1.      Neşir hakkı kimindir ?

2.      Varis kimlerdir ?

3.      Risale-i Nur talebesi olmak sadece Üstadı görmekle tahakkuk etmez

4.      Mehmed Fırıncı ve Mehmed Kutluları yakından tanıyalım

 

Mehmet Fırıncı Bediüzzaman Hazretlerinin varisi ve vekili olmadığı halde Diyanetin bastığı İşarat-ul İ‘caz tefsirinde hem kendisi hem Kitaba 70 Sayfa Önsöz yazmakla Muhsin Demirel ve  Kitabı son okuyuşlarıyla onaylayan Said Yüce, Ümit Şimsek, İhsan Kasım Salihi, Muhammed Özdemir, söz sahibi olmuşlardır. YENİ ASYA cılar ise TEKEL yaygarası koparıyor. Halbuki Zübeyr abinin Neşriyat Birligi ve konuyla ilgili kocaman madde madde ihtarları lahika ve belge şeklinde duruyor.

Peki buna selahiyetleri varmıdır?

Yoktur!!

Hem Mehmed Fırıncı (NESİL; SÖZ BASIM), hem Mehmed KUTLULAR (YENİ ASYA) ın başlarında bulundukları Yayınevleri Risale-i Nuru tahrifli bastılar ve Varis Ağabeyler tarafından en son 2008 de ikaz edildiler:

 

 

     Aziz Muhterem Kardeşlerimiz!

 

Evvela: Bu gelen Ramazan-ı şerifinizi ve hizmetlerinizi tebrik ederiz.Biz üstadın vasiyatnamesinde yazdığı hayatta kalan varisleri olarak 27 Ağustos 2008 Çarşamba günü İstanbul’da bir araya geldik.

 

 Nur’un bazı meselelerine ve neşriyata dair hususlar görüşüldü.Her tarafta kardeşlerimizin kemali sadakat ve ciddiyetle Nurlara sarılmalarını kemal-i hürmet ve sevinç ve şükranla yad ettik.

 

 Neşriyata dair bazı hususların nazar-ı dikkate alınmasını maslahat-ı Nuriyye adına elzem gördük şöyle ki:

 

 Dahil ve haricte Nurların neşriyatının fevkelhad yayılmasını ve Nur derslerinin her tarafta okunmasını, Rahmet-i İlahiyye’nin bu millete ve Alem-i İslam’a bir bayram sevinci yaşattığını görmekte ve şükranla karşılamaktayız.

 

Saniyen: Risale-i Nur’un dahil ve hariçteki neşriyatında bazı noktalara dikkat edilmesi lazım geldiği kanaatindeyiz.

 

   Nurlar’ın neşriyatının aynen Üstadımız zamanında olduğu gibi yapılması zaruridir ki; sadakatımızı ve Üstadımıza layık bir talebe olabilme şükranımızı ifa etmiş olalım.

 

   Mesela: Üstadımız bazı lahika mektublarında şerh ve tashih manasında ilaveler yapmak ve bazılarını çıkarmak gibi tasarrufatta bulunmak sadakattan uzaklaşmaktır.Bu tahrifatı asla tasvib etmiyoruz.

 

 Üstadımız, Risale-i Nur’un telifinden sonra “bir harfini de değiştirmeye me’zun değilim”, dediği halde bazı neşriyatların, Üstadımızın bu ikazlarına uymaması ve tasarruflarda bulunmaları katiyyen tasvib edilemez.

 

Üstadımız, Risale-i Nur’da aynen şöyle buyuruyor :            Risale-i Nur, bu vazifeyi en dehşetli bir zamanda ve en lüzumlu ve nâzik bir vakitte,herkesin anlıyacağı bir tarzda hakaik-ı Kur'âniye ve îmaniyenin en derin ve en gizlilerini gayet kuvvetli bürhanlar ile isbat ederek…(Sikke-i Tasdik-i gayb-i 132 )

 

gibi çok beyanlarla nura sadakatımızı ders verdiği halde…bazıların bilerek veya bilmeyerek sahife altına lugat koymaları ve uzun izahlarla ilaveler ve şerhler yapmalarısadakatımıza ve ustadımızın tanzim ve tertibine muhalefet olduğu malumdur.

 

 Üstadımızın nazarından geçip tasvib ettiği orijinal neşriyatlar devam etmektedir.

 

 Muhabbet ihlas ve sadakatımızın devamını Cenab-ı Hak’dan niyaz ederiz.

 

 

 Mustafa Sungur, Husnu, Abdullah,Ahmed Aydemir,Tillolu Said, Seyyid Salih

 

 

 

1.      Neşir hakkı kimindir?

 

Evvela şunu bilmek ve kabul etmek gerek: Üstadımızdan vekaleti olmayanlar Nurları neşredemezler!

Cünkü görüyoruz ki Risale-i Nur üzerinde

    v sadeleştirme,

    v indeks

    v   ve lugatçe

    v   ayet ve hadislere meal ilave etmek

gibi çalışmalar, Üstadımızdan vekaleti olmayanlarca basılması ile başlıyor.  (Ömer Cicek, Video)

 

Ve günümüzde Diyanetin Bastığı İşaratul İ`cazda 70 sahifelik bir önsözün ilavesi, Bediüzzaman Hazretlerinin istemediği halde Münafıklar bahsinin latince neşri, aynı kitabda Arabça Türkçe metinlerin karşılıklı basılması ve atıflar, dipnotlar eklenmesi hep NEŞİR YETKİSİ OLMAYANLARIN FETVASIYLA meşrutiyet kazandı.

