Ehemmiyetli bir kaide-i Kur’aniye

 

“Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirir, bağlar.” S:418

 

BİD’A FELÂKETİ

 

 

 

1- Bid’anın tarifi

 

2- Bid’anın vahîm neticeleri

 

3- Bediüzzam Hz. 1997 ve sonrası, bid’a ve ifsadatının şiddetleneceğini ihbar eder

 

4- Kadın-erkek ihtilatı bid’ası

 

5- Bid’alara tarafdar olmanın neticesi

 

 

 

 

 

1- Bid’anın tarifi

 

Bid’a kelimesinin geniş mana muhtevasından kısa bir tarifi olarak deriz ki:

 

 

 

İslam cemiyetinde dinden gelerek ve aleni olarak yaşanan ve şeairin yerine geçirilen bâtıl anlayış ve Avrupaî yaşayış ve adetlerdir. Yani bid’a ve şeair, birbirine zıttır. Bid’a, milleti dinden koparır; şeair ise, dine bağlar ve dinî hissiyatı yaşatır ve geliştirir. Bu manadaki bid’a, âhirzaman fitnesini de ifade eder. Bu cihhetten bu derlemenin ehemmiyeti büyüktür ve nazara verilen izah ve ikazlara dikkat gerek. Burada önemli olan cihet, anlatılan ile hayatımızın kontrol edilmesi ve böylece noksanlığımızın farkına varmaktır.

 

 

 

 

 

 

 

2- Bid’anın vahîm neticeleri

 

 

 

Unutturulması istenen bu şeair, İslâm cemiyetinde dinî hayatın temeli olan haya ve manevî mesuliyet duygusu gibi fazilet hislerini, yani hissiyat-ı ulviyeyi yaşatan bu şeairi kaldırıp cemiyeti bid’at istila ederse, millî vicdanın bozulacağını ve anarşiye kapı açılacağını bildiren Bediüzzaman Hz. diyor ki:

 

“.....ehl-i imana hücum eden ehl-i dalalet, -bu asır cemaat zamanı olduğu cihetiyle- cem'iyet ve komitecilik mayesiyle bir şahs-ı manevî ve bir ruh-u habis olmuş, Müslüman âlemindeki vicdan-ı umumî ve kalb-i küllîyi bozuyor. Ve avamın taklidî olan itikadlarını himaye eden İslâmî perde-i ulviyeyi yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan, an'ane ile gelen hissiyat-ı mütevâriseyi yandırıyor.” K:55

 

 

 

Yani hissiyat-ı mütevarise, avamın imanını koruyup devam ettirdiği anlatıldı. Hissiyat-ı mütevarise ise, müslüman ecdadımızdan gelen fazilet ve utanma hisleri gibi dinî hislerdir. Nifak cereyanı bu millî hissiyatı, mimsiz medeniyete alıştırarak tahrib ediyor ve durum gözler önündedir.

 

İşte bu yazıda Bediüzzaman Hazretleri, İslâm dünyasının ümid merkezi olan Müslüman ve kahraman milletimizi sinsice dinden uzaklaştırıp ele geçirmek isteyen beyn-el milel gizli cereyanın ifsadatını bilemiyenlerin aldanarak tehlikeye düştüklerini vecizane anlatır. Bu durumun farkına varmak ve nefret etmek, düzelmenin başlangıcıdır.

 

 

 

 

 

 

 

3- Bediüzzam Hz. 1997 ve sonrası, bid’a ve ifsadatının şiddetleneceğini ihbar eder

 

 

 

Evet, millî tereddiyeye sebeb olan zamanın bid’alarını kaldırıp şeairin iade edilmemesi halinde, giderek anarşiye düşüleceğini haber veren Bediüzzaman Hazretleri, resmî makamata hitaben 1947 lerde diyor ki:

 

