ŞEAİR

 

İslâmdan gelen adetler. Ezan, İslâmî kıyafetler, tesettür, selâmlaş­mak gibi cemiyette yaşanan bütün dinî âdetlerdir. Şeairin zıddına bid’at denir.

 

Şeair, Kur’anda (2:158) âyetinde geçer. “Şeair, şaîrenin veya şiârenin veya meş’arin cem’idir ki; alem-i mahsus, alâmet-i müş’ire, şuurlandıran alamet manasındadır.”(E.T. 554)

 

Şeair kelimesinin kökü olan ..maddesinden türeyen muh­telif kelimeler vardır. Ezcümle hissettirmek ve işaret vermek manasında, “iş’ar”; iş’ar eden nizamlı ses ve manzume manasında “şiir”; hissî alışkanlık­lara ve vicdaniyata temel teşkil eden ve cemiyette devamlı yaşanan âdetlere ve alâmetlere “şeair”; şeairin tesiri ile melekeleşip  devam eden âdet ve alışkanlık manasında, “şiar”; şuura te’sir etmek yeri manasında “meş’ar”; mezkûr te’sirler gibi dıştan alınan bütün te’sirleri hissetmeye “şuur” denmektedir.

 

“Sünnet-i Seniyenin içinde en mühimmi, İslâmiyet alâmetleri olan veşeaire de taalluk eden sünnetlerdir. Şeair, adeta hukuk-u umumiye nev’inden cemiyete ait bir ubudiyettir. Birisinin yapmasıyla o cemiyet umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de umum cemaat mes’ul olur. L:54

 

Çünkü şeairi yaşamak, islamiyetin devamına sebeb olduğu gibi, şeairin terkiyle de medenî yaşayış diyerek yaygınlaşan bid’aların istilasiyle islamiyetin isimde kalmasına vesile olup büyük mesuliyet getirir. Bu hususu hadis-i şerif haber veriyor.

 

“Nasıl “Hukuk-u Şahsiye” ve bir nevi Hukukullah sayılan “Hu­kuk-u Umumiye” namıyla iki nevi hukuk var. Öyle de: Mesail-i şer’iyede bir kısım mesail, eşhasa taalluk eder; bir kısım, umuma umumiyet itibariyle ta­alluk eder ki; onlara “Şeair-i İslâmiye” tabir edilir. Bu şearin umuma taalluku cihetiyle umum onda hissedardır. Umumun rızası olmazsa onlara ilişmek, umumun hukukuna tecavüzdür. O şeairin en cüz’îsi (sünnet kabilinden bir mes’elesi) en büyük bir mes’ele hükmünde nazar-ı ehemmiyettedir. Doğru­dan doğruya umum âlem-i İslâma taalluk ettiği gibi, Asr-ı Saadet’ten şimdiye kadar bütün eazım-ı İslâm’ın bağlandığı o nurani zincirleri koparmaya, tahrib ve tahrif etmeye çalışanlar ve yardım edenlerdüşünsünler ki, ne kadar deh­şetli bir hataya düşüyorlar. Ve zerre miktar şuurları varsa titresinler!..” M:396

 

 

Burada bahsedilen yardım hakkında deniliyor ki:

 

“Üçüncü Sual: Bazı eşhasın hatasından gelen bu musibet bir derece memlekette umumî şekle girmesinin sebebi nedir?

            Elcevab: Umumî musibet, ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle ekser nâsın o zalim eşhasın harekâtına fiilen veya iltizamen veya iltihaken taraftar olmasıyla manen iştirak eder, musibet-i âmmeye sebebiyet verir.” S:172

 

 

Ankara’da ilk meclis kurulduğu zaman Hz. Bediüzzaman’ın mebuslara dağıttığı beyannamenin şeaire de temas eden kısmında diyor ki:

 