Evvela Zübeyir Ağabey hayattayken, böyle Üstad’dan vekaleti ve yetkisi olmayan yayınevi yoktu. Risale-i Nurun, Üstad’dan vekaleti  olanlarca bir elden tab hizmetinin önemini takib edilmesi gereken tarzımız olarak anlatırdı.

 

„Üstadımızdan vekaleti olmayan bir başka şahıs veya şahıslar gurub olalark bizde tab yapacağız, tab yaparak hizmet edeceğiz demek,cemaatimizin içinde rekabete kapı açmaktır, ki bu çığır açılmamalıdır bu bir fitnedir.“ (Zübeyir Gündüzalp)

 

Üstadın hizmetlarklarıda kendi nezaretlerinde ehl-i hizmet kardeşlerle ahengi içerisinde beraber yapagelmişlerdir. Bu ahenk , bu silsile, bu birlik ve bu bir elden tab hizmeti nesilden nesile intikal ederek bir eldenlik kıyamete kadar devam ettirilmelidir. Bunda Risale-i Nurun Üstadımızdan gelen ayniyetçiliği ve Üstadımıza aidiyetçiliğinin muhafazası ve dairemizin tesanüdünü birlik ve beraberliğini dirlik ve düzenini muhafaza bakımından sayılamıcak kadar faydalar vardır. (Zübeyir Gündüzalp)

 

Bugün “Tekel den “ neşretmeyi tenkid eden YENİ ASYA mensubları, evvela TEKELİN anlamını onun izinden gittiklerini iddia ettikleri Zübeyir abinin Notların öğrensinler.

 

“Yayın birliğini muhafaza etmek, Nur Talebelerinin tesanüdünü koruyabilmek için çok önemlidir.” Diyen Zübeyr Gündüzalp yazısının devamında Halis ve sadık bir Nur talebesinin  Varislerden kopuk neşriyat yapılmasının mümkün olmadıgını söyler. Yapanlar (YENİ ASYA; NESİL; SÖZ BASIM) FİTNE kapısını açmışlardır…

 

Risale-i Nur ve Talebelerinin faaliyetlerine ve gücüne dünyada hiç  bir zındık dinsiz karanlık güçler alakasız değildir. Üstadın vefatında ingiliz, rus, fransız radyoları türkçe Üstadın aleyhinde neşriyat yaptılar. Kötüleyici. Üstad en ücra denilebilecek bir otel odasında vefat etti. Ne topu var ve tüfeği, ne ordusu. Bu üç devleti ilgilendiren ne ki, öyle aleyhte neşriyat yaptılar. Üstad öyle bir fikri cereyan vücuda getirmiş ki zındıkları tir tir titretiyor. Onların müslumanlar ve islamiyet aleyhinde bütün planlarını tar-u mar ediyor. Onun için lakayd kalmıyorlar. Ayrıca Üstad bu 3 devlet, islamın ezeli ve ebedi düşmanıdırlar. Bu üç devlete hakkımı helal etmiyorum demiştir. Bunları dünyada hiçbir zındık dinsiz karanlık güçler alakasız değildir iddiama delil olarak anlatıyorum.

Zikrettiğim zararları ve daha bir çok başka zararları vermek için

    v   bazı hissiyatları

    v   ve içimizde bazı kimseleri

    v   amaçlarını gizliyerek

v   naşirlerin bazı beşeri kusurarını bahane ederek, siz daha iyi yapabilirsiniz vs tahrikleriyle

Risale-i Nurun bir elden tab hizmetini ceşitlendirip Risale-i Nurun aleyhinde kullanabilirler.

Bu yolla uhuvvvet ve tesanudümüzü bozabilirler. Öylece büyük bir fitneyi içimize sokarlar Nur Talebeleri bu oyuna düşmemelidir. Içimizden kandırıp böyle yapanlar olursa, böyle bir oyuna gelmiş olur. Hangi niyetle olursa olsun fitneye sebeb olacağından sadakatsizlikdir. ..adeta korsan bir faaliyetidir. Bunun maddi, manevi, dünyevi ve uhrevi vebali azimdir. Hizmet yapıyorum diye bu yolla Nur Talebelerinin içerisine bir rekabet sokub onların uhuvetlerini tesanüdlerini bozanların manevi mesuliyetleri çok büyüktür, ki bunu ancak

      v   su-i maksadlı

      v   ve emr-i ilahi ve nehy-i ilahiye,

      v   hukuk-u ibadın ve müellifin haklarına riayette amel amelsiz,

      v sadakatsiz,

      v   ihlassız,

      v   şayan-ı itibar ve güvenilir olmayan kişiler yapar. (Zübeyir Gündüzalp)

 

Bediüzzaman Hazretleri Diyanetin Nurlara SAHİB çıkmasını arzu etmişdir.. Sahib çıkmak ise,

AYİNİYETİNİ ve AİDİYETİNİ muhafaza ile olur. Diyanetin neşrettiği İsaratul İ`caz, YENİ ASYA ve

NESİL (SÖZ BASIM) tarzında olduğu icin asla tasvib edilmez.

 

Ne YENİ ASYA, ne NESİL (SÖZ BASIM) gibi yayınevlerin neşir haklarıyoktur çünkü neşir hakkını ve

vazifedarları  Bediüzzaman Hazretleri daha hayattayken Vasiyetleriyle belirlemiştir.

 

Burada kamuoyunu bir banrol açıklamasıyla yanlış bilgilendiren Kültür Bakanı Ömer Çeliğe de

bir hatırlatmada bulunuyoruz. Kendisi 19.11.2014 tarihinde Risalehaber sitesinde yayınlanan bir

açıklmasında "Bize bir başvuru geldi. Başvuru şu, şikayet; Risale-i Nur basanların hiçbirinin

basma yetkisi yoktur. Çünkü hiçbir yasal varis değildir“, demiştir.

