tarzı ve kısacası orijinal lisanına kendisi de dahil olmak üzere hiçbir kimse tarafından hiçbir şekilde dokunulamayacağını beyan ettikten sonra, artık bunun üzerine Risale-i Nur’un sadeleştirilmesi gerektiğinin lüzumunu ispat edebilme gayesiyle, hak ve hakikate istinad etmeyen, alakasız kıyaslardan oluşan malum fasid görüşleri ileri sürmek, Üstad Bediüzzaman Hazretlerini cahillikle ittiham etmekten başka bir anlama gelmemektedir.

Ey sadeleştirme taraftarları, elinizi vicdanınıza koyun ve şöyle bir düşünün, Üstad Bediüzzaman Hazretleri sizlerin bugün büyük bir keşif yapmışınız edasıyla ortaya çıkıp da, sadeleştirmeye delil olarak gösterdiğiniz Kur’an-ı Kerimin başka lisanlarda meallerinin olduğunu ve hadis-i Şeriflerin başka lisanlara tercüme edildiğini bilmiyormuydu ki, talebelerinden ısrarla Risale-i Nur’un lisanına hiçbir şekilde dokunulmamasını istedi. Demekki Kur’an-ı Kerimin ve hadis-i Şeriflerin meallerinin bulunması mes’elesi, Risale-i Nur’un sadeleştirilmesinin meşru bir fiil olduğunu ispat eden bir kıyas değilmiş.

Ve keza, Risale-i Nur’un iman kurtarma mesleğinde sadece bir vesile olduğunu ve vesilenin netice yerine ikame edilmemesi gerektiğini söyleyerek, sadeleştirmenin de aynı şekilde Risale-i Nur’u günümüz insanlarının anlayabileceği bir tarzda takdim ederek, asıl dava olan iman kurtarma hizmetinde bir vesile olduğunu dile getirenler de, bilerek veya bilmeyerek Üstad Bediüzzaman Hazretlerini, ileri sürmüş oldukları bu meseleyi anlayamamış olmakla ittiham etmiş oluyorlar. Zira eğer hakikat bu husustaki iddiayı öne sürenlerin dile getirdikleri gibiyse, Risale-i Nur’a hiçbir şekilde kalem karıştırılmamasını kesin bir kararlılıkla taleb eden Bediüzzaman Hazretleri, iman hakikatlerinin neşrinde gayet bedihi bir mes’ele olan vesile ve netice gibi basit bir konuyu dahi anlayamamış ve birbirine karıştırmış konumuna düşürülmüş oluyor. Gerçi bu sadeleştirmeciler sahte Lem’alar ve Sözler kitablarında Üstad Bediüzzaman Hazretleri için, “aklı karışık ve sığ anlayışlı” gibi ibareleri kullanmaktan hiç çekinmemişlerdi.

Ve hakeza, Üstad Bediüzzaman Hazretleri bir yandan Arabça İşarat-ül İ’caz ve Mesnevi-i Nuriye gibi kitablarının, kardeşi Abdulmecid Nursi tarafından Türkçeye tercüme edilmesine bizzat izin verirken, diğer yandan başta Ahmet Feyzi Kul gibi en yakın talebelerinden birisinden gelen ve iyi niyetle yapıldığından şüphe bulunmayan Risale-i Nur’un cüzi bir bölümünün yeni nesiller tarafından daha kolay anlaşılabilmesi için sadeleştirilmesi talebi olmak üzere, ayrıca meşhur edip Necip Fazıl Kısakürek’in Büyük doğu dergisinde Risale-i Nur’u sadeleştirerek neşretme faaliyetlerine, kesin bir kararlılıkla engel olması açıkça gösteriyor ki, Risale-i Nur’un başka lisanlara tercüme ediliyor olması, günümüzde halk arasında kullanılan dile çevrilerek sadeleştirilmesi gerektiğini iddia edenler için hiçbir surette delil ve hüccet olamaz.

Demekki, malum taifenin Risale-i Nur’un dünyanın bir çok lisanlarına tercüme ediliyor olmasına dikkatleri çekerek, uzun senelerdir dile getirdikleri ve 2012 senesi başından itibaren bizzat fiile geçirdikleri sadeleştirme faaliyetlerini haklı göstermeye çalışmak cahilane bir cerbeze ve Tamamen fasid bir kıyastır.

Eğer Risale-i Nur’un başka lisanlara tercüme ediliyor olması, sadeleştirmenin caiz olduğuna bir delil olsaydı, Üstad Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur’un başka lisanlara tercümesine izin verirken, sadeleştirilmesine bu kadar kesin bir şekilde karşı çıkmazdı.

Çünki tercüme demek, bir eserin kendi lisanından tamamen başka olan bir diğer lisana çevrilmesi hadisesidir. Risale-i Nur Arabçaya, İngilizceye veya dünyanın bir başka lisanına tercüme edilebilir. Bu durum ilgili eserin orijinal lisanını hiçbir şekilde bilmeyen ve tamamen farklı olan bir başka lisanı konuşan kişiler için, zaruret hükmünde olduğundan dolayı caiz olabilir. Fakat Risale-i Nur zaten Türkçedir ve aynı lisandan yine aynı lisana tercüme olamaz. Kur’an-ı Kerim meallerinin de asıl hakikatı budur. Yani Arabçayı hiç bilmeyen toplumlara, zaruret ortaya girdiğinden dolayı Kur’an-ı Kerimin o lisana ait tercümesi okutulabilir. Ancak Kur’an-ı Kerimin Arabçadan yine Arabçaya çevrilmiş meali olamaz.


