Fırıncıyı ÜSTADIN TALEBESİ gibi gösterib üzerinden şöhret olan Said Yüce ve Ümit Şimşek gibi SON OKUYUCULARIN  asla cevab veremeyecegi sorular 

 

Nesil ve SÖZ basım Yayın Firmasıyla çok açık haddi aştınız; Neşriyata girdiniz; Bizzat Zübeyr abinin ifadesiyle varis ve vekiller tam bir sadakat ve ittihad ile neşriyatı yaparken bu işe tevessul edenler daire içinde FİTNE çıkartanlardır.Bu FİTNE 'yi çıkardınız...

2006'da ŞUALAR'da M.Kemal ve Üstadın dostlugunu anlatan eklentiler yaptınız(LİNK); ne özür dilediniz ne bu işlerden vaz geçtiniz.

Sonra en hassas bir dönemde; Risaleler sadeleştirilmiş; hukumete bir taife var gücüyle saldırırken; DİB baskı meselesi gündeme gelmişken :

Gene gittiniz; Said Yüce ; Ümit Şimşek gibi SON OKUYUCU diye KİTABA ismen giren adamlarla kitaba bir yıgın eklentiler yapılmasına(LİNK); ve munafıklar bahsinin yani yazıyla neşrine; ve sol sayfa türkçe sag sayfa arabça MEAL gibi Risale basmaya kalktınız.

Ve buna ve şimdide diyanet Vakfının tab ettiği; Mehmed Görmezin 9 sayfa ÖNSÖZ ekledigi Kitablara ORJİNAL ! diyorsunuz...

Tüm varis ve vekilleri Tab ve Neşriyatta canı pahasına sadakatten ayrılmayanları BECERİKSİZLİKLE suçluyorsunuz..

Öyle ya ! Onlar bu işi yapamadılar siz tashih ve eklentilerinizde ORJİNALİ tesbit ettiniz !

Diyanetteki baglantılarınızla beraber meydanı boş buldunuz...

Ve size bu meselede itiraz eden herkesede MAŞA ; MİHRAK; İMALAT HATASI; KARANTİNAYA alınıp TEŞHİR edilmesi gerekenler diye pek güzel uhuvvetle saldırıyorsunuz...

Siz kimsiniz ? Bu hadsizliklerle NUR DAİRESİ içinde devamlı FİTNE çıkartmaktan ne zaman vaz geçeceksiniz ?

 

 

 

 


 

1. Günümüzdeki HADİSATA aldanmamak için Mehmet Fırıncı (Nesil, SÖZ Basım)

ve Mehmed Kutluları (Yeni Asya) yakından tanıyalım

 

 

 

 

BİR HADİSENİN GERÇEK DURUMU

Üstâd’ın Fatih semtinde parasıyla kiralıyarak bir iki ay içinde kaldığı evin hikâyesi şöyledir: Daha önceleri Mehmet Fırıncı’nın babasının kira ile oturmuş olduğu bir ev idi. Dolayısıyla M.Fırıncı’nın delâletiyle bu ev bulunmuş, Üstâd da ayda tesbit ettiğimiz kadarıyla otuz lira kira bedelini ödeyerek oturmuştu. Ahmet Aytimur’la, Abdulmuhsin Alev’in ifadeleri bunu böyle diyorlar.

Ancak N.Şahiner her vesileyle bu meseleyi, yani Üstâd’ın 1953’te İstanbul’da kaldığı ev hikâyesini anlatırken; “M.Fırıncı’nın evinde kaldı” şeklinde kaydetmektedir. Bu husus aslında cüz’î olup bizi ilgilendiren bir şey değildir. Nasıl ki, aynı günlerde Hazret i Üstâd İsküdar’daki eski bir dostu olan Hacı Şükrü’nün evinde ve ayrıca da Çamlıca’daki bir dostunun evinde de üçer gün kalmıştı.Bu hadisenin öncesi ve sonrasındada, Hz. Üstâd bazı ..dostlarının evlerindede kalmaları olmuştu. Mesela 1951 ve sonralarında Eskişehirde Talebesi Abdüvahid Tabakçının evinde kalması gibi...Lâkin bu dostların evinde misafir olarak, mübalağasız şekilde kalmıştı. Onun gibi ..Mehmet Fırıncı’nın evinde de iki üç gün değil, bir iki ay da kalmış olabilirdi. Üstâd’ın hayatıyla ilgili olan bu cüz’i hadise ve mes’eleye bazı ilâveler ile başka şeyler istihdaf edildiğini insan hissetmektedir. (!) Hususiyle mübalağaların karışması (!) ve o sıra Üstâd’ın hizmetinde bulunanların rivayetleri ayrı ayrı olması, bizi bu mes’elede meraklandırdı ve tahkikine sevketti. Çünki, N. Şahiner, onu her anlatışında “Fırıncı’nın evinde kaldı” şeklinde ifade etmekle, onunla zımnen M.Fırıncı’nın meziyetini ve faziletini izhar etmek ister gibi bir üslup vardır. (!)