Bu yanlıştır!

Bediüzzaman Hazretleri hem Emirdağ Lahikasında neşredilen Vasiyetmanesinde,hem 1960da

resmi makamlar için hazırlattığı Vekaleti ile Tab yetkisi olan şahısları tayin etmişdir.

 

 

 

2.      Varis kimlerdir

 

 

Vasiyetnamemdir

 

            Aziz, sıddık kardeşlerim ve vârislerim!

 

            Ecel gizli olmasından, vasiyetname yazmak sünnettir. Benim metrukâtım ve Risale-i Nur'dan olan benim hususî kitablarım ve güzel cildlenmiş mecmualarım vesair şeylerimin bütününü, Gül ve Nur fabrikalarının heyetine, başta Hüsrev ve Tahirî olarak o heyetten oniki {(*): Kardeşim Abdülmecid, Zübeyr, Mustafa Sungur, Ceylan, Mehmed Kaya, Hüsnü, Bayram, Rüşdü, Abdullah, Ahmed Aytimur, Âtıf, Tillo'lu Said, Mustafa, Mustafa, Seyyid Sâlih.} kahraman kardeşlerime vasiyet ediyorum. Onlara bırakıyorum ki; emr-i hak olan ecelim geldiği zaman, benim arkamda o metrukâtım, benim bedelime o sadık ve mübarek ellerde hizmet-i Nuriye ve imaniyede çalışsın ve istimal edilsin.

 

           Kardeşlerim! Bu vasiyetten telaş etmeyiniz. Ben, teessürattan ve dokuz defa zehirlenmekten, pek çok zaîf olmakla beraber; gizli münafıkların desiselerle müteaddid sû'-i kasdları için bu vasiyeti yazdım. Merak etmeyiniz, inayet-i Rabbaniye ve hıfz-ı İlahî devam ediyor.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Kardeşiniz Said Nursî

 

Bu vasiyetnamede görüldüğü gibi Mehmet Fırıncı varis değildir. Kitab bastırma yetkisi yokdur. Mehmed Kutlular ise, zaten Beduüzzaman Hazretlerini hayattayken görmemiştir. Onunda bir yayınevinin (YENİ ASYA) başına geçip  Nurları bastırma yetkisi yoktur.

 

Üstadımızın Risale-i Nurun tab hizmetini kimlerin yapabileceğine dair ayrıca noterden vekaleti vardır. O vekaletide şudur: bunun dışında hic kimsenin tab yetkisi yoktur.   

 

Yüzotuz parçadan mürekkep Risale-i Nur Külliyatından Sözler, Mektubat, Lem’alar Şualar, Mesnevi-i Nuriye, İsaratul İcaz, Lahika Mektublarını ve sair Türkçe ve arabi eserlerinin neşir ve muhafaza ve müdafalarına ait her türlü haklarımı hususi hizmetkarlarım ve varislerimden tahiri, Sungur, Zübeyir, Ceylan, Hüsnü , Bayram  ve Talebelerimden Said Özdemir ve Ahmet Aytimura tevdi ediyorum. Ben öldükten sonra bana aid bütün Risale-i Nur Kitablarının neşrine devam edeceklerdir.

 

Risale-i Nur ne benim, ne de başkasının malıdir. Kuranın malıdır. Risale-i Nurun hasılatı Risale-i Nurun ve Hizmetinindir. Bu manevi evlatlarım ve talebelerim benim tarzımda Risale-i Nura ve umumuna hizmet edeceklerdir.

Lüzumu halinde bu vasiyetimi alakadar resmi makamata vermek üzere tanzim ediyorum

Said Nursi

 

Yine Mehmed Fırıncının ismi geçmez. Bu Vekalet 1960 da yazılmıştır. Dolayısıyla, Üstad Hazretleri dileseydi Mehmed Fırıncıyıda Varisler arasında zikredebilirdi. Etmediğine göre neşir vazifesiyle muvazzaf değildir.

Mehmet Kutlular (YENİ ASYA) dahi VARİS değildir, Risale-i Nuru neşretme yetkisi yoktur.

Diyanet ise, Risale-I Nurun asliyetini ve aidiyetini muhafaza etme şartıl ile Nurları basabilir:

Birincisi: Siz -mümkün olduğu kadar- Diyanet Riyaseti'nin şubelerine, mümkünse eski harf, değilse yeni harf ile ve has arkadaşlarımdan tashihe yardım için birisi başta bulunmak şartıyla, memleketteki Diyanet Riyaseti'nin şubelerine yirmi-otuz tane teksir ederek göndermektir. Çünki haricî dinsizlik cereyanına karşı böyle eserleri neşretmek, Diyanet Riyaseti'nin vazifesidir.

                                                                                                                      Said Nursî

Tarihçe-i Hayat ( 615 - 616 )      

 

Nur Talebeleri Diyanette böyle bir yayın yaparsa, Risale-i Nurun Üstadımızdan gelen ayniyet ve aidiyetini korunması için diyanete müracatla bilabedel çalışıp böyle bir zarar verme ihtimalini önlemek sadakatini gösterirler.( Zübeyir Ağabeyin bu sözleri yanında kalan kardeşlerine adeta vasiyeti hükmündeydi.)

 

 

 

3.      Risale-i Nur talebesi olmak sadece Üstad Hazretlerini görmekle tahakkuk etmez

 

Bediüzzaman Hazretlerini gören herkes ona Talebe midir? Talebe olmanın şartları nelerdir.