Hadis-i Şerifler için de durum yine aynı minvaldedir. Arabça bilmeyen milletlere, zaruret dolayısıyla kendi lisanlarında hadis-i Şerif mealleri hazırlanabilir. Fakat hadis-i Şeriflerin orijinalleri zaten Arabça olduğundan dolayı, Arabça konuşanlar için Arabça meali yapılamaz.


Burada yeri gelmişken, “Risale-i Nur’un lisanı Osmanlıcadır, farklı olan iki lisan arasında tercüme yapılabildiğinegöre, Risale-i Nur Osmanlıcadan Türkçeye tercüme edilebilir.” Diyenlere de, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin lisanıyla Yirmiikinci Söz’ün İkinci Makamının başında yer alan ifadelerle cevab verelim.


“Ondört sene evvel, (şimdi otuz seneden geçti) şu ayetin bir sırrına dair İşarat-ül İ'caz namındaki tefsirimde arabiyy-ül ibare bir bahis yazmıştım. Şimdi arzuları bence ehemmiyetli olan iki kardeşim, o bahse dair Türkçe olarak bir parça izah istediler. Ben de Cenab-ı Hakk'ın tevfikine itimaden ve Kur'anın feyzine istinaden diyorum ki:” (Sözler sh 252)


Evet Sözler kitabından yapmış olduğumuz bu nakilden de açıkça anlaşılıyor ki, Risale-i Nur’un lisanı Türkçedir. Pekala bu mes’eleleri çok iyi biliyor edasıyla ortalıkta boy gösteren ve Risale-i Nur’un başka lisanlara tercüme ediliyor olmasını kendilerine delil kabul eden ey siz sadeleştirmeciler, acaba Risale-i Nur’u hangi lisandan hangi lisana çevireceğinizi bir zahmet bizlere beyan eder misiniz? Risale-i Nur gibi zengin bir kelime hazinesiyle üslub-u ali ile te’lif edilmiş olan bir Külliyat, ahirzamanın dehşetli komiteleri tarafından, tahrib maksadıyla içine uydurma kelimeler doldurularak basitleştirilmiş bir lisanın adi kelimelerinin seviyesine indirilemez. Sadeleştirme adı altındaki böyle bir faaliyet hangi niyetle yapılmış olursa olsun, ahirzamanın malum tahribatçı cereyanına hizmet etmekten başka bir anlama gelmez.

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin, Risale-i Nur’a sadakat hususuna, büyük bir ehemmiyet verdiğinin hikmet ve sebebini şöyle bir düşünün. Niyet ne olursa olsun, Risale-i Nur’un sarih ifadelerinin dışında kalan her türlü fiil, gizli dinsiz cereyana destek vermek hükmüne geçer. Yirmibirinci Lem’a olan İhlas risalesinin Birinci düsturunda, “Amelinizde rıza-yı İlahi olmalı” buyruluyor. Dikkat edilirse burada niyetinizde rıza-yı İlahi olmalı değil de, amelinizde rıza-yı ilahi olmalı deniliyor. Demekki fiillerimizde, yalnızca niyetimizin iyi olması yeterli olmuyor, aynı zamanda amelimizin de rıza-yı İlahiyeye muvafık olması gerekiyor. Bizlerin dünyevi akıllarıyla çok faydalı olarak gördüğümüz bir fiil, eğer kitaba muvafık gelmiyorsa, niyetimiz ne olursa olsun o fiilimizin adı hizmet değil olsa olsa hezimettir. Bu şekilde irtikab ettiğimiz bir fiilimizin cezası, ilgili fiilin büyüklüğüne göre değişiklik gösterir. Eğer çok dehşetli bir fiil irtikab etmişsek, bu cinayetimizin hesabı büyük mahkemede görülebilmesi için ahrete bırakılır.

Aziz kardeşlerimiz, Ufuk yayınevinin sitesinde yayınlanan ilgili yazılarına vermiş olduğumuz cevabın birinci bölümünü burada nihayetlendiriyoruz. İnşallah ikinci bölümünde de yine ilgili yazıda yer alan diğer hususlara cevablar vereceğiz.

O yazımızdan evvel , bu konularda daha önce yine sizlerle paylaşmış olduğumuz yazılardan birisi olan, “Risale-i Nur anlaşılamıyor” diyerek sadeleştirenler, acaba bu iddialarında ne derece samimiler?” adlı yazımızı aşağıdaki linkten okumanızı tavsiye ediyoruz.

http://www.nurunmudafasi.com/?pnum=70&pt=“Risale-i Nur anlaşılamıyor” diyerek sadeleştirenler, acaba bu iddialarında ne derece samimiler?

Selam Hüdaya tabi olanlara, bütün levm ve itab da heva ve hevesine tabi olanların üzerine olsun.

(Talib-i Hakikat 07.05.2013)

http://www.nurunmudafasi.com/?pnum=87&pt=ufuk+yayınevine+cevab+-1