 

Tahkikatımız mes’eleyi başka şekilde neticelendirdi. Hakikatı yine ancak Allah bilir. İste kaydettiğimiz tarzda, Ahmet Aytimur’dan hususî şekilde sorduk, Almanya’daki Abdulmuhsin’e de mektup yazdık. Aldığımız cevabların neticesi aynen şöyledir:

 

“Hazret i Üstâd, Marmara Palas otelinde kalırken sıkılıyordu. Bir ara “Ahşap bir ev bulunsa, orada bir müddet kalsam” gibi bir arzu izhar etmişti. Bunun üzerine bir ev aranmaya başlanmış, nihayet Mehmet Fırıncı öyle bir evi bildiğini ve kiralıyabileceğini söylemiş ve o ev parası mukabilinde, fakat Fırıncı’nın delâletiyle kiralanmıştı. Üstâd da bir iki ay zamanını o evde geçirmişti. Mehmet Fırıncı ile olan münasebetinin hepsi bu kadar..” (!)

Ancak 15/9/1995 Cuma günü akşamı Almanya Berlin şehrinde, AbdulMuhsin Alkoneviyi şifahen dinlediğimde; mevzu’ hakkında şunları söyledi:

 

 “Üstâdımız, Samsun mahkemesi vesilesiyle İstanbula geldiğinde, mütevazi; ahşab bir ev için işaret buyurdular. Ben Üstâdın arzusunu zengin zevata söylemek istemedim, fakirler arasında hall olmasını istedim. O zaman Mehmet Fırıncı gitti ailesine söyledi razı oldular. Fırıncı ailesi sokağın karşı tarafında bir ev kiralayarak oraya taşındılar. Üstâd’da kirasını vererek boşanan eve taşındı. Ben böyle hatırlıyorum.” (Mufassal Tarihce , BADILLI)

(75) Bilinmiyen taraflarıyla S. Nursî 6.baskı, s: 381.

 

 

 

( Mehmet Nuri Güleç ( Fırıncı ) namıyla anılan zatın geçmiştede varis ve vekillere bazı konularda baskı yaptıgına dair bir hatırayı Risale haberden Abdurrahman Iraz Rüşdü Tafral Ağabey ile yaptığı uzunca bir roportajda neşr etmişti )

 

Iraz: Bir örnek var mı?

 

Mesela bizim Tevruz’da iken orada geniş bir teras var. O zaman henüz kapalı değildi. Zübeyir ağabey de o bizim dershane dediğimiz kısmın doğusundaki odadadır.Terastan Zübeyir ağabeyin odasının penceresi hemen görünüyor. Fırıncı geldi. Daha doğrusu üç kişi geldiler. Fırıncı, Mutkan, Birinci. Zübeyir ağabey bana dedi ki, “seni almaya gelecekler.” Nereden biliyor