 

Talebeliğin hâssası ve şartı şudur ki: Sözler'i kendi malı ve te'lifi gibi hissedip sahib çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini, onun neşir ve hizmeti bilsin.

Mektubat ( 344 )

 

„Sahib çıkmak“ nedir?

Evvele „Sahib- sahabet“ nedir, bilinmeli:

Temel lugatlerde:

Koruma kuvvetine sahib olarak korunması gereken şeyin koruyabilir olan bir kuvvetin devreye girmesi manasında…

 

Sizi temin ederim ki; şimdi ecel gelse ölsem, kemal-i rahat-ı kalble karşılayacağım. Çünki içinizde kuvvetli, metin, genç çok Saidler bulunduğuna ve bu bîçare, ihtiyar, hasta, zaîf Said'den çok ziyade Risale-i Nur'a SAHİB ve vâris ve hâmi olacaklarına kanaatım geliyor.

Şualar ( 310 )

 

„Risale-i Nura sahib“ demekle, Risale-i Nurun korunması, yani onun ayiniyet ve aidiyetinin muhafazası!

 

Madem şimdi her tarafta Nurlara kuvvetli ve kesretli eller sahib çıkıyorlar ve tam muhafaza ve neşrine çalışıyorlar, elbette ben bir parça istirahat etsem tenbellik olmaz.

Emirdağ Lahikası-1 ( 170 )

 

Hem bugüne kadar NESİL ve YENİ ASYA, hem malesef Diyanetin baskısında NURLAR muhafaza edilmemiştir, Nurlara SAHİB çıkılmamıştır.

Bizler Diyanetin neşretmesine karşı değiliz. Devlet eliyle Nurların korunmasını Bediüzzaman bizzat kendi istemiştir:

 

Hükûmetin erkânlarından bekliyordum ki, bazıları bu eserlere SAHİB çıksın. Çünki ben, ölmek üzereyim; hem elim bağlı, SAHİB olamıyorum. İnşâallah Ahmed Hamdi gibi dindar, muktedir zâtlar benim bedelime SAHİB çıkacaklarına ümidle müteselli oluyorum. Bu vatanın ve İslâmiyet câmiasına yapacağınız bu kudsî vazifenizin mahkeme-i kübrada şefaatçi olmasına dua eder, hem de bilhâssa o iki zâta selâm ederim.

Emirdağ Lahikası-1 ( 247 )

YANİ AYİNİYETİNE AİDİYETİNE TASARRUF ETMEDEN SAHİB ÇIKSIN…

 

Muhterem Ahmed Hamdi Efendi!

Bir hâdise-i ruhiyemi size beyan ediyorum: Çok zaman evvel zâtınız ve sizin mesleğinizdeki hocaların zarurete binaen ruhsata tâbi' ve azimet-i şer'iyeyi bırakan fikirlerine, benim fikirlerim muvafık gelmiyordu. Ben hem onlara, hem sana hiddet ederdim. "Neden azimeti terkedip ruhsata tâbi' oluyorlar?" diye Risale-i Nur'u doğrudan doğruya sizlere göndermezdim. Üç-dört sene evvel kalbime size karşı tenkidkârane bir teessüf geldi. Birden ihtar edildi ki:

"Bu senin eski medrese arkadaşların olan başta Ahmed Hamdi gibi zâtlar, dehşetli ve şiddetli bir tahribata karşı "ehven-üş şer" düsturuyla bir kısım vazife-i ilmiyeyi, mukaddesatın muhafazasına sarfedip, tehlikeyi dörtten bire indirmeleri, onların mecburiyetle bazı ruhsatlarına ve kusurlarına inşâallah keffaret olur" diye kalbime şiddetle ihtar edildi. Ben dahi sizleri ve sizin gibilerini, o vakitten beri yine eski medrese kardeşlerim ve ders arkadaşlarım diye hakikî uhuvvet nazarıyla bakmağa başladım. Onun için benim bu şiddetli tesemmüm hastalığım vefatımla neticelenmesi düşüncesiyle, Nurlara benim bedelime hakikî SAHİB ve HAMİ ve MUHAFIZ olacağınızı düşünerek ve üç sene evvel sizin ısrarla bir takım Risale-i Nur'u istemenize binaen vermek niyet etmiştim. Şimdi hem mükemmel değil, hem tamamı değil, Nur şakirdlerinden üç zâtın onbeş sene evvel yazdıkları bir takımı sizin için, şiddetli hastalığım içinde bir derece tashih ettim. Bu üç zâtın kaleminin benim yanımda on takım kadar kıymeti var. Senden başka bu takımı kimseye vermeyecektim. Buna mukabil onun manevî fiatı üç şeydir:

Birincisi: Siz -mümkün olduğu kadar- Diyanet Riyaseti'nin şubelerine, mümkünse eski harf, değilse yeni harf ile ve has arkadaşlarımdan tashihe yardım için birisi başta bulunmak şartıyla, memleketteki Diyanet Riyaseti'nin şubelerine yirmi-otuz tane teksirederek göndermektir. Çünki haricî dinsizlik cereyanına karşı böyle eserleri neşretmek, Diyanet Riyaseti'nin vazifesidir.

Tarihçe-i Hayat ( 615 - 616 )

 

Nur Talebeleri Diyanette böyle bir yayın yaparsa, Risale-i Nurun Üstadımızdan gelen ayniyet ve aidiyetini korunması için diyanete müracatla bilabedel calışıp böyle bir zarar verme ihtimalini önlemek sadakatini gösterirler.( Zübeyir Ağabeyin bu sözleri yanında kalan kardeşlerine adeta vasiyeti hükmündeydi.)