“Evet hürriyetçilerin ahlâk-ı içtimaiyede ve dinde ve seciye-i milliyede bir derece lâübalilik göstermeleriyle, yirmi-otuz sene sonra dince, ahlâkça, namusça şimdiki vaziyeti gösterdiği cihetinden; şimdiki vaziyette de, elli sene sonra bu dindar, namuskâr, kahraman seciyeli milletin nesl-i âtîsi, seciye-i diniye ve ahlâk-ı içtimaiye cihetinde, ne şekle girecek elbette anlıyorsunuz. Bin seneden beri bu fedakâr millet, bütün ruh u canıyla Kur'anın hizmetinde emsalsiz kahramanlık gösterdikleri halde, elli sene sonra o parlak mazisini dehşetli lekedar belki mahvedecek bir kısım nesl-i âtînin eline elbette Risale-i Nur gibi bir hakikatı verip, o dehşetli sukuttan kurtarmak en büyük bir vazife-i milliye ve vataniye bildiğimizden; bu zamanın insanlarını değil, o zamanın insanlarını düşünüyoruz.” E:21

 

 

 

Evet, 1946-1947 lerde yazılan bu mektub, elli sene sonra yani 1996-1997 ve sonrası gelecek tehlikeyi ciddiyetle haber verir.

 

 

 

 

 

4- Kadın-erkek ihtilatı bid’ası

 

 

 

Cemiyette yaygınlaştırılan açık-saçıklıkla beraber kadın-erkek karışıklığı, maneviyatı tahrib eder.

 

Bediüzzaman Hazretleri diyor ki

 

“Kadınlar Yuvalarından Çıkıp Beşeri Yoldan Çıkarmış, Yuvalarına Dönmeli

 

اِذَا تَاَنَّثَ الرِّجَالُ السُّفَهَاءُ بِالْهَوَسَاتِ ٭ اِذًا تَرَجَّلَ النِّسَاءُ النَّاشِزَاتُ بِالْوَقَاحَاتِ

 

 

 

Bu ibarede, icmalen deniliyor ki: erkekler kadınlara mahkûm, kadınlar dahi erkeklere hâkim olur ve aile idaresi tersine döner.

 

Mimsiz medeniyet, taife-i nisayı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metaı yapmış. Şer'-i İslâm onları

 

Rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayat-ı ailede. Temizlik zînetleri.

 

Haşmetleri, hüsn-ü hulk; lütf-u cemali, ismet; hüsn-ü kemali, şefkat; eğlencesi, evlâdı. Bunca esbab-ı ifsad, demir-sebat kararı

 

Lâzımdır tâ dayansın. Bir meclis-i ihvanda güzel karı girdikçe riya ile rekabet, hased ile hodgâmlık debretir damarları!

 

Yatmış olan hevesat, birdenbire uyanır. Taife-i nisada serbestî inkişafı, sebeb olmuş beşerde ahlâk-ı seyyienin birdenbire inkişafı. Şu medenî beşerin hırçınlaşmış ruhunda, şu suretler denilen küçük cenazelerin, mütebessim meyyitlerin rolleri pek azîmdir; hem müdhiştir tesiri.....Memnu' heykel, suretler: Ya zulm-ü mütehaccir, ya mütecessid riya, ya müncemid hevestir. Ya tılsımdır: Celbeder o habis ervahları.” S:727

 

 

 

Bütün bu anlatılan ifsadat, zamanın en dehşetli ve küllî bid’alarıdır.

 

Bu tahribatın tamirinde Risale-i Nur, cemiyetin bu menfi te’sirini, ictimaiyat ilminin nazariyle idrak ettirip nefret ettirerek fitneden uzak durduruyor. Bozuk cemiyetin menfi tesiri hakkında ikazatta bulunan Hz. Üstad diyor ki:

 

 

 

“Şu asrın zulümatlı sahilinde, mimsiz medeniyetin giydirdiği libastan soyunup, zamanın denizine girip, tarih ve siyer sefinesine binip, Asr-ı Saadet ceziresine ve Ceziret-ül Arab meydanına çıkıp, Fahr-i Âlem'i (A.S.M.) iş başında ziyaret etmekle biliriz ki, o zât o kadar parlak bir bürhan-ı tevhiddir ki, zeminin baştan başa yüzünü ve zamanın geçmiş ve gelecek iki yüzünü ışıklandırmış, küfür ve dalalet zulümatını dağıtmıştır.” S:288

 

Yukarıda zikredilen, “asrın zulümatlı sahilinde” – “mimsiz medeniyetin giydirdiği libastan soyunup” cümlecikleri... çok ciddi ictimaiyat ilmidir.

 

Keza, Büyük Mesnevi sh:40 da bu beyan “Şu muhit, asır ve zamanın hayalâtından soyunacağız. Ve bu mülevves libastan tecerrüd edeceğiz.” ifadeside aynı derecede ilm-i ictimaiyattır.