bilmiyorum. “Sen hacı annene geç” dedi. Ben hemen hazırlanırken, neden diye de sormadım yani, sonra tekrar geldi “geçme” dedi. İstanbul’da böyle bir gencin bırakılması iyi değil. Bu sefer tuttu “Sen odanda kal, kapıyı sen açma ben açacağım” dedi. Tamam dedim. Sonra geldiler. Zübeyir ağabey hemen kapıya gitti. O açtı, baktılar ki Zübeyir ağabey karşılarında. Mehmet Birinci sezdirmeden gitti, görünmedi hiç orada. Baktı ki Zübeyir ağabey devrede. Hemen anladı, biliyor Zübeyir ağabeyin durumunu, neler yapar diye. Abdulvahit de içeri girdi tebessüm tarzında. Hol kısmında bulundu o da gitti. Fırıncı ise Zübeyir ağabeye takıldı. Zübeyir ağabey içeri aldı onu. Kendi odasına aldı. Anlatıyor da anlatıyor Fırıncı. Ben de merak ettim. Dışarı çıktım oradan pencereden görürüm dedim. Gördüm. Zübeyir ağabey yatağında yatıyor, yatıyor derken uzanıyor uykuda değil yani, Fırıncı anlatıyor. Gençleri hareketlendirmek lazım, böyle lazım falan. Zübeyir ağabey de dirseğini dayıyor, biraz doğruluyor Fırıncı’ya, “ben senin dediklerini Üstadımdan işitmedim, Risale-i Nur’da görmedim, kafam çalışmaz” diyor. Fırıncı yine kendi bildiklerini kendi anladıklarını anlatıyor. Tavrı Zübeyir ağabeye “evet” dedirtmek. Yani “bunları yapın iyidir, güzeldir.”

Mümkün mü onun dediği ve yaptığı şeyler. Ben tabi sonradan gördüm bunları, işittim de. (R. Tafral)

 

Iraz: Saydığınız isimler; Eyüp Ekmekçi, Ahmet, Emin, siz, Ahmet Tanyel ve Ömer Yirmiyedi. Ne yaptınız Haseki’de?

 

Kitaplar basılıyordu. Bize de tashihat geliyordu. Tashih yapıyorduk ve de onu tekrar gönderiyorduk. Bu şekilde devam etti. Zübeyir ağabey de başımızdaydı. Fakat yani yine o dalgalanmalar var. O arada ortak bir yoldan yürüyoruz ama mesleki hayattaki olan yanlışlıklar Zübeyir ağabeyi rahatsız ediyor.Hatta bir gün, Zübeyir ağabeye “seninle bir yere gittiğimiz zaman dikkat çekiyor ve damarlar kabarıyor, biz beraber gitmeyelim. Daha iyi olur” dedim, tahrik etmemek için. Tamam dedi,kendisi gitti. Yeni Asya’daki arkadaşlarla görüştü. Şu teklifi yaptı,gelince bana söyledi aynen. Onlara dedim ki, “tamam hiçbir araya girmeyeceğim, size karşı olmayacağım. Ancak bir teklifi var.”HİZMET HAYATINI HAS DAİRE; BİZİM DAR YERDEKİ DEDİGİMİZ HİZMETLERİMIZLE SİZİN GENİŞ YER DEDİGİNİZ HİZMETLERİ AYIRACAGIZ” diyor Zübeyir ağabey onlara.

 

 

Iraz: Kime?

Mehmet Fırıncı, Mehmet Kutlular, Abdulvahit. Bir ay sonra mı 15 gün sonra mı tam bilmiyorum ne kadardır tekrar gitmiş Zübeyir ağabey, tekrar aynı şeyi teklif etmiş.

 

Iraz: Yani teklif Zübeyir ağabeyden mi gidiyor?

Evet, Zübeyir ağabeyden.

 

Iraz: Hizmetlerimizi ayıralım mı diyor?

Ayıralım. Biz neşriyat hizmetini dershanede yapalım…

 

Iraz: Neşriyat deyince yine akla gazete geliyor da

Yok hayır. BİZ RİSALE NESRİYATINI YAPALIM SİZDE GENİŞ DAİREDE BULUNUN. Hiçbir iğbirar duymayacağım. Üç defa Zübeyir ağabey gidiyor, “estağfurullah” diye cevap verdiler. O zaman gitmeyi kesti, artık olmayacak. E tabi Zübeyir ağabey bu konuda epey eziyet çekti. Zübeyir ağabeyin tarzı biraz değişikti.

Buna şu denir; mesleki hayatın kurulmasında hassas olmak fakat İslam cemaatinide toplayıcı olmak.Esas bu. Ben bunu Sungur ağabeye anlattım. Sungur ağabey öyle düşünmüyordu. Bizimkilerin yaptıkları gibi vurucu kırıcı zannediyordu bizden geliyor diye. Masaya bir yumruk vurdu Sungur ağabey, ‘vay böyle ha’ dedi. Evet, ağabey dedim. Zübeyir ağabey İslam cemaatini dağıtmak için değil ama mesleği de korumak gerekli. Sungur ağabey de,mesele çok dedi. Teyit ve tasdik etti. Derken Haseki’ye geldik.