Risale-i Nurun ayiniyet ve aidiyetini bozan her kim olursa olsun Nur talebeleri buna karşı çıkıp önlemezlerse, Üstadın emanetine sahib çıkamamış ve sadakatsizlik yapmış olur, manen mesul olurlar. (Zübeyir Gündüzalp)

 

Risale-i Nur'a sahib ve vâris ve hâmi olacaklarına kanaatim geliyor. Şualar.310

 

Demek, Kitabların asliyetini, ayniyetini ve aidiyetini muhafaza edemeyenler Talebe olamaz. Talebe olmanın şartını yine Risale-i Nur belirler ve belirlemiş.

Hem YENİ ASYA, hem NESİL ve SÖZ basım Nurları Üstad Hazretlerinin istediği şekilde basmadılar. Bilhassa Söz basımın basım tarihinde öyle bir cinayet var ki bundan açıkca tövbe etmedikleri süre bizde bu cinayeti teşhir edeceğiz, ta ki Diyanette fetvacı olan bu guruh bilinsin.

 

“MUSTAFA KEMAL 1881 yılında Selanik’te doğdu…

………

………

………

… 1938 tarihinde, İstanbul’daki Dolmabahçe Saray’ında öldü.

Bediüzzaman ile Mustafa Kemal arasında, özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında bazı diyologlar gerçekleşti. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Ankara, Ankara Kalesi maddeleri) İlk dönem milletvekillerinden olan Hüseyin Aksu, “Son Şahitler Bediüzzaman’ı anlatıyor” isimli eserin 4.cildinde yaşadığı bir hadiseyi şöyle anlatır.

“Mecliste Mustafa Kemal ile Bediüzzaman uzun uzun görüşüp konuştular. Mustafa Kemal kendisinden yardım istedi. “Siz İstanbul’u ahvali dünyayı biliyorsunuz, birlikte şu memleketi kurtaralım. Bizim gayemizin ne olduğu sizce malumdur Hocam!” demişti. Konuşmada diğer mebus (milletvekili) arkadaşlar da bulunmuşlardı.

Mustafa Kemal muvaffak olmak için kendisinden dua istedi. Bediüzzaman ise, “Memlekete hizmet edenlerin duasını Allah u Teala kabul eder. Vatan için çalışanların say u mesaisini Allah boşa çıkarmaz. Biz de duamızı yaparız” demişti…

Bir gün yine Mecliste oturmuş bir sohbet toplantısı yapıyorduk. Orada Mustafa Kemal Paşa ve Bediüzzaman da vardı. Mustafa Kemal: “Hocam bizim gayemizi biliyor musun? Nedir acaba?”

Bediüzzaman cevaben:

“Biliyorum. Bu vatanı kurtarıp, düşmanı bu topraktan atmaktır. Bir binayı yaparken adalet üzerine kurmalıdır. Siz böyle bir adalet ve temel üzerine kurduktan sonra, Allah sizi muvaffak eder” dedi.” (Söz Basım Yayım, İstanbul: 2006, Şualar sh: 1049)

*****

Baş tarafı, M.Kemal’in kronolojik hayatını anlatan; ve Üstad Bediüzzaman Hazretleri ile münasebetlerin anlatıldığı son kısmının tamamını aldığımız bu bahis, Şualar kitabının içerisinde yayınlanmıştır. Şimdiye kadar Risale harici kitaplarda bu tarz çalışmalar yapıldı, yaptırıldı.Fakat Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin kendi telifine, hususan da Şualar kitabına bu bahsi dercetmek, gerçekten de cesaret işi (!) ve manevi sorumsuzluk örneği bir çalışmadır.

(ittihad.com)

 

 

 

Mehmed Fırıncı ve Mehmed Kutlular Bediüzzaman Hazretlerinin Talebeleridir diyenlere bizde deriz:

TALEBE İSELER EF‘ALLERİYLE; İSPAT ETSİNLER; NEŞRİYAT İŞİNE KARIŞMASINLAR

 

Başında oldukları Yayınevleriyle Üstad Hazretlerinin eserlerine mi sahib çıkmışlar, yoksa Nurları  lugatçe, indeks , ek bilgiler ile tahrif mi ettiler?

Bu meseleyi biraz daha açalım:

 

“Saniyen, Nur’un metni, izaha ihtiyacı olsa, ya satırın üstünde, ya kenarında haşiyecikler yazılsa daha münasiptir. Çünkü metnin içine girse, teksir edilen nüshalar ayrı ayrı olur, tashih lazım gelir. Hem su-i istimale kapı açılır, muarızlar istifade ederler. Hem herkes senin gibi muhakkik, müdakkik olmaz, yanlış mana verir, bir kelime ilave eder, ehemmiyetli bir hakikatı kaybetmeye sebep olur. Ben tashihatımda böyle zararlı ilaveleri çok gördüm. Hem benim tarz-ı ifadem, bu zamanın Türkçesine uygun gelmiyor. Bir parça dikkat ve teenni ister.

Belki bunun da bir faydası, bir hikmeti var..” (Emirdağ lahikası, Elyazma 661)

 

 

 

NUR NEŞRİYAT KAİDESİ VE KALEM KARIŞTIRANLARIN MAHİYETİ

( ÜSTADDAN GELDİGİ GİBİ ÜSTADDAN GÖRDÜGÜMÜZ ŞEKİLDE )

ÜSTADIN KİTABINI MUDAFA ÇABASI BİZLERİ İKNASI

 

Yahya bin İbni Kesîr rivayet ediyor:

Kim "Ben âlimim" derse, o câhildir. Kim "Ben câhilim" derse, o câhildir. Kim, "Ben Cennetteyim" derse, o Cehennemdedir. Kim "Ben Cehennemdeyim" derse, o Cehennemdedir...