 

 

 

Ve keza S:481 deki mukayese: “Şu zamanda siyaset metaı ve hayat-ı dünyeviyenin temini ve felsefenin revaçları gibi... Ve selef-i sâlihîn asrında ve o zaman çarşısında en mergub meta, Hâlık-ı Semavat ve Arz'ın marziyatlarını ve bizden arzularını, kelâmından istinbat etmek ve nur-u nübüvvet ve Kur'an ile, kapatılmayacak derecede açılan âhiret âlemindeki saadet-i ebediyeyi kazandırmak vesailini elde etmek idi.” parağrafı da aynı hakikatı anlatır.

 

“Şu zamanda, medeniyet-i Avrupa'nın tahakkümüyle, felsefe-i tabiiyenin tasallutuyla, şerait-i hayat-ı dünyeviyenin ağırlaşmasıyla, efkâr ve kulûb dağılmış, himmet ve inayet inkısam etmiştir. Zihinler maneviyata karşı yabanileşmiştir.” S:481

 

 

 

 

 

Beyanları dahi, mevcud cemiyetin menfi durumunu bildirir. İşte bunlar gibi risale-i Nurdaki pek çok ikazları anlayıp kabul edenlerin vicdanları, bu fitneye teslim olmazlar.

 

Evet, Bediüzzaman Hz. Diyor ki:

 

“Bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsid âletler ile dehşetli rahnelenen kalb-i umumîyi ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun ve bahusus avam-ı mü'minînin istinadgâhları olan İslâmî esasların ve cereyanların ve şeairlerin kırılması ile bozulmağa yüz tutan vicdan-ı umumîyi, Kur'an'ın i'cazıyla ve geniş yaralarını Kur'anın ve imanın ilâçları ile tedavi etmeğe çalışıyor.” Ş:179

 

 

 

Yani mevcud fitne, vicdanî hissiyatı, yani fıtrat-ı asliyeyi bozuyor. Hakiki bir Nurcu beyan olunan hakikatı bilmek ve bildirmek vazifesiyle muvazzafdır. Çünki içinde bulunduğu Risale-i Nurun esasını teşkil eden vazifelerdendir.

 

 

 

 

 

5- Bid’alara tarafdar olmanın neticesi

 

Âhirzaman fitnesi olan nifak cereyanını yani süfyaniyeti kabul etmeyenlerin geçmiş günahlarının afvedileceği ve kabul edenlerin ise, amellerinin ibtal edileceği, (Risale-i Nurun Kudsi Kaynakları eseri, hadis sıra no:807) de beyan edilir.

 

Hadîsin bu hükmüne muvafık olarak Bediüzzaman Hazretleri, talebe, kardeş ve dost olarak üç snıfa ayırdığı Nurcular dairesinin en alt derecesi olan dostluk makamı için diyor ki:

 

“Dostun hassası ve şartı budur ki: Kat’iyen, Sözler’e ve envar-ı Kur’aniyeye dair olan hizmetimize ciddî tarafdar olsun; ve haksızlığa ve bid’alara ve dalalete kalben tarafdar olmasın, kendine de istifadeye çalışsın." M: 344

 

Hem yine diyor: “Bid’a ile amel eden, kalben tarafdar olmamak şartıyla dost olabilir.” K:248

 

 

 

Yani, zamanın bid’aları, Müslümanın dinî hayatını tahrib ettiği için en azından bu bid’aları kalben reddetmek şart koşuluyor. Bu hükmün istinad ettiği şu rivayet de var:

 

"Sizden kim (sünnetime zıt düşen) bir münker (kötülük) görürse (seyirci kalmayıp) onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse lisanıyla düzeltsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu kadarı imanın en zayıf mertebesidir."