“Şu inkılab-ı azîmin temel taşları sağlam gerek. Şu meclis-i âlînin şahsi­yet-i maneviyesi -sahip olduğu kuvvet cihetiyle- mana-yı saltanatı deruhde etmiştir. Eğer şeair-i İslâmiyeyi bizzat imtisal etmek ve ettirmekle mana-yı hilafeti dahi vekâleten deruhde etmezse, hayat için dört şeye muhtaç, fakat an’ane-i müstemirre ile günde lâakal beş defa dine muhtaç olan şu fıtratı bo­zulmayan ve lehviyat-ı medeniye ile ihtiyacat-ı ruhiyesini unutmayan bu mil­letin hacat-ı diniyesini Meclis tatmin etmezse, bilmecburiye mana-yı hilafeti tamamen kabul ettiğiniz isme ve lafza verecek. O manayı idame etmek için kuvveti dahi verecek. Halbuki Meclis elinde bulunmayan ve Meclis tarikıyla olmayan böyle bir kuvvet, inşikak-ı asaya sebebiyet verecektir. Bilirsiniz ki ebedî düşmanlarınız ve zıtlarınız ve hasımlarınız, İslâmın şearini tahrib edi­yorlar. Öyle ise zaruri vazifeniz, şeairi ihya ve muhafazaetmektir. Yoksa şu­ursuz olarak şuurlu düşmana yardımdır. Şeairde tehavün, zaaf-ı milliyeti gösterir. Zaaf ise düşmanı tevkif etmez, teşci’ eder.” Ms:101

 

Milletimizi yüksek meziyetlerinden uzaklaştırmak isteyen sinsi düşmanlarına karşı Bediüzzaman Hz. ikaz vazifesini en zor şartlarda ifa etmiştir. Ezcümle bir eserinde şöyle diyor:         

 

“Her şeairde nur-u İslâma bir şuur ve bir iş’ar vardır. Kur’an-ı Hakîm’in tilmizleri ise bunlara mukabele edip derler ki: Ey dalalete dalmış gafiller! Dünyadan mevti, insandan acz ve fakrı kaldırmak çaresi varsa, dinden ve dinin şeairlerinden istiğna edebilirsi­niz, yoksa susunuz!.. Zira ölüm, acz ve zeval, fakr, sefer gibi ayat-ı tekviniye, yüksek sadalarıyla dinin lüzumuna ve şeairin iltizamına davet ediyorlar.” Ni:26

 

Bugünlerde, Manevî Bir Muhaverede Bir Sual Ve CevabıDinledim. Size, Bir Hülâsasını Beyan Edeyim:

            Biri dedi: Risale-i Nur’un iman ve tevhid için büyük tahşidatları ve küllî teçhizatları gittikçe çoğalıyor. Ve en muannid bir dinsizi susturmak için yüzde birisi kâfi iken, neden bu derece hararetle daha yeni tahşidat yapıyor?

            Ona cevaben dediler: “Risale-i Nur, yalnız bir cüz’î tahribatı ve bir küçük haneyi tamir etmiyor. Belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan ve dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kal’ayı tamir ediyor. Ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor, belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsid âletler ile dehşetli rahnelenen kalb-i umumîyi ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun ve bahusus avam-ı mü’minînin istinadgâhları olan İslâmî esasların ve cereyanların ve şeairlerin kırılması ile bozulmağa yüz tutan vicdan-ı umumîyi, Kur’an’ın i’cazıyla ve geniş yaralarını Kur’anın ve imanın ilâçları ile tedavi etmeğe çalışıyor. Elbette böyle küllî ve dehşetli tahribata ve rahnelere ve yaralara, hakkalyakîn derecesinde, dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hâsiyetinde mücerreb ilâçlar ve hadsiz edviyeler bulunmak gerektir ki; bu zamanda Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın i’caz-ı manevîsinden çıkan Risale-i Nur o vazifeyi görmekle beraber, imanın hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkişafata medardır.” diye uzun bir mükâleme cereyan etti. Ben de tamamen işittim, hadsiz şükrettim. Kısa kesiyorum.” Ş:179

             

Aziz kardeşlerim!

            Bu gece evrad ile meşgul olurken nöbetçiler ve başkalar işitiyorlardı. Kalbime geldi ki: Acaba bu izhar, sevabını noksan etmiyor mu? diye telaş ettim. Hüccet-ül İslâm İmam-ı Gazalî’nin meşhur bir sözü hatıra geldi. O demiş: “Bazan izhar, çok defa ihfadan daha ziyade efdal olur.” Yani aşikâre yapmakta başkalar ya istifade veya taklid etmek veya gafletten uyanmak veyadalalette ve sefahette muannid ise, karşısında şeair-i İslâmiye nev’inde izhar etmek, izzet-i diniyeyi göstermek gibi çok cihetle, hususan bu zamanda ve ihlas dersini tam alanlarda değil riya, belki gizliden tasannu karışmamak şartıyla çok ziyade sevablı olabilir diye bir teselli buldum. ”Ş:304