Mucemu's-Sağir' İmam Teberani (120)

 

Vehbi ilimle; sunuhat; ilhamat; ihtarat ile yazılmış bir eserin iki kapagı arasına kesbi ilimle bir nokta dahi ilave etmek merduttur.Zira bunun için aynı derecelere mazhar olan bir adam olmak gerektir.Buda muhaldir;eğer biri der ise ben böyle bir alimim bu ucb'dur; cahilligin delilidir.

Madde Madde Üstadın verdiği terbiyenin adımlarına bakalım.

 

1- ) Akla geliyor Nurun Metninin izaha ihtiyacı var; yahud metnin içinde izah edilse daha munasib olur;bu beşeri bir temayuldur;herkes böyle düşünebilir...

 

2-) Üstad metne girilmeden;ya satırın üstünde,yada kenarda haşiyecikler ile yazılsa daha munasibdir diyor; bir şey anlatmaya çalışıyor; evvel ahir hedef METNİN muhafaza edilmesi ve kalem karıştırmaya mani olmak.Hususi bir terbiye ve irşad gerektirdiği için üstad dersi önce bizim seviyemize getirip bizimle hemfikir gibi bizim zaviyemizden bakıp akla kapı açıyor; bu üstadımızın benzersiz bir irşadıdır.

 

3-) Metnin içine girerse diyor teksir edilen nushalar ayrı ayrı olur; herkesin nushası farklı olur;buda hoş olmaz..İşte zındıkanın birden fazla neşriyat meraklısı çıkarması;herkesin kafa fenerini işe dahil etmesi zaten bu yuzdendir.

 

4-) Su İstimaller ve ard niyetliler muarızlar farklı metinlerden ve izahlardan ve haşiyelerden yola çıkarak Nura hucum ederler bir kapı açmış oluruz; eger kalem kitabın içinde bir kere girerse vehbi ilme kesbi ilim mudahale ederse bu cinayet olur.

 

5-) Herkes senin gibi ( talebesine hitab ediyor ) muhakkik mudakkik olamaz; bir yanlış mana verir iyi niyetlede olsa bir hata eder; bir zarar verir; zira kesbidir.Şimdi hangi talebe buna cesaret eder ? Ve üstadın neşriyatında onun adını isitmal edip kendi satırlarını ona izafe eder; onun kitabına sokar ? Hiçbir talebe bunu artık yapmaz.Ancak ahmaklar ve enaniyetliler yapar.Yahud zındıklar yapar.

 

6-) Ben böyle zararlı ilaveleri çok gördüm ! diyor üstad; mudakkik muhakkik talebine artık manen sormuş oluyor ...'' Nurun Metninin izaha ihtiyacı var; yahud metnin içinde izah edilse daha munasib olur '' artık bu fikir çürüdü gitti.Bizde teyakkuz makamına geçtik; demek beşer aklımız bu mevzuda yetmemiş...

 

7-8-9-10 -) Üstad açmadan sadece işaret ederek Nurun manevi irşadına bir pencere açıyor; diyor....Bu kitaba KALEM karıştırmayın...

Okuyun; SAHIP çıkın...Sizler bu emaneti mudafa ve muhafaza edin...

Ve hakeza...

 

 

4. Mehmet Fırıncı ve Mehmed Kutluları yakından tanıylaım

 

BİR HADİSENİN GERÇEK DURUMU

Üstâd’ın Fatih semtinde parasıyla kiralıyarak bir iki ay içinde kaldığı evin hikâyesi şöyledir: Daha önceleri Mehmet Fırıncı’nın babasının kira ile oturmuş olduğu bir ev idi. Dolayısıyla M.Fırıncı’nın delâletiyle bu ev bulunmuş, Üstâd da ayda tesbit ettiğimiz kadarıyla otuz lira kira bedelini ödeyerek oturmuştu. Ahmet Aytimur’la, Abdulmuhsin Alev’in ifadeleri bunu böyle diyorlar. Ancak N.Şahiner her vesileyle bu meseleyi, yani Üstâd’ın 1953’te İstanbul’da kaldığı ev hikâyesini anlatırken; “M.Fırıncı’nın evinde kaldı” şeklinde kaydetmektedir. (75) Bu husus aslında cüz’î olup bizi ilgilendiren bir şey değildir. Nasıl ki, aynı günlerde Hazret i Üstâd İsküdar’daki eski bir dostu olan Hacı Şükrü’nün evinde ve ayrıca da Çamlıca’daki bir dostunun evinde de üçer gün kalmıştı.Bu hadisenin öncesi ve sonrasındada, Hz. Üstâd bazı talebe ve dostlarının evlerindede kalmaları olmuştu. Mesela 1951 ve sonralarında Eskişehirde Talebesi Abdüvahid Tabakçının evinde kalması gibi...Lâkin bu dostların evinde misafir olarak, mübalağasız şekilde kalmıştı. Onun gibi ..Mehmet Fırıncı’nın evinde de iki üç gün değil, bir iki ay da kalmış olabilirdi. Üstâd’ın hayatıyla ilgili olan bu cüz’i hadise ve mes’eleye bazı ilâveler ile başka şeyler istihdaf edildiğini insan hissetmektedir. (!) Hususiyle mübalağaların karışması (!) ve o sıra Üstâd’ın hizmetinde bulunanların rivayetleri ayrı ayrı olması, bizi bu mes’elede meraklandırdı ve tahkikine sevketti. Çünki, N. Şahiner, onu her anlatışında “Fırıncı’nın evinde kaldı” şeklinde ifade etmekle, onunla zımnen M.Fırıncı’nın meziyetini ve faziletini izhar etmek ister gibi bir üslup vardır. (!)