 

(Müslim, İman 78 (49); Ebu Dâvud; Salâtu'l-îdeyn 248 (1140); Tirmizî, Fiten 11 (2173); Nesâî, 17 (8, 111); İbnu Mâce, Fiten 20, (4013)

 

Bu hadisten sonraki hadisin sonu da şöyle:

 

“Kim de onlarla kalbiyle mücahede ederse o da mü'mindir. Bunun gerisine, artık zerre miktar iman yoktur denilmektedir.” (Müslim, İman 80, (50)

 

 

 

 

 

Ahirzaman fitnelerinden çokça bahsedilmesinin bir sebebi, fitne, yaşayış dairesinde yayıldığı ve alışıldığı ve şiddetlendiğinden tahşidat gerekiyor. Çünkü tahşidat, ihtiyacın derecesine baktığı anlatılır. Mesela:

 

“İşte Hazret-i Ali (R.A.) hakkında fevkalâde senakârane ehadîs-i Nebeviye, bu ikinci noktaya bakıyorlar. Bu hakikatı teyid eden bir rivayet-i sahiha var ki; Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş: “Her Nebinin nesli kendindendir. Benim neslim, Ali’nin (R.A.) neslidir.”

 

Hazret-i Ali’nin (R.A.) şahsı hakkında sair hulefadan ziyade senakârane ehadîsin kesretle intişarının sırrı şudur ki: Emevîler ile Haricîler, ona haksız hücum ve tenkis ettiklerine mukabil Ehl-i Sünnet Ve Cemaat olan ehl-i hak, onun hakkında rivayatı çok neşrettiler. Sair Hulefa-i Raşidîn ise, öyle tenkid ve tenkise çok maruz kalmadıkları için, onlar hakkındaki ehadîsin intişarına ihtiyaç görülmedi.” L:23

 

Evet, Geçmiş asırlardaki bid’alar, yaşayıştaki şeairde olmayıp daha çok ibadetlerin bazı meselelerinde idi. İçinde bulunduğumuz bu asırda ise, daha çok yaşayışta ve cemiyet hayatında, hem de haramlar sahasında olduğundan, bu zamandaki bid’at tarafdarlığının felâketini Bediüzzaman yedi kebaire dahil ediyor. Şöyle ki:

 

"Kebair çoktur, fakat ekber-ül kebair ve mubikat-ı seb’a tabir edilen günahlar yedidir: "Katl, zina, şarab, ukuk-u valideyn (yani kat’-ı sıla-yı rahm), kumar, yalancı şehadetlik, dine zarar verecek bid’alara tarafdar olmak"tır." B:335

 

 

 

Demek en basit müslümanın dahi bu asrın bid’atlarını en azından kalben kabul etmemesi şart oluyor.

 

Keza “Sedd-i Zülkarneyn'in tahribiyle, Ye'cüc ve Me'cüclerin dünyayı fesada vermesi gibi; şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) olan sedd-i Kur'anînin tezelzülüyle de Ye'cüc ve Me'cüc'den daha müdhiş olarak ahlâkta ve hayatta zulmetli bir anarşilik ve zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada başlıyor.” K:149

 

Evet, asrın âhirzaman fitnesi olan bid’alara yardım, afv edilmez suçlardan olduğunu bilen Bediüzzaman Hazretleri diyor:

 

"Boynumuzda bir akrep bulunsa, ısırmadan atılsa, nasıl memnun oluruz; kusurumuzu, -fakat garaz ve inad olmamak şartıyla ve bid’alara ve dalalete yardım etmemek kaydı ile- kabul edip minnetdar oluyoruz." E:49

 

 

 

Yani bilerek veya bilmiyerek Nurun hizmet dairesine zarar veren muhalefetin neticesi, ehl-i bid’aya yardım olur ve failleri afvedilmezler. Nümune-i imtisal bir Nurcunun aleniyetteki yaşayışı şöyle tavsif ediliyor:

 

“Şeair-i İslâmiyenin cebren kaldırıldığı ceberut devrinde, dünya hatırı için kendini mecbur zannederek o kudsi şeairden fedakârlık yapanların ve din zararına hareket edenlerin ve İslâmiyete muhalif fetvalara ve bid'alara mecbur edilenlerin çokluğu zamanında Bediüzzaman, ne lisan-ı halinde, ne lisan-ı kalinde ve ne de fiiliyatında o kadar zulümler çektiği ve idamlarla tehdit edildiği halde en küçük bir değişiklik bile yapmamıştır. Bilâkis, "Ecel birdir, tagayyür etmez... Ölüm, bu âlem-i fenadan âlem-i bekaya ve âlem-i nura gitmek için bir terhistir." deyip mücadeleye atılmış; bid'aları tanıtan ve durduran ve şeair-i İslâmiyeyi muhafaza eden ve Sünnet-i Seniyeyi ihya eden eserleri perde altında otuz senedenberi neşretmiş ve muhitinde, âdeta Devr-i Saadet'in bir cilvesini yaşatmıştır. Bir Sünnet-i Seniyyeye muhalif hareket etmemek için işkenceli bir inzivayı ihtiyar etmiştir.Otuz senedenberi milyonlara hükmeden dinsiz ve emsalsiz bir istibdad-ı mutlak, Bediüzzamanı hiçbir cihetten hiçbir vakit hükmü altına alamamış, bilâkis zâlim müstebitler O'na mağlûp olmuşlardır.” T:694