Haseki’de devam ediyoruz. Fakat meslek hayatının dalgalanmaları devam ediyor. Zübeyir ağabey de çalışıyor, uğraşıyor düzelsin diye fakat mümkün değil.

 

 

Iraz: Ağabey 1967’de ayrıldığınızı söylüyorsunuz Süleymaniye’den Zübeyir ağabey ile birliktemi gittiniz?

 

Zübeyir ağabey benim odama geldi o küçük odama. Zübeyir ağabey geldiği zaman kapıyı tıklar girer. Bazen de kendi odasında ocağı var, çay yapar bana da getirir. Bu sefer geldi, diğer gelişlerine benzemiyor. Dertli, sıkıntılı biraz. “Sen gider misin?” demiyor. “Sen Haseki’deki yere git” dedi. Haseki’de de bir medrese var,boş. Oraya adam sokmuyor Zübeyir ağabey. DEMEK DÜŞÜNDÜKLERI VAR. Ben hiç Zübeyir ağabeyin sözüne “neden?” diye de sormam. Eşyalarımı aldım doğru Haseki’ye gittim. Oradaki bir kat daireye yerleştim. Aradan birkaç gün geçti, kapı çaldı. Zübeyir ağabey… Dedi ki, “buraya nurcular gelmesin.”

Onun üzerine KUTLULAR geldiğinde Zübeyir abinin yasakladığını söyledim.

Bana dedi ki; “niye biz nurcu değil miyiz? Niye biz dershaneye

gelemiyoruz?” “Bana ne söylüyorsun git de onu Zübeyir ağabeye söyle”dedim. Bu yasağı koyan ben değilim ki. İki-üç gün sonra Zübeyir ağabey geldi. Kapıyı açtım. Yattığım yere geldi, yatakta oturdu. Baktı,“kardeş burada sakatlı oda hangisidir.” Yani az rutubet, rutubet çokorada. “Burasıdır” dedim. “Peki, ben de burada kalsam olmaz mı?” “Olur”dedim. Hemen benim yatağımı öteki tarafa aldım. Ona o yatağımı verdim.

Sonra Süleymaniye’den çağırdı. Kuş yuvası yapar gibi yavaş yavaş

topladı. Eyüp Ekmekçi’yi çağırdı. Ahmet Dernekli, Ömer Yirmiyedi. Sonra Ahmet Tanyel, onu sonra aldık. Orada hizmet hayatına beraber başladık.

Rüşdü TAFRAL

 

http://www.risalehaber.com/news_detail.php?id=86369

 


Sözler Yayınevini açtık, yürüyoruz artık onun için bize öyle mektup geldi, bizde böyle yazdık yoo orada çalışın bu işleri bırakın, o işi yapın, ama biz diyoruz, Yayınevi elimizde işi yürütüyoruz yani tamam, bu iki sahada elimizde işte o zaman Ağabeyler hep beraberler. Yürüyoruz işin tashihatı benim, vazifemin neşriyat sahasında, elimizde o işleri yapacak kadro da vardı, yürüyoruz, baktılarki bunlar yürütecekler bu işi, hem de çok şey, odamada masa koyduk, bunu istiyordu. Gerçi bunu bunu yaptık.

Biraz zaman sonra Fırıncı devreye girdi. Sungur Ağabeyimizi devreye koydu Sözler Yayınevini üzerimizden aldılar.

Bu sefer biz Envarı açmak mecburiyetinde kaldık. Tekrar, yani bu işler, burada, biz onların karşısında, kendi varlığımızı, elimizdekileri koruma işini bilseydik bu kadar olmazdı ama hemen... ben kaçıyorum, nasıl kaçıyorum, benim kanunî Hak elimde yok, kaçarım, niye boşuna orada çalışmak, şahsi­yetime zarar gelir.

Ama kanunî Hak varsa zaten kaçamazsın, o zaman mesul oluyorsunuz. Öteki halde mesul olmuyorsunuz, kaçmakla sevap kazanıyorsunuz, ama öteki tarzda bırakmakla, zarar edersiniz. Şimdi elimizde gidiyoruz, ne yapar­sanız yapın biz açtık bitti, o olmadı öyle. O zaman bir ihtilal yaptılar, onlar zaten, küçük kitaplarla.

Böyle işte bu zamana kadar geldik.  (bkz. Rüşdü Tafral Röportaj 3)