Tahkikatımız mes’eleyi başka şekilde neticelendirdi. Hakikatı yine ancak Allah bilir. İste kaydettiğimiz tarzda, Ahmet Aytimur’dan hususî şekilde sorduk, Almanya’daki Abdulmuhsin’e de mektup yazdık. Aldığımız cevabların neticesi aynen şöyledir:

“Hazret i Üstâd, Marmara Palas otelinde kalırken sıkılıyordu. Bir ara “Ahşap bir ev bulunsa, orada bir müddet kalsam” gibi bir arzu izhar etmişti. Bunun üzerine bir ev aranmaya başlanmış, nihayet Mehmet Fırıncı öyle bir evi bildiğini ve kiralıyabileceğini söylemiş ve o ev parası mukabilinde, fakat Fırıncı’nın delâletiyle kiralanmıştı. Üstâd da bir iki ay zamanını o evde geçirmişti. Mehmet Fırıncı ile olan münasebetinin hepsi bu kadar..” (!)

Ancak 15/9/1995 Cuma günü akşamı Almanya Berlin şehrinde, AbdulMuhsin Alkoneviyi şifahen dinlediğimde; mevzu’ hakkında şunları söyledi:

 

 “Üstâdımız, Samsun mahkemesi vesilesiyle İstanbula geldiğinde, mütevazi; ahşab bir ev için işaret buyurdular. Ben Üstâdın arzusunu zengin zevata söylemek istemedim, fakirler arasında hall olmasını istedim. O zaman Mehmet Fırıncı gitti ailesine söyledi razı oldular. Fırıncı ailesi sokağın karşı tarafında bir ev kiralayarak oraya taşındılar. Üstâd’da kirasını vererek boşanan eve taşındı. Ben böyle hatırlıyorum.” (Mufassal Tarihce , BADILLI)

(75) Bilinmiyen taraflarıyla S. Nursî 6.baskı, s: 381.

 

( Mehmet Nuri Güleç ( Fırıncı ) namıyla anılan zatın geçmiştede varis ve vekillere bazı konularda baskı yaptıgına dair bir hatırayı Risale haberden Abdurrahman Iraz uzunca bir roportajda neşr etmişti )

 

Iraz: Bir örnek var mı?

Mesela bizim Tevruz’da

iken orada geniş bir teras var. O zaman henüz kapalı değildi. Zübeyir

ağabey de o bizim dershane dediğimiz kısmın doğusundaki odadadır.

Terastan Zübeyir ağabeyin odasının penceresi hemen görünüyor. Fırıncı

geldi. Daha doğrusu üç kişi geldiler. Fırıncı, Mutkan, Birinci. Zübeyir

ağabey bana dedi ki, “seni almaya gelecekler.” Nereden biliyor

bilmiyorum. “Sen hacı annene geç” dedi. Ben hemen hazırlanırken, neden

diye de sormadım yani, sonra tekrar geldi “geçme” dedi. İstanbul’da

böyle bir gencin bırakılması iyi değil. Bu sefer tuttu “Sen odanda kal,

kapıyı sen açma ben açacağım” dedi. Tamam dedim. Sonra geldiler. Zübeyir

ağabey hemen kapıya gitti. O açtı, baktılar ki Zübeyir ağabey

karşılarında. Mehmet Birinci sezdirmeden gitti, görünmedi hiç orada.

Baktı ki Zübeyir ağabey devrede. Hemen anladı, biliyor Zübeyir ağabeyin

durumunu, neler yapar diye.

Abdulvahit de içeri girdi

tebessüm tarzında. Hol kısmında bulundu o da gitti. Fırıncı ise Zübeyir

ağabeye takıldı. Zübeyir ağabey içeri aldı onu. Kendi odasına aldı.

Anlatıyor da anlatıyor Fırıncı. Ben de merak ettim. Dışarı çıktım oradan

pencereden görürüm dedim. Gördüm. Zübeyir ağabey yatağında yatıyor,

yatıyor derken uzanıyor uykuda değil yani, Fırıncı ağabey anlatıyor.

Gençleri hareketlendirmek lazım, böyle lazım falan. Zübeyir ağabey de

dirseğini dayıyor, biraz doğruluyor Fırıncı’ya, “ben senin dediklerini

Üstadımdan işitmedim, Risale-i Nur’da görmedim, kafam çalışmaz” diyor.

Fırıncı yine kendi bildiklerini kendi anladıklarını anlatıyor. Tavrı

Zübeyir ağabeye “evet” dedirtmek. Yani “bunları yapın iyidir, güzeldir.”

Mümkün mü onun dediği ve yaptığı şeyler. Ben tabi sonradan gördüm

bunları, işittim de. (R. Tafral)

Iraz: Saydığınız isimler; Eyüp Ekmekçi, Ahmet, Emin, siz, Ahmet Tanyel ve Ömer Yirmiyedi. Ne yaptınız Haseki’de?

Kitaplar basılıyordu. Bize de tashihat geliyordu. Tashih yapıyorduk ve de onu tekrar gönderiyorduk. Bu şekilde devam etti. Zübeyir ağabey de başımızdaydı. Fakat yani yine o dalgalanmalar var. O arada ortak bir yoldan yürüyoruz ama mesleki hayattaki olan yanlışlıklar Zübeyir ağabeyi rahatsız ediyor. Hatta bir gün, Zübeyir ağabeye “seninle bir yere gittiğimiz zaman dikkat çekiyor ve damarlar kabarıyor, biz beraber gitmeyelim. Daha iyi olur” dedim, tahrik etmemek için. Tamam dedi,kendisi gitti. Yeni Asya’daki arkadaşlarla görüştü. Şu teklifi yaptı,gelince bana söyledi aynen. Onlara dedim ki, “tamam hiçbir araya girmeyeceğim, size karşı olmayacağım. Ancak bir teklifi var.”HİZMET HAYATINI HAS DAİRE; BİZİM DAR YERDEKİ DEDİGİMİZ HİZMETLERİMIZLE SİZİN GENİŞ YER DEDİGİNİZ HİZMETLERİ AYIRACAGIZ” diyor Zübeyir ağabey onlara.