 

 

 

Evet, “Bu asırda din ve İslâmiyet düşmanları, evvelâ imanın esaslarını zayıflatmak ve yıkmak plânını, proğramlarının birinci maddesine koymuşlardır. Hususan bu yirmibeş sene içinde, tarihte görülmemiş bir halde münafıkane ve çeşit çeşit maskeler altında imanın erkânına yapılan sû'-i kasdlar pek dehşetli olmuştur, çok yıkıcı şekiller tatbik edilmiştir.” S:749

 

 

 

 

 

Üstad Bediüzzaman derin bir tefekkürde iken gördüğü geniş bir manzara-i maneviyeyi şöyle ifade eder:

 

“Sonra o halde اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْdediğim vakit, baktım ki: Mazi tarafına göçüp giden kafile-i beşer içinde gayet nuranî, parlak enbiya, sıddıkîn, şüheda, evliya, sâlihîn kafilelerini gördüm ki, istikbal zulümatını dağıtıp, ebede giden yolda bir cadde-i kübra-yı müstakimde gidiyorlar. Bu kelime beni o kafileye iltihak etmek için yol gösteriyor, belki iltihak ettiriyor. Birden, fesübhanallah dedim. Zulümat-ı istikbali tenvir eden ve kemal-i selâmetle giden bu nuranî kafile-i uzmaya iltihak etmemek, ne kadar hasaret ve helâket olduğunu zerre mikdar şuuru olan bilmesi lâzım. Acaba bid'aları icad etmekle o kafile-i uzmadan inhiraf eden; nereden nur bulabilir, hangi yoldan gidebilir? Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü esselâm, rehberimiz ferman etmiş ki: كُلُّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٌ وَكُلُّ ضَلاَلَةٍ فِى النَّارِAcaba bu ferman-ı kat'îye karşı ülema-üs sû' tabirine lâyık bazı bedbahtlar hangi maslahatı buluyorlar, hangi fetvayı veriyorlar ki; lüzumsuz, zararlı bir surette şeair-i İslâmiyenin bedihiyatına karşı geliyorlar.....” M:395

 

 

 

“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş:

 

كُلُّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٌ وَكُلُّ ضَلاَلَةٍ فِى النَّارِ Yani اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ

 

sırrı ile: Kavaid-i Şeriat-ı Garra ve desatir-i Sünnet-i Seniye, tamam ve kemalini bulduktan sonra, yeni icadlarla o düsturları beğenmemek veyahut hâşâ ve kellâ, nâkıs görmek hissini veren bid'aları icad etmek, dalalettir, ateştir......

 

Sünnet-i Seniyenin içinde en mühimmi, İslâmiyet alâmetleri olan ve şeaire de taalluk eden Sünnetlerdir. Şeair, âdeta hukuk-u umumiye nev'inden cem'iyete ait bir ubudiyettir. Birisinin yapmasıyla o cem'iyet umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de umum cemaat mes'ul olur. Bu nevi şeaire riya giremez ve ilân edilir. Nafile nev'inden de olsa, şahsî farzlardan daha ehemmiyetlidir.” L:53

 

 

 

Netice: Bu asrın bid’aları, âhirzaman fitnesidir. Rivayette bildirildiği üzere insanlığın başlagıcından kıyamete kadar emsali olmamıştır. Kısaca yapılan bu tesbitlerin ikazı, hüsn-ü niyet sahibleri için yeterli bir derstir. Risale-i Nur hareketi, bu bid’a istilasını Risale-i Nurdaki ikazlarla tamir etmeğe çalışır. Netice Allah’a aittir.

 

 

 

“Bid’anın tarifi” sesli ders:

 

http://risaleinurdersi.com/index.php/goeruentuelue-dersler/alfabetik-dersler/b-harfi/177-bidat-felaketi-13052006-polatl-sesli-ders