 

Iraz: Kime?

Mehmet Fırıncı, Mehmet Kutlular,Abdulvahit. Bir ay sonra mı 15 gün sonra mı tam bilmiyorum ne kadardır tekrar gitmiş Zübeyir ağabey, tekrar aynı şeyi teklif etmiş.

 

Iraz: Yani teklif Zübeyir ağabeyden mi gidiyor?

Evet, Zübeyir ağabeyden.

 

Iraz: Hizmetlerimizi ayıralım mı diyor?

Ayıralım. Biz neşriyat hizmetini dershanede yapalım…

 

Iraz: Neşriyat deyince yine akla gazete geliyor da

Yok hayır. BİZ RİSALE NESRİYATINI YAPALIM SİZDE GENİŞ DAİREDE BULUNUN. Hiçbir iğbirar duymayacağım. Üç defa Zübeyir ağabey gidiyor, “estağfurullah” diye cevap verdiler. O zaman gitmeyi kesti, artık olmayacak. E tabi Zübeyir ağabey bu konuda epey eziyet çekti. Zübeyir ağabeyin tarzı biraz değişikti.

Buna şu denir; mesleki hayatın kurulmasında hassas olmak fakat İslam cemaatinide toplayıcı olmak. Esas bu. Ben bunu Sungur ağabeye anlattım. Sungur ağabey öyle düşünmüyordu. Bizimkilerin yaptıkları gibi vurucu kırıcı zannediyordu bizden geliyor diye. Masaya bir yumruk vurdu Sungur ağabey,

‘vay böyle ha’ dedi. Evet, ağabey dedim. Zübeyir ağabey İslam cemaatini dağıtmak için değil ama mesleği de korumak gerekli. Sungur ağabey de,mesele çok dedi. Teyit ve tasdik etti. Derken Haseki’ye geldik.

Haseki’de devam ediyoruz. Fakat meslek hayatının dalgalanmaları devam ediyor. Zübeyir ağabey de çalışıyor, uğraşıyor düzelsin diye fakat mümkün değil.

 

Iraz: Ağabey 1967’de ayrıldığınızı söylüyorsunuz Süleymaniye’den Zübeyir ağabey ile birliktemi gittiniz?

Zübeyir ağabey benim odama geldi o küçük odama. Zübeyir ağabey geldiği zaman kapıyı tıklar girer. Bazen de kendi odasında ocağı var, çay yapar bana da getirir. Bu sefer geldi, diğer gelişlerine benzemiyor. Dertli, sıkıntılı biraz. “Sen gider misin?”

demiyor. “Sen Haseki’deki yere git” dedi. Haseki’de de bir medrese var,boş. Oraya adam sokmuyor Zübeyir ağabey. DEMEK DÜSÜNDÜKLERI VAR. Ben hiç Zübeyir ağabeyin sözüne “neden?” diye de sormam. Eşyalarımı aldım doğru Haseki’ye gittim. Oradaki bir kat daireye yerleştim. Aradan birkaç gün geçti, kapı çaldı. Zübeyir ağabey… Dedi ki, “buraya nurcular gelmesin.”

Onun üzerine KUTLULAR geldiğinde Zübeyir abinin yasakladığını söyledim.

Bana dedi ki; “niye biz nurcu değil miyiz? Niye biz dershaneye

gelemiyoruz?” “Bana ne söylüyorsun git de onu Zübeyir ağabeye söyle”dedim. Bu yasağı koyan ben değilim ki. İki-üç gün sonra Zübeyir ağabey geldi. Kapıyı açtım. Yattığım yere geldi, yatakta oturdu. Baktı,“kardeş burada sakatlı oda hangisidir.” Yani az rutubet, rutubet çokorada. “Burasıdır” dedim. “Peki, ben de burada kalsam olmaz mı?” “Olur”dedim. Hemen benim yatağımı öteki tarafa aldım. Ona o yatağımı verdim.

Sonra Süleymaniye’den çağırdı. Kuş yuvası yapar gibi yavaş yavaş

topladı. Eyüp Ekmekçi’yi çağırdı. Ahmet Dernekli, Ömer Yirmiyedi. Sonra Ahmet Tanyel, onu sonra aldık. Orada hizmet hayatına beraber başladık.

Rüşdü TAFRAL

 

http://www.risalehaber.com/news_detail.php?id=86369

Gazetenin politikası;

sahibi ve umum müdürünün de dahil olduğu bir istişare heyeti tarafından

tayin edilir. İstişare heyetindeki kimseler: Salih Özcan, Mustafa Polat.

Abdurrahman Nuri, Halil Küçük, Ahmed Şahin, Rüştü Tafral, Mehmet

Kutlular, Mehmet Fırıncı ve Mehmet Birinci’dir. Karar ekseriyetle

verilir. (Zübeyir Ağabey kendi kalemiyle Halil Kücük, Mehmet Fırıncı ve Mehmet Birinciyi bilahare istişare heyetinden isimlerini silmiştir. Bu Belge Isltanbulda bir dosyada mahfuzdur A. Badıllı)